Mevlana Celaledin-i Rumî’nin Konya’yı efsunlayan dergâhı şehri görmeye giden herkesin malumudur. Bu gönül dergâhının yanında şehrin havasına manevi lezzetler katan başka bir mekân da 1658 yılında Mevlevi Dergâhı Postnişinlerinden Pir Hüseyin Çelebi tarafından yaptırılan Kapu Camii’dir. Konya şehir merkezinde çarşının ortasında yer alan caminin kürsüsünden yapılan vaazlar nice gönülleri fethetmiş, nice kalpleri feraha ulaştırmıştır. Bu sebeple Konyalıların ve o güzel şehirde ikamet edenlerin nazarında farklı bir yer edinmiştir cami.
Hacı Haydar Efendi, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi gibi muhterem isimler vaaz ve sohbetleriyle ya da kıldırdıkları feyizli namazlarla bu caminin adıyla özdeşleşmiştir. 5 Mart 2011 tarihinde ebedi âleme hicret eden Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi de bu muhterem isimlerden biridir.
20. yüzyılın önemli âlimlerinden olan Tahir Büyükkörükçü, Konya’da dünyaya geldi. Kendi ifadesiyle “Hacı Haydar Efendi Hazretlerine, Hacı Veyiszâde Hocamız Hazretlerine, Hacı İsa Ruhi Bolay Hazretlerine, Şeyh Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretlerine, Lâdikli Hacı Ahmet Ağamıza, Muhammed Harrani”ye abdest suyu hazırlayarak yetişti. Onların ilimlerinden de irfanlarından da maneviyatlarından da nasiplendi. 1950’lerden neredeyse vefat ettiği döneme kadar kürsüden insanlara seslenerek ödedi bu ilmin ve irfanın zekâtını. Onun nur yüzüyle, her gönle girmeyi başaran tatlı diliyle, anlattıklarını hal diliyle de beyan eden görüntüsüyle Kapu Camii’nden yaptığı vaazlar, onu dinleme şerefine ulaşmış herkesin kulaklarında yankılanır hala. “Muheterem Cemaat!” nidasını duyanlar bilirler ki, bu ses hakikatin, muhabbetin ve samimiyetin sesidir.
Hep müşfik hep sevecen
Merak edenler Hocaefendi’nin bazı vaazlarını internetten dinleyebilirler. Ancak bu hikmet deryası sohbetleri bir köşeye çekilip tefekkür ve tezekkür niyetine okumak isteyenler Risale Yayınları tarafından Muhterem Müslümanlar! Tahir Büyükkörükçü’den Vaazlar adıyla yayınlanan kitaba başvurabilirler. 27 bölümden oluşan kitapta her bölümde Tahir Büyükkörükçü Hocaefendinin bir sohbetine yer verilmiş. Muhteremi tanıma şansı olmayanlara içinde bulunduğumuz mübarek aylarda her bir sohbet bir tefekkür vesilesi olsun diyelim.
Hocaefendi her sohbetinde farklı konular üzerinde dursa da tamamını okuduğumuzda kitabın üzerimizde bıraktığı etki çok net. İslam böyle anlatılmalı diyor ve kendisini canlı dinleyemediğiniz için üzülüyorsunuz. Bir hoca efendi düşününki kürsüden gençlere, “Gençler, yumurcaklar, memleketin yavruları, ümit ışıkları” diye sesleniyor. Hor görmüyor, hakir görmüyor, muştuluyor ve sevdiriyor. Tabii sohbetleri okudukça kendisine duyduğunuz muhabbet de kalbinizle katlanıp kök salıyor.
Hocaefendi kimi zaman ayetleri açıklıyor kimi zaman bizi hadis-i şeriflerin derin anlamlarını keşfe çıkarıyor. Peygamberlerin, sahabenin ve Allah dostu zatların hayatlarından kesitler sunuyor. Kimi zaman Safahat’tan kimi zaman Nabi’den ve Muhammed İkbal’den şiirler okuyor. Kâh Hz. Musa’ya (as) yoldaş oluyorsunuz sohbetleri okurken kâh Fatih Sultan Mehmed ile birlikte Bizans’ın surlarına dayanıyorsunuz. Fakat her safhada seven ve sevdiren, sesi rahmet kokan, cümlelerinden halka halka müjdeler dağılan vaazlar bunlar. Çünkü Hocaefendi, Rahmet Peygamberi’nin (sas) sünnetine sarılmış dört elle. Dönüp dolaşıp söz muhabbete, aşka geliyor.
Ona göre –Muhammed İkbal’in de dediği gibi, “Mümin tepeden tırnağa rahmet ve şefkattir.” Sık sık, “Görüyorsunuz ki biz kürsüye sizi korkutmak, ürpertmek için değil müjdelemek için çıkıyoruz” diyor. İslâm’ın, imanın esaslarından, güzel ahlaktan, sabır ve şükürden açıyor sıkça. Ancak her daim müşfik her daim sevecen…
İman neşesi
Bu kadar bahsetmişken kısa bir alıntı yapalım Tahir Büyükkörükçü Hocaefendinin o dillere destan sohbetlerinden:
“İslâm’a karşı gönlümüz açıldıysa bizde 3 özelliğin bulunması gerekmektedir. Bu özelliklerin ilki ahirete tam olarak imandır. Kişinin yürümesinde, durmasında, yemesinde, içmesinde, alışverişinde, adab-ı muaşeretinde, ihvanına karşı olan durum ve tutumunda, sohbetinde ölçüsü daima ahiret gününe göredir. Amel defteri o kadar önemli ki bir kelime yanlış söylese, gaflete doğru bir adım atsa orada meydana çıkacaktır. Ahiret, Mahkeme-yi Kübra ve Allah’ın huzurunda durmak var. Mesela; bir mümin kardeşim saatini bir köşede düşürür de on sene o saati oradan alan olmaz. İşte benim hayalimdeki İslâm milleti budur. Yolda giderken yerde bir şey bulan Müslüman yanındakine şunu al da sahibini bulup ver, der. Ne bulan ne de eline alan onu cebine koymak ister. İşte müminin hâli budur. Bir mümin kardeşinin hakkına -basit bir şey bile olsa- zerre kadar tecavüz İslâm’da yoktur.
Gönlünde nur olan kimsenin ikinci alameti ise bu dünyanın gurur ve ziynetinden uzaklaşmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir.” (Fetih, 29)
Rabbimiz, inşallah bizi de simalarında secde izi olanlardan kılsın. Birisi sırtımızdan cübbemizi, başımızdan sarığımızı, cebimizdeki harçlığımızı istediğinde ona istediğini verecek kadar cömert olmayı Mevlamız mukadder kılsın. Dünya ziynetinden uzaklaşan mümin ne malıyla mağrur olur ne de servet ve makamıyla gurura kapılıp insanları aşağıda görür. Dünyanın fani olduğunu bilir.
Gönlü nurla dolan, İslâmî inşiraha mazhar olanların dış görüntülerinden bahsediyorduk. Üçüncü özellikleri ise ölüm gelmeden önce Azrail’e hazır olmalarıdır. Azrail kapıya geldiğinde ‘Ehlen ve sehlen ya melekul mevt (hoş geldin ölüm meleği) emanetim hazır’ diyerek şehadetlerle ölüm meleği Azrail’e teslim olmaktır. Mevla bizi iman neşesinde zirve olan sevgili kullarının zümresinden ilhak eylesin, inşallah.”
Yazımıza son verirken umarız Risale Yayınları Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi’nin sohbetlerinin hepsini kitaplaştırır diyoruz. Allah kendisinden razı olsun ve bizlere de Allah dostlarının manevi iklimlerinden rızıklanmayı nasip etsin.
Nihan Su