“Yeryüzünde dolaşın...” ayetini rehber edinerek çıktık yola; durağımız İspanya. Binlerce yıllık İslam medeniyetinin gözbebeği bu topraklarda kendinizi tarihe şahitlik ediyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Hristiyanların İslam’a açtığı adaletsiz savaşın eserleri bugün İspanya sokaklarında sergileniyor. Bir yanda asaletini zerre miktarı kaybetmeden yüzyıllara meydan okuyan mimarimiz, bir yanda Müslüman olanın gölgesine bile tahammülü olmayan derecede yükselen Batı mimarisi. Ancak hâlâ kaybolmayan bir şey de var bu sokaklarda: Dinini kendine rehber ve ahlak edinmiş güzel Müslümanlar.

O güzel insanlar İspanya’nın sadece güneyinde değillerOsman Nuri Topbaş

İstanbul’da eğitim faaliyetleri ile tanınan bir vakfın güzel bir hizmeti var. İspanya’dan her sene bir grup Müslüman İspanyol’u İstanbul’da ağırlıyorlar, onları Osman Nuri Topbaş Hocaefendi ve İspanyolca’ya çevrilmiş eserleri ile tanıştırıyorlar ve kendilerine buradaki kardeşleri ile zaman geçirebilme şansı sunuyorlar. Birkaç sene önce bu hizmet vasıtasıyla bu kardeşlerimizden bazıları ile tanıştırılmış ve onlara Kur’an öğretme, onlarla sohbet edebilme imkanı bulmuştum.

Bu kısacık süre içerisindeki hizmet, İspanya ziyaretimizde benim en büyük nimetim oldu. Bu arkadaşlık sayesinde İslam’ın kazınmaya çalıştığı topraklarda, İspanya’da yeniden filizlenen ve her geçen gün büyüyen bir huzura, İspanyol Müslümanların güzel yaşamına şahit oldum. İspanya’ya giden arkadaşlarımdan ve büyüklerimden Endülüs bölgesinde yaşayan Müslümanların hikayesini defalarca dinlemiştim. Ancak İspanya’ya gidince gördüm ki, o güzel insanlar İspanya’nın sadece güneyinde değiller; farklı bölgelerde de İslam’ı Hristiyanların tüm baskılarına rağmen yaşayan güzel insanlar var.

“İmanımız var; yani her şeyimiz var.”

İlk durağımız Logrono... Dağın eteklerine kurulmuş bir köyde oturan bir ailenin misafiri oluyoruz. Evin ortanca kızı Nuria ile İstanbul’da tanışmıştık. Annesi ve babası yaklaşık yirmi sene önce Müslüman olmuşlar ve gelip bu köye yerleşmişler. Köydeki tek Müslüman aile bunlar. Yıllar önce evin babası vefat etmiş ve çocukların tüm sorumluluğu anne Aziza’nın üzerine kalmış. Festivallerde, pazarlarda satmak üzere el yapımı ipek şallar ve yelpazeler yapıyor ve evin geçimini bu şekilde sağlıyor anne.

Logrono, İspanyaZengin bir ailenin kızı olan Aziza, kocası ile beraber İslam’ı seçtiğinde, Madrid’den ayrılıp gözlerden uzak bu köyde yaşamayı kabul etmiş. Dışarıdan bakıldığında küçük bir köy evinden başka hiçbir şeyleri yok fakat biraz zaman geçirince anlıyorsunuz ki yaşamları huzur ve sadelikle dolu. Müslüman olduktan sonra dünyaya dair hiçbir şeyin O’nu üzmediğinden bahsediyor Aziza ve ardından her zamanki gibi kahkahayı basıyor ve ekliyor: “İmanımız var; yani her şeyimiz var.”

Buradaki Müslümanların en güzel hasletlerinden biri doğallıkları. Misafirlerine olduklarından farklı davranmıyorlar; günlük hayatlarının içerisinde kendileri nasıl yaşıyorlarsa, ne yiyorlarsa onu devam ettiriyorlar. Ömrümün en bereketli sahur sofrasını bu aile ile paylaştım: peynir, bahçelerinde yetişen domates, yumurta ve sütten oluşan soframızda asıl zenginliğin şükür olduğunu bir kez daha tefekkür ettim. İspanya’da Müslüman olarak kalmak, buralarda çocuk yetiştirmek zor mu diye soruyorum Aziza’ya. Aldığım cevap manidar: “Müslüman nerede yaşarsa yaşasın sıkıntı çeker, biz ‘İstemez misin ey Ömer, dünya onların, ahiret bizim olsun’ diyen bir Peygamber’in ümmetiyiz.”

İstanbul’da sokaklara yayılan ezan sesi çok etkilemiş

İftar için bir başka köye götürdüler bizi. İftar öncesinde kadınlar bir evde; erkekler ise camide (o bölgedeki en büyük mescit) toplanarak bir ders yapıyorlar. İftar vakti geldiğinde erkekler camide, kadınlar ise ders yaptıkları mekanda oruçlarını süt, su ve hurma ile açıyorlar. Sonrasında ise evlerin avlusuna kurulmuş iki ayrı masayı iftar için hazırlıyorlar. Özellikle her beş günde bir toplu iftar yapmaya özen gösterdiklerini öğreniyoruz. Sofraya her aile kendinden bir şeyler getiriyor ve böylece bir arada iftarlarını yapıyorlar.

İftar sofrası deyince gözünüzün önüne İstanbul’da midelerimizi tıka basa doldurduğumuz ziyafet sofraları gelmesin. Çorba, salata ve küçük tabaklarda balık. Sonrasında ise kahve. İftarın sonunda yapılan samimi muhabbeti gördüğünüzde anlıyorsunuz ki, bu insanlar midelerini değil ruhlarını doyurma peşindeler. Köyde tek mescit var ve imamları da eski bir Hristiyan. O da, Aziza ve ailesi gibi Müslüman olunca şehirden köye taşınanlardan. Köy hayatının İslam’ı yaşamak için daha iyi bir yer olduğunu söylüyorlar.

Erkekler teravihe gidince kadınlarla derin bir muhabbete dalıyoruz. Çoğu İstanbul’a birçok kez gelmiş. Bu programın içerisinde onlar için iki tane önemli şey var. Biri İstanbul gezisi, ikincisi ise Osman Nuri Topbaş Hocaefendi ile tanıştıkları zaman. Hocaefendi’nin İspanyolca’ya çevrilmiş kitapları ise aldıkları en güzel hediyelerden. “Sizi en çok ne etkiledi İstanbul’da” diye sorunca, “en çok sokaklara yayılan ezan sesi” diye cevap veriyorlar.Logrono, İspanya

Buradaki Müslümanlarda da Asr-ı Saadet hissiyatı var

Bayanların tesettür tarzı bizim ülkemizde görmeye pek de alışkın olmadığımız bir tarz. Boyunları açıkta ve kendilerini Faslılardan böyle ayırdıklarını söylüyorlar. Ülke içerisinde göçmen konumunda olan Faslılara halk arasında sempati ile bakılmadığını ve kendilerinin öğrenci, doktor, ev hanımı, kimi zaman da öğretmen olarak toplumda kendi tarzları ile tutunmaya çalıştıklarından bahsediyorlar. Eşim akşam teravihten döndüğünde camide hissettiklerini şöyle açıkladı: “Kendimi Asr-ı Saadet’te gibi hissettim. Hani hep anlatılır ya bizlere, bir avuç Müslüman birbirlerini her daim kollar, birinin derdi olsa diğeri hemen onun yardımına koşar, birlikte güler, birlikte ağlarlarmış. İşte buradaki Müslümanlarda da bu hissiyat var. Birbirlerine sımsıkı kenetlenmişler. Aralarında hiçbir kan bağı olmadan, birbirlerine İslam bağı ile bağlanmışlar.”

İspanya’nın geneline baktığımızda buradaki İspanyol Müslümanların çoğu “Community” dedikleri bir cemaate bağlı. Şeyhleri Faslı Abdülkadir es- Sufi. Buradaki Müslümanlar dinî eğitimlerini Fas’taki medreselerde alıyorlar ve sonrasında gelip burada etraflarındaki insanlara anlatıyorlar. Birçoğu İslamiyet ile Müslüman bir kardeşi vasıtasıyla tanışmış ve kabul etmiş.

İspanya’nın diğer bölgelerinde yaşayan İspanyol Müslümanların hayatı da buna benzer özelliklere sahip. Aralarında hiçbir kan bağı olmadığı halde Müslümanlar kocaman bir aile gibiler bu topraklarda. Cemaat ruhuna uygun olarak bir arada bulunmaya, birbirlerine yakın yerlerde yaşamaya özen gösteriyorlar. Yılın belirli zamanlarında Endülüs bölgesinde yaşayan Müslümanlarla bir araya gelip dinî faaliyetler üzerinde konuşup birbirlerine destek veriyorlar. Bu topraklarda bir mescit inşa etmek için bile maddi olarak desteğe ihtiyaçları var ve bir bölgede yaşayan Müslümanların durumu bunu karşılayabilecek düzeyde değil.

Logrono’dan sonraki durağımız ise Endülüs Medeniyeti’nin incisi olan Sevilla, Granada ve Kurtuba. Mustafa İslamoğlu Hoca’nın deyimi ile “Endülüs Umresi” yapmaya gidiyoruz.

 

Hüsniye Gülsev Koç yazdı