80 kuşağı şairlerinden Bigalı Âdem Turan. Heyecanlı, tez canlı, kırılgan bir şair… 1960 Biga doğumlu. Biga, yani Çanakkale’nin bir ilçesi… Artık Kuşlarını Uçur adlı şiir kitabıyla bir hayli sükse yapmıştı. Hasan Aycın’ın iş yerinde karşılaşmıştık ilkin. Şöyle havalı pozlarda girmişti içeri. 1990–1991 gibi olsa gerek. Biz Müştehir’le oradayız. Tanıştırdılar. Askerdi, şairdi, Hasan Aycın’ın Bursa’dan arkadaşıydı. Galiba yüzüne gülücükler de kondurmuştu. Öyle bir şey işte… Aslında hikâye uzun ve ne kadar sürecek belli değil. Sonra Yozgat’ta öğretmen iken bir İstanbul arzusu yapışmış yakasına sevgili eşiyle birlikte. Saadetleri cennette de devam etsin inşallah. “Haydi, İstanbul’a gidelim” demişler iyi mi.

Eline kalemi alan soluğu burada alıyor

Adem Turan
(+)

Gele gele Üsküdar İmam Hatip’e kadar gelmişler. Biz de dedik ki birkaç aklıevvel, “yani nedir bu akın. Nedir bu heves-i müptela. Ne var bu İstanbul’da birader. Eline kalemi alan soluğu burada alıyor. Sanki biz keyfimizden geldik o küçücük şehrimizden bu dünyanın başkentine. Haydi, bakalım biraz da sen oyalan buralarda Âdem Efendi. Göreyim seni haydi.” Bunları mı düşündüm yoksa başka dostları böyle düşündü de yüksek sesle ben mi kulak misafiri oldum. Zaten nedir ki hayat veya zaten nedir ki dünya? Oyun ve oyalanma yeri değil midir? Öyleyse haydi çıkalım sokağa, çarşıya, pazara. Bir el edelim deniz kenarından karşı kıyıya. “Hey dostlar, çawayi” diyelim.

Âdem Turan: Artık Kuşlarını Uçur, Hayal Defteri, Son Günün Şiiri, Nisan Çobanı, Ateşte Yıkanmış Atlar şiir kitaplarının şairi. Çengelköy Güzeltepe’de oturur.

‘Himaye’ oldu ‘koruma’

Rüyasına girmişim meğer ve demişim ki “dergi çıkarıyoruz, tez elden bir şiir ver.” Öyle babacan, öyle sevecen bir tavırla da bakıyormuşum ona. Hoş bir manzara imiş ama o bana “şiirim yok ki” demişmiş hemen. Ben de cevaben, “öyleyse yazıver” demişim rüyasında. Şiirin adını da vermişim ona. “ ‘Himaye’ adında bir şiir yaz” demişim. O, nasıl olur, nasıl yazarım diye benimle cedelleşirken yengemiz hanımefendi bir taraftan dürtüyormuş onu, “haydi kalk öğlen oldu”, diyesiymiş. “Gerçi öğlen değildi” diyor ardından, sabah on sularıydı. Ama kalktığımda ise -ki uyanıncaya kadar hep sayıklamıştım “Himaye”, “Himaye” diye-unutuvermiş oldum şiirin adını ve “koruma”, “koruma” diye söylenivermiştim. Tabii yengemiz hanımefendi de şaşırmış bu haline. Bu minval üzere kahvaltıya oturmuşlar. Bugün Cumartesi ya, keyif yapacaklar çoluk çocuk... Bunları heyecanla anlatan şairimiz Âdem Turan’dı tabii. “Böyle böyle oldu”, dedi dükkâna gelir gelmez bir keyifle, “hoş geldin” dedikten sonra ben ona.

Adem Turan ve Nurettin Durman
(+)

Âdem Turan daha geçen gece mutlu ve sevinçli haberi vermişti bana. Eşiyle birlikte Üsküdar İmam Hatip Lisesi’ne atamaları yapılmış. Onlar çok sevinmişler tabii. Ben de sevindim bu güzel habere. Geçen yıldan bu yana görevlendirilmiş olarak bulunuyorlardı bu okulda. Şimdi iyi oldu, rahatlamış oldular.

Sessizce bakıyorum ben sana

Âdem Turan anlatadursun, beni de geceleyin geç saatlere kadar yazdığım yazılar rahatsız etti sabaha kadar uykumda. Kafam dolu dolu uyandım ve evin hanımefendisini camın önünde elinde Kur’an-ı Kerim okurken buldum. Şöyle bir ona baktım, dışarı baktım, karşımızda bir kısmı görünen Boğaziçi Köprüsü’ne baktım ki ağaçların yaprakları döküldüğünde görünüyor penceremizden; baktım biraz ve aklıma geliverdi birden, “Sessizce bakıyorum ben sana”; böyle bir şiir doğdu sabah sabah...

Şair ya, yapar böyle muziplikler

Tabii bugün Cumartesi, dükkâna gitmek gerek. Yıllardır zaten Cuma günleri çalışmıyorum. Eleman falan da yok yanımda. Gelen giden olur, biraz iş yaparız falan, evin nafakası çıkar hiç olmazsa... Bu kadar ihmalin âlemi yok elbet, işi bu kadar asmanın da âlemi yok. Bu benim işim, yıllarımı verdiğim berber dükkânım. İşte böylece dükkânı açmış oldum bu öğlen vakti, dahası öğlen namazı sonrası. Ardından da daha ben “dışarıyı süpüreyim” derken çıkageldi şairimiz Âdem Turan. Bir de cep telefonunu çaldırıp çaldırıp kapatıyor, bakıyorum yok. Durağın oradan uzatıyor başını. Şair ya adam, yapar böyle muziplikleri...

Şiirsiz olmaz

Artık Kuşlarını Uçur adında bir şiir kitabı vardı. Kitabın bu güzel isminden dolayı mıydı yoksa kitabın içindeki şiirler iyi şiirler olduğundan mıydı, bir hayli sükse yapmıştı bu kitabıyla. Hasan Aycın’ın Piyerloti Caddesi üzerindeki iş yeri olan Aycan Grafik’te görmüştüm ilkin. Askerdi, izne gelmişti. Orada tanışmış olduk. Bir arkadaşıyla gelmişti. Onlar daha önceden tanışıyorlarmış meğer Hasan Aycın ile. Biz de Müştehir Karakaya ile uğramıştık Aycan Grafik’e. Kayıtlar dergisi yeni mi çıkmaya başlamıştı ne? 80’lerden kopup gelen şiirsel bir hava esiyordu. Biz o vakitler Kardelen dergisini çıkarıyorduk bir grup arkadaşla... Edebiyat dünyası hareketlenmiş, peş peşe dergiler çıkmaya başlamıştı. 90’lı yılların başıydı. Büyük bir heyecanla “şiirsiz olmaz” diyorduk, şiirsiz olmaz! Dergide çıkan ilkyazımın başlığı da “Yaşasın Şiir” adını taşıyordu.

Beklemeye tahammülü yok

Adem Turan
(+)

Âdem Turan Çanakkale-Biga doğumlu bir şair ve idealist bir öğretmen… Hani artık giderek sayıları azalan o gayretli ve duyarlı öğretmenlerden. Özellikle hassas bir şair, titiz ve kırılgan bir şair… Bilhassa edebiyat dünyasındaki hoş olmayan tavırlar kırıyor onu. Hazmedemiyor bir türlü bu işleri. Bir yerde oldu mu, bir dergide yazmaya başladı mı istiyor ki o samimiyetine ve emeğine karşılık ona gereken değer verilsin. Şiirine değer verilsin. Hafif tersi bir durumda küsüyor adeta. Çok ciddiye alıyor olanları. İçinde biriktiriyor olumsuzlukları. Bunlar da, bu tavırlar da şiirine yansıyor kanaatime göre. Halbuki biraz daha rahat hareket etse çok daha güzel şiirler söyleyecek. Bunları kendine mesele ediniyor ve meseller üzerine şiirler yazıyor. “Artık meseleler yazmayı bırak” diyorsam da beni dinlemiyor. Bir de şiir konusunda çok tez canlı davranıyor. Az yazan bir şair ama şiirini yazdı mı da hemen o ay yayınlansın istiyor. Bu konuda sabırlı değil. Beklemeye tahammülü hiç yok. Yediiklim dergisinin Aralık-2006 sayısında güzel bir şiiri var. Şiirini yazdığında bana göndermişti. Çok hoşuma giden bir şiir oldu. Tebrik ettim. Şiirin adı “Kızarmış Nar Aşkına”. Dergi yönetimi de beğenmiş olacak ki ilk sayfaya koymuşlar. İyi de yapmışlar, böylece şiir hak ettiği yerde sergilenmiş oluyor. Şiirin son bölümü böyledir:

Şimdi, anîden çıkan rüzgârla, başımı

Şimdi, içimde büyüyen dünyayla, sesimi

Yüz yıl mı desem, elma mı desem, Afrika mı?

Şehri boydan boya geçen kuzular aşkına

Mı desem?

Beni ey güz, ağlayan bulutlar aşkına!

Beni ey geçip giden günler, kızarmış nâr aşkına!

Ölüm kapımı çalmadan

Beni dünyanın bütün yokuşlarına…

Adem Turan Hayal Defteriİstanbul’un kalabalığındaki yalnızlardan biri de o oldu

Âdem Turan öğretmen olarak Trabzon–Akçaabat’ta 94-95 yılarında görev yaptı. Daha sonra Yozgat’ın Akdağmadeni’nde 8 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra 2004 yılında İstanbul Kâğıthane’ye tayin edildi. 15 Aralık’ta ise Üsküdar İmam Hatip Lisesi’ne ataması yapıldı. Üsküdar İmam Hatip Lisesi, Güzeltepe’ye çıkarken yolun sağında konuşlanmış bulunmaktadır. Tam altında Yıldırım Beyazıt Camii vardır. Kendisi de Güzeltepe’de ikamet etmektedir. Yani şair Âdem Turan da bu İstanbul kalabalığının içinde kalabalık gibi görünen yalnızlardan biri oldu artık. Bakalım şiirine nasıl etki edecek bu mavi deniz dalgalı meşakkatli hayat.

Bu gün aslında bereketli ve hareketli bir Cumartesi günü oldu benim için de. Âdem Turan gittikten bir yarım saat kadar sonra şair Hüseyin Akın çıkageldi güler yüzü ve hoş sohbeti ile. Selam verdi ve Âdem de gelecek dedi. Haberleşmişler meğer. Âdem Turan’ın tekrar dükkâna gelişiyle akşama kadar önemli bir sohbetimiz oldu. Çay yaptım onlara. Çay yapmada epey ustalaştığımı düşünüyorum. Hem çalışarak hem de memleketin hareketli edebiyat hayatına muttali olmaya gayret ederek akşamı bulmuş olduk böylece. Hüseyin’de birbirimize anlatacak epey şey birikmiş anladığım kadarıyla. İyi de oldu doğrusu. Farkına varamadığım bazı şeylerin açıklığa çıkması bazı işlerde daha dikkatli davranmamı gerektirecek anlaşılan. Biz Hüseyin Akın ile birlikte dört sayı Lamure dergisini çıkarmış olduk. Beşinci sayıdan itibaren genel yayın yönetmeni Hüseyin Akın oldu. Ben dergiyi bıraktım.

Denize bir adımdık

Âdem Turan 1996–1999 yılları arasında çıkarmış olduğum Düşçınarı dergisindeki şiirleri ve yazılarıyla dergiye önemli ve faydalı katkılar sağladı. Düşçınarı dergisini sevdi, Düşçınarı dergisi de Âdem Turan’ı sevdi. Dostluklar böylece pekişti. Anadolu’da iken İstanbul’a her gelişinde Beylerbeyi’ne, bana ve tabii ki Düşçınarına uğramayı ihmal etmedi. Güzel günler birlikte yaşanmış oldu. Düşçınarı’nın altına oturulup sohbet edildi, çay içildi. Tabii aradan yıllar geçti. Yeni oluşumlar çıktı ortaya. Yeni mekânlar, yeni dostlar, yeni dergiler. Ama ne olursa olsun öyle anlaşılıyor ki şair Âdem Turan’ın yolu -Allah sağlık, esenlik, mutluluk versin- daha uzun yıllar Beylerbeyi’nden geçecek. Beylerbeyi’ne uğrayacak. Berber dükkânında, fırının yanındaki kahvede veya güneşli ve serin havalarda deniz kenarında oturacak, sohbet edecek ve çay içecek. Tabii sigarasını da tüttürecek arada bir. Şiirler, portreler, şehir yazıları yazacak.  Yıllar önce yazdığı “Sofra” şiirinin son bölümünü anmadan susmak olmaz her halde:

Moda’da oturmuşuz geç saatlere kadar, beş kişiyiz

Ya da Matbaacılar Sitesi’nde sımsıcak, iki kişiyiz

Beylerbeyi Düşçınarı’nda kaç kişiydik? Gel de hatırla!

Denize bir adımdık, denizi özlüyorduk; bunu unutma!

Ve işte, yılların ardından mavi çocuklarıyla İstanbul!

Sarı saçlarıyla çözülen yerlerimden akan Temmuz!

Ah, anılardan ve taşradan konuşuyorum bu yüzden

Ellerimi çırparak, yüreğimle, ne güzel

Dokunarak sihrine mutad ve derin

Akıp giden sözcüklerin

Akıp giden sözcüklerin…

 

Nurettin Durman paylaştı