İnsan ‘düştüğünden’ beri, gök ile yer arasında salınıp duruyor.

İnsanî ölçülerle ipin sağlamlığı ne kadar kontrol edilirse edilsin, o güzel gözlü ceylan su kenarına indi mi; düşerek göğe ağar ‘bal’a ulaşmaya çalışan.

Bu haber Yusuf’a da ulaştı… Sevinçle evin kapısına dek koşturmuşken üstelik.

Oysa Yusuf anlatmamıştı ortalık yerde rüyasını. Oysa Yusuf götürüp çok sevdiği gemi maketini, hakkını yediği arkadaşına vermişti.

Ne çok esiriyiz alışkanlıklarımızın

Yusuf bir ağacın kovuğunda uyuyarak en zor gününde; korkumu yenmemi ve düşman olmayan tabiata güvenmemi istedi. Yusuf, annesini sevindirmek için, kendisine çok zor gelen, yapmaktan sürekli kaçındığı bir şey yaptı. Sevdiğinin kederli gününde, aşılmaz ‘zann’edilen takıntısını aşarak sütünü içti. Sinemada dört kişiydik bunu gören. Ben bu esnada ne çok alışkanlığımın esiri olduğumu düşündüm.

Yusuf, eşiklerde, kimsenin görmediği yerlerde, bal gibi ve sırdaşı babasının yanında ne güzel okuyor takvim yapraklarındaki hadisi: “Zorlaştırmayınız; kolaylaştırınız. Nefret ettirmeyiniz; müjdeleyiniz.”

Ve ne güzel akıyor film. Bozulmamış bir fıtratı özletiyor bize. Sorgulatmıyor Yaradan’nın yaratışını. Sakince yönelerek sahihliğe; anlamaya çalışıyor. Öze işaret ediyor, iddia etmiyor. Bilgiçlik taslamıyor. Ukalalık yapıp kolay çözümler sunmuyor.

Rahmetin ‘kovuğu’na yerleştiriyor onu

İsyan etmiyor, çatışmıyor. Kapı önünde alınan ‘kara haber’ bile, filmin şirazesinin kaymasına sebep olmuyor. Film, beslendiği ‘odak’ın merkezîliğini içine sindirmiş olarak yoluna devam ediyor. Kendimi sorguluyorum o esnada: Musibet geldiğinde ben nasıl davranırım? “Yenilen sadmenin ilk anında direnmek. Budur sabır.”

Rüyalardan uzaklaşan modern yaşamımıza…

Yusuf’un gözyaşı dök(e)memesi bundan sonraki filmlerin de beslendiği kaynak vazifesi görüyor. Yani kurumuş bir ‘kaynak’, ancak son (üçlemenin ilk) filmde ‘sıcak su’ya kavuşacak.

Rüyalardan uzaklaşan modern yaşamımıza, Yusuf’un gerçeğe bitişen sahih düşleriyle derman mı arıyor Kaplanoğlu? Efendimiz’e Mirac’ta ikram edilen şarab, süt ve baldan bahis açarak yeniden o evrensel hakikate mi işaret ediyor?

Ne kadar acele edersen o kadar kendinden uzaklaşırsın

Ey insan! Korkularının, zannlarının, tereddüt ve şüphelerinin esirisin. “İnsanların Rabbi’ne sığınırım de. Meliki’ne. İlahı’na. Kalplere vesvese, kuşku, kuruntu ve korku salan tüm vesvesecilerin şerrinden.”

Ey insan! Tutunduğun bütün iplerin sağlamlığına mı güveniyorsun? İpin ucu O’nun elinde. Senin eline niçin verildiğini unutma.

Ey insan! Ne kadar acele edersen o kadar kendinden uzaklaşırsın. Gidip ulaştığın hiçbir yer, hiç bir şey O’nun mülkünün dışında değil. Her şey O’nun. Uykudasın sen. Kendinin ve kendinden sanıyorsun her şeyi bu yüzden. Seni çepeçevre kuşatan Hakikat’i-Varlık’ı gör ve kendinden O’na kaç! Duan ve teslimiyetinle katıl O’nun senin için belirlediği kutsal yasalara.

Ey insan! Hayrın mutlaklığını ve şerrin izafîliğini unutma. Her daim sınandığını kavramış olan kişi, ‘her zorlukta bir güzellik olduğunu’nun bilincinde olur çünkü.

Dünyaya mutlu olmak için geldiğini söyleyen, kendisini bir yanılgıya kaptırmıştır. 'Kekemeliğini' kabul et ve sana bahşedilene razı ol! Çünkü tüm zirveler O'nun yüceliği yanında 'alçak' kalır.

Katışıksız bir şiir bu film

Semih Kaplanoğlu sade ve sakin bir dille dünyanın yaşanabilirliğini ve ama geçiciliğini anlatıyor bizlere. Kalpten doğup perdeye yansıyan, ‘afakî ve enfüsî ayetler’le varoluşumuzun anlamını bize hatırlatan katışıksız bir şiir, bu film. ‘Bal’ın yoğunluğunu ve safiyetini tatmak ne güzel. “Tatmayan bilmez.”

Mustafa Nezihi Pesen tattı