Zor zamanlardan geçiyoruz. Zorlukları birlikte omuzlamaya çalışıyoruz. Milyonlar tek yürek oldu, herkes elinden gelen katkıyı vermeye çabalıyor. Nice isimsiz kahraman var bu sürecin içinde. Nice hikayeler var acı, fedakârlık ve umut yüklü. “Mucize” diye nitelendirilen nice kurtuluşlara şahit olduk şu geçen süre zarfında. Hepimiz birlikte üzüldük, birlikte umutlandık, birlikte heyecanlandık. Enkaz altından çıkartılan her can bizlere nefes, yarına dair umut oldu. Depremden saatler, günler sonra hayata yeninden tutunan her canımız için Yaratan’a binlerce, milyonlarca kez şükür.
Toplumu derinden etkileyen bu tür durumlarda gözler kahramanlar arıyor, mucizeler bekleniyor doğal olarak. Bu duyguyu anlamak mümkün elbette. Fakat bir toplumun işi kahramanlara ve mucizelere bırakması bir yönüyle de sorgulanması gereken bir durum. Zira iş kahraman ya da kahramanlara havale edildiğinde birçok şeyin, bireysel sorumlulukların üstü de örtülmüş oluyor. Başa gelen musibet ortaya çıkmazdan evvel kendi payımıza düşen sorumluluklar yok sayılıyor. Kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden yıkım göz göre göre geliyor, biz nihayetinde bir kahramanın ya da kahramanların gelip bizi buradan kurtarmasını bekliyor oluyoruz. Ya da bir kahraman çıkartıyoruz içimizden, onun etrafında toplanıyoruz, ama o gittikten sonra dağılıp toz duman oluyoruz. Kahramanlara umut bağlayan toplumların hayalleri kahramanlarının ömrü kadar oluyor.