Ramazan Kayan Hoca’nın 2005 yılının bahar aylarında kendinden yaşça küçük olan iki kardeşini Rabbine yolcu etmesi üzerine oluşturduğu eseridir Kitabu’l-Kalp / Yürek Çağrısı. Kardeşlerinin ebediyet yolculuklarından ötürü, 2005 yılını kendisine “hüzün yılı” olarak kabul ettiğini söylüyor Kayan. Her ikisinin vefatına da kalp krizi sebep olmuş. Ve hatta yıllar öncesinde genç yaşında vefat eden babalarının vefat sebebinin de kalp krizi olduğunu belirtiyor. İşte bu üç ölümün de gelip kalbin krizinde buluşması, yazarımızın içine unutamayacağı bir ukde bırakır. Böylece söz konusu kitabı vücut bulur.
Kitabın ne değerde olduğuna dair, ilk etapta bölüm başlıklarına bakarak bir çıkarsamada bulunabiliyorsunuz. Hepsi hayatî nitelikte değer taşıyor. Tüm dikkatinizle esere yoğunlaştığınızda ise yazarın kalb’i konuştuğunu, kalple konuştuğunu ve kalb’i konuşturduğunu hissediyorsunuz; kalbî bir hasbihal var yani. Büyük bir kalp bombardımanı altına girdiğinizi anlamanız geç olmuyor sayfaları birer birer arşınlarken.
İnen bütün ayetler evvela yürekte yer bulur, anlam bulur
Rasulullah (aleyhisselatu vesselam)’ın ‘vücutta bir et parçası’ olarak tanımladığı kalbiniz ne durumda, ne tür bir gidişat üzerinde, fıtratına uygun atışlar sergiliyor mu vücudunuza? Eğer o düzgün ve güzel olursa, vücut da, insan da düzgün ve güzel olur. O küçümen et parçasını hakkıyla koruyamamak ne acı! Her şey orada başlayıp orada sona eriyor. Akledenler bunun hikmetine vakıf olmalı.
Dünya üzerinde verilen tüm sınavlar, denilebilir ki hep yürek üzerinden, yürek üzerine gerçekleşiyor. Bunun farkındalığını yaşayabilmedir her Müslüman. Ana bölgede başarıyla verilen imtihanlar, talî konulara gelince insana tecrübeyle hareket etme vasfını kazandırır. Temeli iyi atmak gerekir. İyi gibi durmasa da, iyileştirmenin yoluna gitmelidir. Ayaklar ve gövde yere iyi basmalı ki, sağlam durulsun, sağlam yürünsün.
Oluşturulan, planlanan bütün yolculuklar, seferler yürekten yüreğe olmalıdır. Yürekleri kuşatmayan, yürekleri kapsamayan yol alışlar, bir vakit sonra muhataplarına zarar getirir, yenilgi sunar. Kalpler arasında köprü kurmamak demek, bütün iletişim ağlarını iptal etmek demektir. Yürekler birbirine değmeli ki, dünya yaşanılır olsun, insan dünya olsun ve dünya insanlıkla dolsun.
Elbette ki tüm bunların gerçekleşeceği mekân olan kalbin yatağı sapasağlam olmalıdır, kuvvetleştirilmelidir. Kişi kendisinden başlayarak cümle insanlığa yürekli olmayı ve yürekli kalmayı pompalamalıdır. Yürekler hükümferma değilse, ne tat alınır ki şu üç günlük dünyadan? İnen bütün ayetler evvela yürekte yer bulur, anlam bulur, kıymet görür. Oradan yayılır bütün hücrelere. Besmele’yle, Fatiha’yla, sevdayla, dirençle ve azimle kalplerin inşası oluşur. Hamuru tertemiz olmalı ki, filizlenmesi de berrak olsun. Biçilen şeyler, ekilenlerin resmidir nihayetinde.
Öyle kalpler de vardır ki, artık taşıyamaz yükünü
Milyar insan, milyar yürek… Kimi çelik gibi işler, kimi aksar bazen, kimi ağır aksaktır, kimi sendeleyerek yol alır, kimi tutunmak ister başka bir yüreğe. Lakin bir de kırık olanları vardır. Onların yapılandırılmaya öyle ihtiyaçları vardır ki, bunu anlayabilenlere eyvallah! Tabi anlamak kâfi gelmez, onarım için seferberlik başlatmalı ki, bu hamiyet manasına ersin. Velhasıl, insan adedince kalp renkliliği yaşanır hayatta. Hangisinden tutarsanız tutun, hepsi önemlidir, hepsi ilgi ve sevgi bekler.
İnsan, niyet okuyuculuğu yoluna düşmemelidir. Yapılan, edilen şeylerin aslını astarını öğrenerek hüküm vermeli, hareket etmelidir. Eğer böyle yapılmazsa, dönülmez hatalara kapı aralanır. Usame bin Zeyd (r.anh) hatırlanmalı burada, anılmalı. Hani, tam öldüreceği sırada “la ilahe illallah” diyen, yani “ben iman ettim, Müslümanlardanım” demek isteyen hasmını ona rağmen öldüren ve olay Allah’ın Rasulüne intikal etmesi sonucu, “Kalbini mi yardın baktın ey Usame?” sorusuna muhatap olan kumandan. “Ya Rasulallah! Aslında o iman etmemişti, o anda korkusundan dolayı la ilahe illallah dedi.” diye kendini savunmak istemişti Usame! Fevri davranıp duygularla hareket etmek insanı çoğu kez hatalarla buluşturur. Kalp mühimdir, hele o kalbin sahibi ise dahaca mühimdir; malum ki eşref-i mahlûkat der Rabbi ona.
Öyle kalpler de vardır ki, artık taşıyamaz yükünü, kendini bırakıverir. Buna zamanımızda ‘kriz’ denir. Ve kriz tıp dilinde, “her hangi bir uzuvda oluşan fizyolojik bozukluk” olarak tanımlanır. İşte ansızın gelen, beklenmedik olan hadise: Kalp krizi! Kalbimizi kaldıramayacağı, üstesinden gelemeyeceği işlere ve durumlara sokmamalı. Şu üzerinde yaşam sürdüğümüz dünya, nice kalpleri taşıdı bağrında, nice kalplileri. Sorsak, acaba bize sayılarını söyleyebilir mi? Ne tür kalplerden, kalplilerden memnun oldu kim bilir; söylese bize, aydınlatsa kalbimizi…
Zamanlar boyu vuku bulan yürek işgalleri vardır bir de insan ömründe. Her zaman sahiplerinin, ya da taşıyıcılarının emir komutasında olmamıştır kalpler. Birileri, bir şekilde oraya nüfuz edebilmenin yolunu hep bulmuştur, bulmaya da devam ediyorlar, edeceklerdir. Kalbine muhkem surlar örmeyenler için, bu kalp hırsızlığı meselesi çözülemeyecektir. İşgallere geçit vermeyecek güçlü kaleler inşa edilebilmeli.
Bir de kalbini “ace” (hani şu bildiğimiz temizlik ürünü) ile yıkadıklarını sananlar, yani “kalbim temiz” diyenler var. Hiçbir sorumluluk ve yükümlülük altına girmeden; dert, kaygı ve keder taşımadan hayat sürenler/imiz var. Nasıl olur da öyle bir sonuca varırlar, çok ilginç! Neye göre ya da kime göre temizdir kalbiniz? Ne ile yıkayıp sabunluyorsunuz da temiz kalıyor? Hangi kir-pas sökücü terkibini icra ediyorsunuz acaba? Kerim olan Kitapla hemhal olmayan, aziz önder Rasul ve Nebi Muhammed (a.s) ile tanışık olmayan bir kalp, bir göz, bir can… nasıl olur da kendini temize çekebilir, gerçekten hayret doğrusu! O iksiri ellerinden almak gerek, ama nasıl! İksir dedikse, yalanlarından bahsediyoruz canım, yoksa yalandan daha büyük terkip mi olur böylelerine!
Kalbin ilacıyla, yani Kitabullah ile aradaki mesafeyi sıfırlamak gerek
Selim bir akılla ve tüm şeytanîliklerden arındırılmış olan bir kalple Rabbe yürümenin lezzetine varabilmek için, kalbin ilacıyla, yani Kitabullah ile aradaki mesafeyi sıfırlamak gerek. Dolaysız bir şekilde kalplere inen ilahi kelam, yani ayetler; şahısları, toplumları ve ülkeleri diriltmekle kalmayıp aynı zamanda onlara nefs’e, şeytan’a, küfr’e, şirk’e, zulm’e, tağut’a, fısk’a, fücur’a… karşı direnme hali bağışlar. Bu öyle bir haldir ki, dünyayı sallar durur. Tabi bunları kotarabilecek ‘tâbîîlere’ nasıl ihtiyaç var, hem de nasıl!
Yüreklerimizin nerelere ve kimlere attığını iyice sezinlemeli. Diriliş günü gelmeden önce ne tür bir kalple Yüceler Yücesine gideceğimizi ölçüp tartmalı. İnce eleyip çok ama çok sık dokumalı. Ya, razı olmadığı, olmayacağı bir kalbi taşımışsak! Ya, emaneti koruyamamışsak! İşte daha o gün gelmeden biz görevlerimize, sorumluluklarımıza, ödevlerimize dönmeyi bilmeliyiz. Kalbimizi infakla, hicretle ve cihadla taze tutmalıyız, güncellemeliyiz. Diri ve direngen kalmanın yolları bunlardır. Kalbimizi, sahibi olan Rabbimize hakkıyla teslim edebilmeliyiz. Onun düsturlarıyla yüreklerimize kan vermeliyiz. Vermeliyiz ki, vücudun tüm azaları tevhidle beslensin, tevhid’i hazmetsin, tevhid’i toparlasın ve yaysın.
Ramazan Kayan’ın Çıra Yayınları’ndan çıkan Kitabu’l-Kalp / Yürek Çağrısı kitabını okurken zorlandığımı belirtmeliyim. Ben okurken zorluk yaşadığım halde, yazan neleri büyütmüştür içinde kim bilir! Kalplerimizi kitabıyla buluşturmak gerekir ey kardeşim, ey yarenim!
Okumak, kalbe sevda dokumaktır vesselam…
Fatih Pala yazdı