Yitiksöz’de Öncüler ve İzler
13. kez buluştu okuyucularıyla Yitiksöz dergisi. Yol gösteren ustalar geçidi ile zihinlere işlenecek çalışmalar var dergide. Neredeyse ilk sayısından bu yana hassas dengeleri gözeterek söz ustalarını sayfalarına sürekli taşıyan bir dergi oldu Yitiksöz. Vefayı önceliyor, bu toprağın değerleriyle yolculuğuna devam ediyor.
Öncüler ve izler kavramı, içinde büyük değerleri barındırıyor. Öncü olmak ve iz bırakmak. Mehmet Narlı; bu başlık altında anlatıyor Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören’i. Gönüllere hoşnutluk veren, isimleri duyulduğunda içimizin genişlediği değerlerimiz hepsi de.
Söz Narlı’da.
“İnsanın diline, zihnine ve kalbine dokunan, dokunduğu yerde izler bırakan yazarlar, filozoflar, şairler vardır. Kiminin izi apaçıktır, kiminin örtük. Kimine bir ömür açıksınızdır; kimine bir an. Kimi düşünürken yakalar sizi; kimi içinize çekildiğiniz anda; kimi daraldığınızda. Galiba bu yüzden bende iz bırakanları hiç yarıştırmadım, onları birbiriyle karşılaştırmadım. Hatta genel edebiyat ve düşünce ortamlarında iz bırakmak yol açmak konularında öne çıkan isimler etrafında takınılan tarafgirlik tutumlarından hep rahatsızlık duydum; sebebini tam açıklayamayacağım bir incinme duygusu yaşadım.”
“Mesela ben tarihsel, kültürel, siyasal hafızamı yokladığımda; benlik aynasına baktığımda; önünde veya arkasında durduğum kapıların hangileri olduğunu belirginleştirmeye çalıştığımda; aşka düştüğümde veya aşktan düştüğümde; dünya tanrıları karşısında nasıl birazcık da olsa sağlam duracağımı, zulmün ve inkârın selinde hangi köke tutunacağımı düşündüğümde; yazı ve yazarlık/şairlik vehimlerine karşı nasıl tedbir alacağımı anlamak istediğimde; efendilik taslayanlarla köleliğe şartlandırılanların kimler olduğunu, varlıkla aramızda nasıl bir rabıta olabileceğini öğrenmek istediğimde; tenhalıklarda ve kalabalıklarda ne edeceğime karar veremediğimde ve daha nice hâllerde; nice yazar, şair, filozof gibi Sezai Karakoç’un, Nuri Pakdil’in ve Rasim Özdenören’in izlerini görürüm, duyarım, hissederim. Onları, kıyıcılara, hodgamlara, sömürücülere, yazarlığı/şairliği şaklabanca bir iş sananlara, ayartıcılara, kötücüllere karşı hep yanı başımda bulurum. Mesela ne zaman, hayatı biçimlendiren inancın, inancın biçim ve anlam kazandırdığı mekânın ve bütün tökezlemeleri birer tecrübeye dönüştüren özgüvenin derinliğini ve genişliğini ve büyük, destansı, özgün şiiri düşünsem Sezai Karakoç ışıldar. Ne zaman asıl isyanın ve asıl teslimiyetin hayatın içinde söz ve eylem olarak göründüğü anları, asıl iktidarın bir kimlik ve kişilik meselesi olduğunu ve şiirin özgün bir dil olduğunu düşünsem Nuri Pakdil ışıldar. Sükûnetin nasıl bilgelik imlerini taşıdığını, insanın kendi kozasını nasıl ördüğünü, kendi yolunu nasıl açtığını ve hikâyenin aslında her biçimi ve her üslubu ile insanın derdini anlamaya yöneldiğini düşünsem Rasim Özdenören ışıldar.”