“Kadınlar insandır, biz insanoğlu…”
Neşet Ertaş
‘‘Düğünlerde illâ annenin de adı yazılır ya. Ne lüzum var ya? Ne gerek var kardeşim? Babanın adını yazın kâfi. Yok efendim, eşitlik var âlemde… Onun da adı yazılacakmış. Niye ilan ediyorsun eşinin adının ne olduğunu aleme be? Ne gerek var başkalarının, dostlarının, arkadaşlarının…senin eşinin adının ne olduğunu bilmesine? …. Ne oluyor sanki böyle olunca? Ecdadımızın titiz davrandığı yönlerden biri de bu. Yüzünü göstermemişler, elbisesini göstermemişler, adını da saklamışlar…”
“Davetiye de bir hanımefendinin isminin bulunmaması, o kişinin mahremiyetine gösterilen saygıdan kaynaklanıyor. Aslında bu bir tercihtir. Fakat sıradan bir tercih değildir. Arkasında çok güzel bir incelik ve edeb barındırır. Bir müminin şer’i hayatının da ölçüsünü gösterir! O hanımın ismini herkesin özellikle erkeklerin bilmesi gerekmez.”
Yukarıdaki ifadelerden birincisi vaiz bir hocamıza ait. İkincisi ise, sorulara cevap veren bir internet sitesinde yer alıyor. Dinin anlatımında üslubun güzel olması büyük önem arz ediyor. Ancak bunu ayrı bir yazı konusu yapalım.
Bu yazıda, gelinin veya annenin ismini davetiyeye yazdırmayacak kadar “hassasiyetin” doğruluğu üzerinde durmak istiyorum. Bir kadının ismini bilmenin nasıl olumsuz bir yanı olabilir? Bunu, bu düşünceyi taşıyanların izah edebilmesi lazım. Eğer gizlemenin bir maslahatı varsa, yüzlerce hanım sahabenin adı günümüze nasıl taşındı? Hepsi hata mı ettiler? Olur olmaz her konuda hassasiyet gösterilmesi, “Bir şey haddini aşarsa zıddına inkılap eder.” prensibine göre olması gereken yerlerde duyarsızlığı beraberinde getirmez mi?
Dini anlamaya ve anlatmaya çalışırken vahiy ile gelenek arasında ayrım yapabiliyor muyuz? Yoksa, bir uygulamayı ecdadımızdan bazı kişilerin yapmış olması dinen “doğru” hükmünü vermemiz için yeterli mi oluyor? Doğrusu ben bunun bazılarınca yapılamadığını görüyorum. Ancak yapabilmemiz gerekiyor.
Bizde bir ara “Ramazan & Zevcesi” biçiminde basılmış bir düğün davetiyesi sosyal medyada dolaşıma girmişti. Daha düğün olmadığından “zevcesi” olmamış kızın zevce olmasındaki garabet şöyle kenarda dursun, bu “Ramazan” kiminle evleniyor? İnsan, sırf merakından dolayı öğrenmek istemez mi? Bunu herkesin bilmesi şeffaf bir toplum açısından zaten gerekli değil midir? Bu davetiyenin tek “makul” açıklaması, kızın adının “Zevcesi” olması olabilir. Yapılacak başka her açıklama, maalesef akla ziyan bir durumu ortaya koyacaktır.
İsimle ilgili olmasa da garabet arz eden bir uygulamaya da 1997 yılında yapılan nüfus sayımını verebiliriz. Büyükler bilir, bahsi geçen sayımda, erkeklere meslekleri sorulurken, kadınlara sorulmamış ve bu durum büyük tepkiye neden olmuştu.
Bu konuda ciddi sorun yaşayan ülkelerden biri Afganistan. 2017 yılında bir grup Afgan kadın hakları aktivisti sosyal medyada bir kampanya başlattı: “Where is my name? Benim adım nerede?” Mezar taşlarında kadının adının yer almaması, sadece “….’nin annesi, kız kardeşi” gibi bir ifadeye yerilmesi, doğum belgesinde annenin adının yer almaması, düğün davetiyesinde gelinin adının bulunmaması bu kampanyanın gerekçelerine birkaç örnek teşkil ediyor. 18 Temmuz 2020 tarihinde BBC’de yer alan bir haber -doğruysa- trajik bir duruma işaret ediyor. Afganistan’ın batısında yaşayan bir kadın, yüksek ateş şikâyetiyle doktora gider. Doktor gerekli olan ilaçları reçeteye yazar. Eve gelen kadın ilaçları alması için reçeteyi eşine verir. Ancak o da nesi? Reçetenin üzerinde kadının adı yazmaktadır. Kadının eşi bunun üzerine öfkelenir ve adını yabancı bir adama söylediği için kadına şiddet uygular.
Bu uygulamaların dinle değil, dini de kendine uyduran ataerkil bakış açısı ile ilişkili olduğu açıktır. Mahad Qamar ve eşi Safiya Ravat’ın birlikte hazırladığı –acaba Mahad Qamar ve zevcesinin hazırladığı mı demeliydim?- “Hidden Figures in Islamic History-İslam Tarihinde Gizli Simalar” başlıklı makalede, bize öğretilen anlatımın her zaman erkek sahabileri ve erkek âlimleri öne çıkardığına, kadınların her zaman evlerinde ve halkın gözünden uzak biçimde tasvir edildiklerine yer veriliyor. Onların hikâyelerinin daima gizlendiğine ve kitlelere tercüme edilmeden Arapça kitaplarda saklandığına vurgu yapılıyor. Söz konusu makalede çok ilginç örnekler yer alıyor.
“Şifâ bint Abdullah’ı hiç duydunuz mu? Hz. Ömer’in Medine’deki tüm çarşıya zabıta olarak atadığı güçlü zeki kadın. Sopasıyla ortalıkta dolaşıyor, huzuru koruyor ve dinin ticari işlem kanunlarını ihlal edenleri azarlıyordu. Bunu hayal edin. Din konusunda o kadar bilgili bir kadındı ki hem erkek hem de kadınları denetlemek üzere tüm diğer sahabeler arasından seçilmişti. Hatta Hz. Ömer, Mekke pazarına başka bir zabıta atamaya karar verdiğinde, bu işe en uygun kişi olarak başka bir kadını, Semrâ bint Nuheyk’i seçmişti. Bu kadınların cinsiyetine değil, vasıflarına, dini bilgilerine bakılıyordu.
Nuseybe bint Ka’b’ı hiç duydunuz mu? Peygamber Efendimizi (sav) birçok savaşta cesaretle savunan kadın savaşçı. Uhud’da Peygamber Efendimizin onun hakkında şöyle buyurduğu kişi: “Ne zaman sağa veya sola baksam, onun önümde savaştığını gördüm.” Peygamber Efendimizin “Ey Ümmü Umâre (lakabı), sendeki bu cesaret ve metanet kimde var?” diye sorduğu kişi.
Rufeyde bint Sa’d’ı hiç duydunuz mu? Peygamberimiz (sav), savaşlarda yaralıların ve ölmek üzere olanların özellikle onun çadırına gönderilmesini emretmişti. Babasından tıp bilgilerini öğrenerek tıp alanında uzmanlaştı ve diğer kadın arkadaşlarını da hemşire olarak yetiştirmeye başladı. Nazik, empatik bir şifacı olmasının yanı sıra yetimler, engelliler ve yoksullarla ilgilenen şefkatli bir sosyal hizmet görevlisi olarak da biliniyordu.
Ümmü Mihcen’i hiç duydunuz mu? Peygamberimizin (sav) mübarek mescidini güzelleştiren ve bakımını yapan, mescidin temizleyicisi. Peygamberimiz (sav) vefat ettiğinde kimsenin kendisine haber vermemesi nedeniyle üzüldüğü kimse. “Neden bana haber vermediniz?” diye arkadaşlarına sordu. Daha sonra kabrini görmek istedi ve onun için kendi cenaze namazını kıldı. Allah Resulünün (sav) mescidinin bakımının bir kadına emanet edilmesi şaşırtıcı değil mi, oysa bugün birçok Müslüman toplum, kadınların mescide bile girmesine izin vermiyor.
Ümmü Sa’d Cemile bint Es’ad Ensariyye’yi hiç duydunuz mu? İslam’ın asil bir öğretmeni. Peygamberimizin (sav) sahabelerinden Dâvûd ibn Hüseyin’in ondan Kur’an dersleri aldığı rivayet edilmektedir. İbn Esir’e göre Ümmü Sa’d, Kur’an’ı ezberlemişti ve düzenli olarak ders veriyordu.
Kendi çiftliğine sahip olan kadın sahabiyi hiç duydunuz mu? Onun emrinde birçok erkek çalışıyordu, onların patronuydu ve onlar da onun mahsulleriyle ilgileniyorlardı.
Pek çok kadın sahabinin iş kadını olduğunu hiç duydunuz mu? Abdullah ibn Mesud’un karısı gibi… Evin geçimini sağlayan esas kişiydi. Kendisi el sanatları yapıyor ve mallarını pazarda satıyordu.
Aişe bint Ebu Bekir’in aslında “kadın müftü” anlamına gelen “müftiye” olarak kabul edildiğini duydunuz mu? Bu unvanın kadınlar için de mevcut olabileceğini biliyor muydunuz? İslam dünyasının her yerinden erkekler ve kadınlar din konusunda ona danışmak için gelirdi, o da içtihat eder ve fetva verirdi. Peygamber (sav) ile olan yakın ilişkisinden dolayı başkalarının duymadığı pek çok hadisi bildiğinden, diğer sahabenin fetvalarını bile düzelttiği zamanlar olmuştur.
Ümmü’d-Derdâ’yı hiç duydunuz mu? 7. yüzyılda mescidin erkekler bölümünde ders veren tanınmış kadın âlim ve İslam hukukçusu. Sınıfına erkekler ve kadınlar, imamlar, hukukçular ve hadis âlimleri katılmıştır.
Örnek aldığımız ulemanın çoğunun hayatında önemli rol oynayan çok sayıda kadın akademisyeni hiç duydunuz mu? Kadın alim Nefîse bint Hasan, İmam Şafii’ye hadis öğretmiştir. İbn Hacer, İmam Şafii’nin 53 kadın alimden eğitim aldığını belirtmiştir. İbn Asâkir ed-Dımaşkî, 80 kadın hadis ravisinden hadis almıştır.
Fatima el-Fihri’yi hiç duydunuz mu? Dünyanın ilk üniversitesi olan Karaviyyin Üniversitesi’ni kuran eğitimli Müslüman kadın… Bu üniversite, bugün hâlâ İslami öğrenimin en önde gelen kurumlarından biri olarak ayakta duruyor.
Bunlar İslam tarihimizin gizli kadın simalarından sadece birkaçı. İslam’ın kendisine tanıdığı hakları kullanan, bugün kadınları boğan ataerkillik ve kültürlerden etkilenmeyen kadınlar.
İsimlerini öğrenin. İsimlerini paylaşın. Adlarını tarih kitaplarına yeniden yazın.”
Adını tarihe altın harflerle yazdırmış bu güzide hanımları yazı vesilesiyle rahmetle anıyoruz. İsimlerini bilmesek nasıl yâd edecektik, nasıl örnek olarak yeni nesle takdim edecektik? Davetiyeye isim yazdırmayanlar açıklasın bakalım.
Bazı islami gruplar (özellikle de aşırı gelenekçi olanlar) kadını öcü gibi görüyor.
Halbuki erkek ve kadın birbirinin tamamlayıcısıdır. Sizin bu yazınız İslam'ı ataerkil bir boyuta taşıyan aşırı gelenekçi veya radikal gruplara bir cevap niteliğindedir. Elinize sağlık.