Geçen gün Kadir gecesiydi. Osmaniye’nin Zorkun yaylasında, sabahın erken saatlerinde başladı hareketlilik. Öğlen namazında, yaylanın en büyük camisi tıklım tıklım doluydu. Bir ara, üst kattan cemaati seyrettim. Anadolu’nun İslam’la olan sımsıkı bağının tecessüm etmiş hâli gibiydiler; Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceklerini, İslam şemsiyesi altında ömür süreceklerini ilan edercesine kıyama durmuşlardı. Bu manzara karşısında hayranlık ve gıptayla karışık bir huzur hissettim. O an orada bulunan herkes adına şükrettim, herkes adına sevindim.
İlk sünnet kılındıktan sonra, getirilen kametin ardından farza durduk. Üçüncü rekatta, arka saflardan gelen bir çocuk ağlaması, camimin her yerine yayıldı. “Babam nerde, babam nerde” diye diye hıçkırıklara boğuldu yavrucağız. Dördüncü rekat bitene kadar, kalıbım namazdaydı ama kalbim o çocuklaydı; “dayan, dayan, şimdi bitecek namaz ve babana kavuşacaksın” diyordum içimden.
Selamın ardından “allahümme entesselam ve min kes….” denirken, tahmin ettiğim gibi tüm başlar arkaya doğru yöneldi. Kimisi meraklı nazarlarla kimisi de “çocuğuna sahip çık” dercesine süzmeye başladı sesin geldiği tarafları. Kimileri de benim gibi, “imam namazı kısaltsaydı da çocuk bir an önce babasına kavuşsaydı keşke” diye düşünüyordu; gördüğüm bazı merhametli yüzler de, bunları hissetmeme sebep oluyordu çünkü.
İşte ne olduysa, o birkaç saniye içinde oldu. Birden, cemaatten bazılarının tahammülsüzlüklerini daha da açığa çıkaran “çıt çıt, cık cık” sesleri yankılanmaya başladı camide. İslam’ın özüyle uzaktan yakından alakası olmayan bu hoyrat ve kaba yaklaşım karşısında dayanamadım ve bu sesleri çıkaranlara “kalbin ne kadar da darmış bey amca!” manası yüklü, sitemli bakışlarımı fırlattım. Yaşlılardan biri, “çocuğunu çıkar buradan!” diyecek oldu adama, hiç farkında olmadan “sen namazını kıl, bırak çocuğu!” diyerek çıkıştım. Yaşlı amca, aşina olmayan bu öfkesi kabarmış sert yüze karşı ses edemedi, sustu.
Sahabelerin çoğu çocuktu ve İslam’ı onlar sırtladılar
Hızlı adımlarla ağlayan çocuğun yanına gittim. Babasına kavuşmuştu ama yaşadığı korkunun tesirinden hâlâ “babam nerede” diyordu gözleri yaşlı bir şekilde. İki yaşında ya vardı ya yoktu. Babası da otuz beş civarındaydı. İkisine de moral olsun diye bir şeyler söyledim ayaküstü. Lakin adam, normalde az olan fakat çıkardıkları seslerle bir anda çok görünen cemaat baskısının daha da artmaması için çocuğunu dışarıya çıkardı.
Onlar camiden çıkarken hüzün çöktü üzerime. Kıldığım son sünnet boyunca, huysuz yaşlıların ve birkaç dakikalığına dahi ağlayan bir çocuk sesine katlanamayanların, İslam’ın insanlara aşılamak istediği merhamet ruhundan ne kadar uzak olduklarını düşündüm. Namaza odaklanmak istedim ama duygularıma engel olamadım. Hatta abartmıyorum, ani bir refleksle namazımı bölüp imamın mikrofonunu kapmayı dahi düşündüm; kapacaktım ve bir çocuk ağlaması karşısında gösterdikleri bu inciten tepkinin ne kadar da kötü olduğunu anlatacaktım onlara. Ardından da Peygamber Efendimiz’in hutbeye çıkarken torunlarını dizlerine oturttuğundan, onlarla namaz esnasında nasıl da müthiş bir ilişki kurduğundan bahsedecektim. Ayhan Işık Abimizin “bu din çoluk çocuk işidir, sahabelerin çoğu çocuktu ve İslam’ı onlar sırtladılar” minvalindeki sözlerini hatırlatacaktım…
Yapamadım. Lakin içime oturan bu manzara karşısında yerimde duramazdım, bir şekilde sesimi ve hislerimi ulaştırmalıydım birisine. Namaz çıkışında, imamın yanına sokuldum ve meramımı açtım ona. Önce cemaatin İslam'la olan bağından duyduğum sevinci paylaştım, ardından da çocuk ağlaması karşısında gösterilen hazımsızlıktan duyduğum teessüflerimi ilettim. Uzun uzun konuştuk ve şunları rica ettim: “Lütfen cemaati bu konuda bol bol işleyin, şuurlarını artırın. Böyle giderse, insanlar çocuklarıyla namaza gelmekten korkacaklar. Aman hocam, size çok iş düşüyor, ne olur önem verin bu konuya…”
İmam Efendi, sözlerime büyük bir hüsn-ü kabul gösterdi. “Yazık sahiden, ne olacak canım, ağlarsa ağlasın, çocuk bu” diyerek, aynı fikirde olduğumuzu ifade etti. Ve gücü yettiğince, sohbet aralarında bu konuyu açacağını vurguladı.
Süleyman Ragıp Yazıcılar yazdı