Benzersiz düşünce ve hayat sistemi olan İslam’ın Kayseri’deki izdüşümünü, Kayseri’deki serencamını masaya yatırmak ve özel olarak Kayseri’yi, genel olarak ise tüm insanlığı bilgilendirmek amacıyla, Melikgazi Belediyesi Konferans Salonu'nda “Kayseri’de İslami Düşünce ve Hayat” adında bir sempozyum gerçekleştirildi. Organizasyonun mimarı, İlim Hikmet Vakfı ve dolayısıyla da söz konusu vakfın şu anki başkanı olan Osman Gerçek ağabey. İyi düşünülmüş ve takdiri hak eden bir çalışma hakikaten.

Üç haftaya yayılan ve üç Cumartesi günü içerisinde 6 oturumla, 19 konuşmacı ile tasarlanan bu programın ilk iki haftalık bölümü ve 4 oturumu, geçtiğimiz haftalarda (28 Nisan-5 Mayıs) gerçekleşti. Kalan 2 oturumluk son bölümü ise 12 Mayıs Cumartesi günü yani bugün icra edildi. Bu oldukça kıymetli organizasyonun ilk iki oturumundan aldığım notları sizinle paylaşmak istiyorum. Konuşmacıların hepsinden notlar vermekten ziyade, biraz daha dikkatimi çeken noktaları sunmayı tercih ettim.

Yek vücut olunca güzel işler, güzel hizmetler yapma ortamını buluyoruz 

“Kayseri’de Gönüllü Birliktelik Tecrübesi” başlığı altında sunum yapan Kayseri Gönüllü Kuruluşlar Başkanı Ahmet Taş, gönüllü sivil kuruluşlarının sayılamayacak kadar çok program yaptığını ve bunları yaparken de şu ilkelere dikkat ettiklerini belirtti: “Kimseyi dışlamayalım. Özel doğrularımız mekânımızda kalsın. Genel doğrularda birlikte olalım. Kimseyi kendimize benzetmeye çalışmayalım, biz de kimseye benzemeye çalışmayalım. Özel doğrularımızı dikte ettirmeyelim. Öne çıkma merakımız olmasın. Zaten hepimiz bir adam ediyoruz. Hiçbir kurum tek başına bir şey değildir. Ama hepimiz bir araya geldiğimizde bir vücut olup güzel işler, güzel hizmetler yapma ortamını kazanmış oluyoruz.

Gönüllü kuruluşlar; vasat olmaya, hukukun içinde kalmaya, ön yargılardan uzak durmaya, kimseyi dışlamamaya gayret etti. Bunu yaparken, konusunda uzmanlaşmış ilim adamlarıyla bir araya gelerek, memleketimizin, insanlarımızın problemleri ve bunların çözüm yolları konusunda istişarî toplantılarda bulundu. Bunları yaparken amaç hep şu oldu: Zaten taban, Müslüman insanlardan oluşuyor. Hiç kimseyi dininden, fikrinden, renginden, siyasi görüşünden, etnik yönünden dolayı asla dışlamamalıyız. Her kul mübarektir; hepsini Allah’ın kulları olarak görüp birlikte nasıl yaşarız, birlikte paylaşarak nasıl yol yürürüz’ün gayreti içinde olundu. Gayret bizden, milletimizden dua, sonuç da Allah’tan. Biz, sonuçta sefer odaklıyız. Zafer ve başarı Allah’tandır.”

Çok sayıda hafız yetiştiren ve Kayseri’nin köklü Kur’an kurslarından olan Taşçıoğlu’nun Başkan Yardımcısı Ahmet Şenaltun, “İslami Düşünce ve Hayata Kur’an Kurslarının Katkısı” başlığındaki konuşmasında, Kur’an kurslarının tarihi sürecinden ve son yıllarda bu kurumun, eskiye nazaran daha iyi noktalara evrildiğinden söz ederek amaç, gaye ve faaliyetlerinin şunlar olduğunu söyledi: “Usulüne uygun olarak Kur’an-ı Kerim’i yüzüne okumayı öğretmek. Tecvit, tashih-i huruf ve talim gibi Kur’an-ı Kerim’i usulüne uygun ve güzel okumayı sağlayıcı bilgileri, uygulamalı olarak öğretmek. İbadetler için gerekli dua, ayet ve sûreleri ezberletmek ve anlamlarını öğretmek. Geçmişte anlamlarını öğretmek gibi bir şey yasak idi bir bakıma. Hafızlık yaptırmak. Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasını sağlamak. İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esaslarıyla Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) örnek ahlakı ve hayatı hakkında bilgiler vermek. Dini içerikli sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlemek. Toplumda çok acı travmalar yapmıştır geçmişteki Kur’an Kurslarının ve din eğitimin yasaklanması. Geçmişte hizmet veren Kur’an kurslarının açılış amaçları da az çok böyleydi. Ama dönemin siyasi şartları, bunların uygulanmasına el vermemişti.”

Hakikate gitmenin kısa ve kestirme yolu yoktur

Prof. Dr. Nurettin Kaldırımcı, kendisine tevdi edilen “Hakikate Kısa Yoldan Gitmek ya da Sağlıklı Düşünmenin Engelleri” başlıklı konuşmasında, hakikat’in, bilgi’nin ne demek olduğunun, bunların anlamlarının üzerinde çok da durmaya gerek olmadığını, çünkü insanoğlunun hakikatle hep iç içe yaşadığını ifade ederek şunlara değindi: “İnsanlığın tek bir hakikat üzerinde uzlaşması mümkün müdür, ortak bir hakikat var mıdır, dersiniz? Onun olmadığını, hepimiz biliyoruz. İnsanlığın hikâyesine baktığımızda, hayatın sırrına vakıf olma, yaratılışın manası üzerinde hakikat dediğimiz bilgilere ulaşma, hayatı anlama çabasının, insanoğlunun cevaplandırmaya çalıştığı en zor sorulardan biri olduğunu söylemek mümkün. Hakikatle barışık olmak, hakikate ulaşmaya çalışmak zor iş velhasıl. Risklidir. Adamı yalnızlaştırır. Döverler adamı bazen. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar, diye bir laf var.

Hakikat nedir, sorusuna dinler, felsefeler cevap veriyor. Tabi bu yol, uzun bir yol. Çoğu kere bulunmaz hakikat. Tam olarak belki de hiç bulunmaz, bulunmayacak. Tasavvuf erbabı, bu yüzden kapı kapı dolaşır; o dergâh, bu şeyh efendi şeklinde vs. Fikir adamları, daldan dala atlarlar, hakikat peşinde koşarlar. Bazen ölümü göze almak gerekir. Mesela Batı’dan hikâyeler vardır; engizisyon mahkemeleri. Adam, dünya yuvarlaktır, güneşin etrafında dönüyor, dediği için yakılmıştır, cezalandırılmıştır. Arayış, hakikat yolcularını, mütefekkirleri, filozof tipleri zorlar doğrusu. Filozofların çoğu hastadır, demek mümkündür fikren, zihnen. Ruhen biraz dengesizlikler yaşamaktadırlar, demek mümkün. Ama bu insanların çilesini anlamak lazım. Bu ruhların çilesini anlamak gerekiyor. Hakikate gitmenin kısa ve kestirme yolu yoktur.”

İlahiyatta üretilen bilimin, toplumda net bir karşılığının olması lazım

Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin kıymetli hocalarından Prof. Dr. Yunus Apaydın da “Akademinin Dini Düşünceye ve Dini Yaşayışa Etkisi/Katkısı” başlığı çerçevesinde konuştu. İnsanların hayatında din ile bilimin arasındaki gerilimli durumun yüz küsur yıldır korunduğuna vurgu yapan Apaydın Hoca, konuşmasında şunları kaydetti: “Bu toplum, bu insanlar ilahiyatlardan ne bekliyor, ilahiyatların topluma katkısı ne olabilir, diye kendi kendime sorduğum vakit; buna, sadra şifa bir cevap bulmakta hakikaten zorlanıyorum. İlahiyatların vazifelerini basitçe şöyle söyleyebilirim: Dinin, İslam’ın en üst hedeflerinin hayata taşınmasına hizmet etmek. Yani bu dinin bir hedefi, mesajı var. Bu dini gönderenin bir maksadı var. İlahiyatlar da bu amaçları, dışarıya, topluma, hayata taşıyacak, onlarla irtibat kuracak.

Dinin hedeflerinin hayata taşınmasının çok zor olduğunu gördük. Ben, epeyce bir yaşa geldim, son iki merdivendeyim, 60’a merdiven dayadım. Devrimler oldu. Din ve toplum, din ve siyasetle ilgili sağlıklı bir zemin oluşmadı. Dolayısıyla çok belirgin bir şekilde açığa çıksın veya çıkmasın, Türkiye’de bu, hep gerilimli oldu. Biri, diğerini hep öteki olarak görmeye devam etti. Sözü bugüne getirmeyi çok da istemiyorum ama bugün de aynı aslında. Türkiye, bugün ortadan ‘çat’ diye ikiye bölünüyorsa bu gerilimli sürecin çok etkisi var bunda. Türkiye’nin bu eşiği aşması lazım ama maalesef aşamıyor, belki aşmak istemiyor. Şimdilik bundan emin değilim. Bir ara ümitlendim; herhalde bu eşiği aşacağız, dedim. Ama sonra aşılamayacağını anladım. Aşılmışsa da ben göremedim.

İlahiyatta üretilen bilimin, toplumda net bir karşılığının olması lazım. Dinin en üst hedefi nedir? Bu noktada beş temel madde var: Aklın, dinin, canın, malın ve neslin korunması. Bunlarla, yalnızca bu dine mensup olanların değil, aslında bütün insanlığın amaçlarına işaret ediliyor. Peki, ilahiyat fakülteleri, bu beş temel maddeyi hayata, topluma taşımada başarılı oldular mı? Hayır! Çünkü asla böyle bir hedefleri olmadı. Burada iki yönlü istemezlik ilişkisi var. Dindar kesim, bu hayatı hiç meşru görmedi. Kâfir sistem, Batının bilme nesi, denildi. İslam gelecek, dertler bitecek, şeklinde sloganik yaklaşıldı hep.”

Evet, sözümüzün başında da dediğimiz gibi belli başlı konuşmalardan kesitler sunmayı yeğledik. 10’dan fazla kişi konuştu. Hepsini sunmamız imkânsızdı. Kayseri için önemli bir faaliyet oldu, oluyor bu. Son oturumlar da 12 Mayıs Cumartesi günü yapıldıktan sonra çalışma sona erecek. İnşallah son programdan da notlar aktaracağız.

 

Fatih Pala