Çocukluğumuz küçük yerlerde, kalabalık sofraların çevresinde büyük hikâyeler dinleyerek geçti. Mekânlar küçük, imkânlar dar olsa da ufkumuz geniş, hayallerimiz sınırsızdı. Biz, Yemen’de şehit düşmüş büyük büyük dedelerimizin torunları olarak onların emaneti kutlu davanın eri olmak, bu ağır ama onurlu vazifeyi koşarak hatta uçarak yerine getirmek sorumluluğuyla büyütülmüştük. Benim neslimin çokça duyduğu bir tabirdir; “Dedemiz seferberlikte kalmış.” cümlesi. O dedeler, seferberliğin yani I. Dünya Savaşı’nın kim bilir hangi cephesinde şehit düşmüştü, onu bilen çok azdı. Biz o çok azdan biriydik. Yemen’de bir dedemiz kalmıştı. Sahi Yemen de neresiydi? Yemenilerimiz de Yemen’den mi geliyordu? Bu soruyu sorduğumda nemli gözlerle dedelerini anan büyüklerimi çok güldürdüğümü hatırlıyorum.

1921 doğumlu dedem mutlak surette okumamız gerektiğini çok sık vurgularken “Bak yavrum, bizim dedelerimiz Buhara’dan göçmüş âlim insanlarmış. Siz de onlar gibi olun!” diye sıkı sıkı tembihlerdi. Acaba Turhal (memleketim Tokat’ın ilçesi) diyeceği yerde yanlışlıkla Buhara mı dedi, diye düşünürdüm, küçücüktüm henüz. Buhara nereye düşer öğrendiğimde, “Hangi vakit, hangi sebeple ve kim bilir ne zorluklarla göç etmişlerdir…” diye uzun uzun düşünmeden edememiştim.

Üç kardeşten ablam bir Çerkes köyünde doğmuştu, babamın memuriyeti sebebiyle. Bu her daim güler yüzlü, cömert, heybetli insanlara neden Çerkes dendiğini sorduğumda babam “Onlar Kafkasya’dan göç etmişler 93 Harbi’nde.” demişti. Kafkasya neredeydi bilmiyordum tabii ki… Kardeşim ve ben bir Kürt köyünde doğmuş, çocukluğumuzun en güzel yıllarını bazen Türkçe bazen Kürtçe konuşan bu insanların arasında geçirmiştik.

İlçeye taşındığımızda, karşı komşularımızın Azerbaycan Türk’ü olduklarını, onların da “93 muhaciri” olduğunu öğrenmiştim. Oysa o güne kadar ben sadece Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacirleri biliyordum, henüz ilkokul 3. sınıfa gidiyordum. İşte o günlerde öğrendim, dünyanın dört bir yanında bulunan bütün Müslümanların kardeşimiz olduğunu.

Kardeşlerimizin acısı acımız, sevinci sevincimizdi. Buhara’da bir tar çalar, Tebriz’de söylenirdi türküsü. Kudüs’te ezan okunur, duası Mekke’de yapılırdı. Yemen’de kahve pişer, kokusu Kahire’ye gelirdi. Saraybosna’da ağıt yakılır, gözyaşı İstanbul’da dökülürdü. Gelin Kayrevan’dan, damat Kurtuba’dan çıkardı. Biz kökleriyle, dallarıyla güçlü bir çınardık. Gölgesinde dinlenenin huzur ve refah bulduğu büyük bir çınar.

İşte bizim hücrelerimize kadar hissettiğimiz bu kardeşlik duygusunu, bizden sonraki nesiller de hissetsin istedik. Kökünü unutmuş, kökünü unuttukça dallarını besleyememiş, beslenemedikçe zayıflayıp eli baltalı haramilere hedef olmuş kardeşlerimize aslını astarını hatırlatmak istedik.

 “Kardeş Şehirler” bu sorumluluk duygusuyla yola çıkmış, kardeşimiz şehirlerden sadece 15 tanesini (Mekke-Medine-Kudüs-İstanbul-Bağdat-Şam-Kahire-Tebriz-Kurtuba-Gırnata-Buhara-Semerkant-Taşkent-Saraybosna-Kazan) 12 kitap içinde hepsi birbirinden güzel kurgusu ve çizimleriyle tanıtılmaya gayret edilmiştir ve 9 yaş ve üzeri çocuklarımız için Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları tarafından yayınlanmıştır.

Bu seride her bir şehir; kuruluşundan bugüne tarih boyunca yaşadığı dönüm noktalarıyla, coğrafyası, kültürü, manevi zenginlikleriyle bir çocuğu sıkmayacak kıvamda, bir hikâye örgüsü içinde tanıtılıyor. Kitaplar, çocukları güzel bir yolculuğa çıkarıyor; bir yandan şehirleri tanıtırken bir yandan da o şehirleri şehir yapan ruha karşı merak ve sevgi uyandırıyor. Hikâyelerin kahramanı çocuklar kâh o şehrin bir sakini kâh Türk olup yolu, gönlü o şehre bir vesileyle düşmüş çocuklarımız.  Bir çocuğun gözünden şehirleri tanımak hikâyelere bambaşka bir saflık ve coşku katıyor. Dileriz ki bu güzel yolculuğa her çocuk çıksın, umarız ki değdiği her yürekte sevgi ve umut yeşertsin.

Rukiye Oklan