Vaktiyle kerpiçten evlerimiz vardı. Evlerimizin yaşam merkezi olan ‘Hayat’ı (salon) vardı. Hayatta soğuk kış gecelerinde gürül gürül yanan sobalarımız olurdu. Hayatın arka tarafında ise –ki genelde pencere kenarına denk gelir- ‘makat’ımız (sedir-tahta oturak) bulunurdu. Duvarların kenarında da yün dokulu yastıklar ile minderler yer alırdı. Odanın köşesinde ise içinde sitil (kova), maşraba, tas bulunan ‘çimecek’imiz (küvet) olurdu. Bir de duvara asılı vaziyette gaz lambası… Bu arada yine duvarda asılı duran mavzer tüfeğini de unutmayalım.
Geceleyin geç vakitlere kadar meşe odunuyla sobalarımız yanardı. Bol bol meşe odunundan köz olurdu böylece. Yatma vakti gelince ‘eyiş’le (kül küreği) mangala közleri doldururduk. Sabaha kadar közler sönmesin diye üstünü kül ile kaplardık. Tabii beton evlerde bunu yapamazdınız. Çünkü hemen zehirlenirdiniz. Şayet ev topraktan ise közün bütün zararlı gazlarını emer, böylece zehirlenmeyi önlerdi. Çünkü toprak da insan gibidir. Veya toprakta olan bütün elementler insan da vardır. O nedenle kerpiç evde güvende idik ve zehirlenme nedir bilmezdik.