Kemal Tahir’in dev eseri Devlet Ana’nın önemli karakterlerinden biri olan Kerimcan romanın son sayfalarında, babasından kendisine miras kalan kılıcını duvara asarken bir Hıristiyan keşiş’in mağarasından getirilmiş çıkını açarak içinden, bu gün her biri tartışmasız doğu klasiği olarak kabul edilen, Kelîle ve Dimne, Siyasetname, Felekname, Kabusname adlı kitapları çıkarmaya başlar. Romanın son sayfalarında yer alan bu sahnede yazar, kısa alıntılar yaptığı söz konusu eserlere ilişkin okuruna adeta ‘bu romanın devam filmi, adını andığım bu kitaplarda sürmektedir. Bulursan onları da oku.’ mesajı vermektedir. Bu eserlerden ilk ikisi kendi şöhretlerini günümüzde de sürdürüyor olsalar da son ikisi neredeyse unutulmayla yüz yüzedir.
Kabusname neden der ki insan
Sultan II.Murad’ın emriyle İlyasoğlu Mercimek Ahmet tarafından dilimize kazandırılan ve muhtelif çevirileri bulunan bu baş yapıt, üslup ve içerik bakımından Ahlak-ı Alaî, Ahlak-ı Nasırî, Siyasetname, Kutadgu Bilig gibi klasik Pendname/Nasihatnamelerle benzerlik taşısa da, her bir satırında Yunus Emre Türkçesinin mensur bir türüyle karşı karşıya olduğunuzu sevinçle fark edersiniz. Bu arı duru dille o çağın iklimini yaşarken kendi yüz yılımızın da ironisini anlamak işten bile değildir.
Kabusnâme, fantastik bir masala ya da ilginç bir rüya tabirleri kitabına isim olabilir ama öğüt ve nasihatler içeren böyle bir kitaba ‘neden kâbus-name denilmiş acaba?’ diye sormak Türkiyeli her okurun aklına gelir. Mercimek Ahmet tarafından çevirisi yapılan bu eserin aslının, İran’da hüküm sürmüş Ziyaroğulları Emiri Keykavus’un oğlu Gilanşah için yazdığı öğütler olduğunu öğrendiğinizde bu tuhaf ismin üzerindeki perde birazcık aralanır ve Kabus-name adındaki ‘kabus’un Türkçedeki kabusla uzaktan yakından bir bağının olmadığını, yazarına atfen, Key-Kavûs (ikinci k kalın okunur), bu adla meşhur olduğunu fark ediverirsiniz.
İçinde neler var?!
Kırk dört bölümden oluşan bu eser, tıp, astroloji, şiir, müzik gibi bilim ve sanatın inceliklerini anlatan bahislerinin yanında hayatın her anına ilişkin öğüt ve tavsiyelerde de bulunur. Öyle ki bu özelliğinden dolayı örgün öğretim ve yaygın eğitimin her sınıfında okutulabilecek bir Hayat Bilgisi Kitabıdır Kabusname. Kitabı daha yakından tanıyabilmek için içindekiler kısmına göz attığınızda yüzünüzü bir sevinç dalgası saracağını garanti ediyorum: ‘Ata ve Ana Hakkın Yerine Getirmeyi Beyan Eder; Yemek Terbiyetin, Ayinin ve Erkânın Bildirir; Hamama Nice Girmek Gerek Anı Beyan Eder; Latife Etmek ve Satranç Oynamağı Beyan Eder; Avrat Alıcak Nice Avrat Ala ve Nice Dirlik Ede, Anı Beyan Eder; Şairler Terbiyetin Beyan Eder… vs.’
Başının ucuna koyasın!
Kâbusname’nin günümüz Türkiye’sinde oldukça az bilindiğini, , bilip okuyanların da bu kitabı hakkıyla tahlil edemediğini hatta okur-yazar çevresinde kötü sayılabilecek bir ün edindiğini ifade edelim. Memleketimizin mürekkep yalamışlarının ciddiye aldığı yazarlardan Alev Alatlı, bir zamanlar Sünni İslam’ın başucu kitabı olan Kabusname’de içki içmenin âdâbı muaşeretinin konu edilip incelenmesini ilginç bulduğunu Schrodingerin Kedisi’nde belirtir. Türkçülerimiz Keykavus’un Türkler üstüne yaptığı değerlendirmeleri, sevinip üzüleceğini bilemeyen ikircikli bir ruh haliyle mırıldanıverirler. Bir de homoseksüelliğe tarihsel bir arka plan arayışı içerisinde olanların derleme listelerine Mesnevi’den hemen sonra Kabusname dâhil edilir.
Oysa Kabusname’nin kaderi Yunus’un şiirleriyle ya da diğer büyük eserlerin kaderiyle aynı olmuştur. Eser günümüze ulaşıncaya kadar pek çok ilavelere, eksiltmelere uğramıştır. Eserin farklı kütüphanelerde yer alan farklı yazmaları bunu kanıtlar netliktedir. Nitekim Mercimek Ahmet de farisî dilinden çevirdiği bu eseri, ilave örnek ve açıklamalarla kendi uyarlaması haline getirdiğini kitabın başında itiraf etmektedir.
Hâlihazırda ülkemiz okurları için piyasada bulunabilecek sadece iki farklı baskısı olan ve her ikisi de ikinci baskılarını henüz yapamayan Kabusname’nin okunmaya değer olup olmadığı sorusuna kitabın kendi diliyle cevap verelim: ‘Hoş kitaptır ve içinde çok faideler ve nasihatler vardır. Hikayetinden halavet buluna, mefhumundan gönüller haz ala…’
Zekeriya Şener hatırlattı