Jan Devrim 1974 Düzce doğumlu. İlk yazılarını yerel dergi ve gazetelerde yayınladı. Ardından, Endülüs, Düşçınarı, Ayvakti, Bir Nokta ve Lamure dergilerinde öyküleri yayınlandı. “Kayıp Bahçenin Çocukları”, “Ben Deccal” ve  “Bu Şarkıları Beni Ağlatmak İçin mi Yazdılar”,  isimli üç öykü kitabı var. Bilgisayar Programcılığı, Teknoloji ve Mobil Yaşam konularında yazıları çeşitli dergilerde yayınlandı. Bir özel şirkette Teknoloji Yöneticisi olarak çalışıyor. Çalışma Ekonomisi ve Bilgi İşletim Sistemleri eğitimi aldı. Furkan Bersis ve Rana Tıjın'ın babası. 

Çoktandır yoktu. Nihayet telefonda buluştuk ve sesimizi ulaştırdık birbirimize.  

Yazmaya nasıl ve nerede başladınız?

Bir yerel gazetede mizah öyküleri yazarak başladım. Yazdığım bir öyküyü değerlendirmesi için başvurduğum yerel bir gazetenin yazı işleri müdürü, gazetenin mizah sayfasını hazırlamamı teklif etti. Hazır klişelerden bulabildiğim süslü harfler ile zigzag adını verdiğim sayfamda ufak mizah öyküleri yayınlıyordum. Zamanla her gün yazmaya başladım. Yazmaya çalıştığım türler içinde öykü ve deneme türünün, anlatmak istediklerime daha kolay zemin oluşturduğunu gördüm ve bu yönde devam etmeye karar verdim.

Kaç  yaşında olduğunuzu anımsıyor musunuz?

14 – 15 yaşlarımdaydım.

Sizi yazmaya veya okumaya teşvik edenler oldu mu?

Yerel Gazetenin az sayıda okuyucusundan gördüğüm ilgi beni daha fazla yazmak için cesaretlendirdi. Ufak bir şehirde, gecelerimi TV karşısında çürütmekten daha verimli, daha dolu bir yol bulmuştum. Gazetenin diğer çalışanları da bana vakit ve emek harcamaktan çekinmediler. Okumak konusunda genelde eleştirildim, çok okuyan insanların soyutlanmış ve anti sosyal olduklarına dair yaygın bir kanı vardı. Bu yüzden, okumayı teşvik ediyormuş gibi görünenler, kapı ardında fısırdıyor ve gülüşüyordu genelde.

İlk yazdığınız yazı - şiir – öykü yayınlandığında ne hissettiniz?

"Jan'ca bir Merhaba" isimli ilkyazımı defalarca okudum. Uzun süre cebimde taşıdım. Okulda arkadaşlarımın öğrenmesinden ve beni ayıplamalarından korktum önce. Sonra onlara da söyledim. Birkaç hafta hiç yanımdan ayırmadım. Gazete'de yazdığım müddetçe, vakit olduğunda entertip makinesinin başına gider ve yazdıklarımın klişe haline gelmesini izlerdim. Daha sonra da baskı makinesinin karşısında sayfaların basılmasını seyrederdim.

Jan Devrim

Yazma tutkunuzu başından başlayarak anlatır mısınız?

Yazma tutkusu, okumak ile başlıyor. Okuma yazmayı öğrendiğim günden beri, kitap giren bir evde de yaşadığımdan sanıyorum, her boş vaktimde elimde gazete, kitap, dergi bulunurdu. Yolda bakkala giderken, yere atılmış bir gazete bulsam okurdum. Yaşadığım şehirde, kitap bulmak zordu, kitapçı yoktu. Eş dostun evine gittiğimizde, birçok çocuk oyun odasına koşardı, ben de kütüphaneye koşar, bulabildiğim kitapları okurdum.

Her çeşit kitabı okudum: roman, hatıra, tarih, çizgi roman, hikâye, şiir... Evde tarih kitapları, bu konuya meraklı amcam sayesinde boldu. Bir dönem, ansiklopedi satıcıları kapı kapı dolaşır, çeşit çeşit set satardı. Babam bunların birkaçına kapılmış, bir kaç ansiklopedi seti almıştı. Diğer tür kitaplar bitince bunları okumaya başladım.

Yazmaktan önce okumaya tutulmuştum. Ne top peşinde koşan, ne de ders çalışmaktan zevk alan birisiydim. Bu yüzden, elime okuyacak bir şey bulduğum müddetçe okudum. Bir süre sonra okurken ufak ufak yazmaya başladım. Önceleri ufak şiirler, denemeler yazıyordum. Gazete macerası ile birlikte, mizah içerikli denemeler yazdım. Sonra da ufak ufak öyküler yazmaya başladım. Öyküler ile ilgili okuyuculardan ilgi gördüm.

Şiir ve diğer türlerden kopup, öyküye bağlanmaya başlamam, okuyucu olarak öykünün, özellikle durum öyküsünün beni büyülemesinden kaynaklanıyordu. Önceleri yazdıklarımın okunuyor olması, okuyanların tepki vermesi beni etkiledi. Yerel gazeteden sonra, bir süre sonra kendi gazetemizi ve dergimizi bir ufak ekip olarak çıkarttık. Bu yayınlarda da haber yazmak dışında, ufak öyküler, denemeler yazdım. Köşemin adı "Işığa Doğru"ydu.

Ekonomik kriz ile birlikte, lise öğrencisiyken bir arkadaşımla kurduğum ufak bilgisayar firmasını  kapatıp İstanbul'a öğretmen olarak geldim. Uzun bir dönem boyunca yalnız yaşadım, bu zamanı ufak bir bekâr odasında okuyarak ve yazarak geçirdim. Kendimi sadece öykü yazmaya vermiştim, tesadüf eseri tanıştığım Âdem Özbay ve onun beni tanıştırdığı Nurettin Durman ile Endülüs, Düşçınarı gibi dergilerde yazmaya başladım. Endülüs bir gençlik hevesi olarak, tadını asla unutmayacağım dolu bir dergiydi. Acemilikle samimiyetin birbirine girdiği bu dergiyi Âdem Özbay ile birlikte hazırladık, ancak onun harcadığı zaman ve emeğin benimkinden kat kat fazla olduğunu belirtmem lazım. Ardından, Nurettin Durman'ın yol göstermesi ile benim için çok daha olgun ve deneyimli yazarların dünyası olan Düşçınarı'nda birkaç öyküm yayınlandı. Her iki dergi de zamanlarını doldurup, bize veda ettiğinde bir dergi ile ciddi bir bağlantımın kalmadığını hissettim. Bu dönemde, Ayvakti ağırlıklı olmak üzere çeşitli dergilerde öykülerim yayınlandı. Aynı dönemde, ilk kitabım olan Kayıp Bahçenin Çocukları yayınlandı.

Bir çocuğa sahip olmak kadar heyecanla beklediğim bu an, benim için çocukluk hayalimin gerçekleşmesidir. Belki binlerce kez kendi yazdıklarımı okudum. Beğendiğim beğenmediğim yerleri ile yaramaz bir çocuk gibi ilk kitabımı sahiplendim. Bu dönemlerde, daha içinde olduğum İstanbul'un edebiyat dünyasından, iş yoğunluğumun artması ile uzaklaştım. Daha önce katıldığım sohbetlere katılamaz, takip ettiğim dergileri okuyamaz hale geldim.

Ancak; gördüm ki, bu etkiler ve sohbetlerin faydalı olduğu kadar zararlı olduğu, insanı rahatsız ettiği birçok nokta var. Uzaklaşarak, sadece kendi hissettiklerimi, kendi düşündüklerimi yazar ve kimseden içerik olarak etkilenmeden kalem (klavye) ile kendi arama birisini sokmamış oldum sanıyorum. 2005'de ilk kitabımdan sonra yazdığım ve bir kısmı yayınlanmamış öyküleri "Ben Deccal" kitabı ile yayınlama imkânı buldum. Bu kitap, ilk kitabımda aradığım tarzı yavaş yavaş bulduğum, ne kadar ve nasıl yazmak istediğime karar verdiğim öyküleri içeriyor. Aynı zamanda, toplumla aramdaki sorunun adını da bu kitapta koyduğuma, içimdeki düşmanımı adını koyarak gösterdiğime inanıyorum. Bugüne kadar iyi kötü takip ettiğim düzenli yazma sürecim de ne yazık ki Ben Deccal ile birlikte sona erdi diyebilirim. 2007 Mart ayında, bu kitaptan sonra hazırladığım öyküler ile yazma maceramın ilk günlerine ait metinleri "Bu şarkıları beni ağlatmak için mi yazdılar" isimli kitabımda toplama fırsatı buldum. Bu kez de, öykü yazarak kendimle hesaplaşabildiğimi fark ettim. Yıllanmış sorunlarımı, hayatımı altüst eden çıkmazları yazdığımda, çıkış yolunun ve ışığın görülebildiğini hissettim. Asla anlamadığım insanların öykülerini yazarak onları anlayabildiğimi gördüm. Yazmak en çok kendi içimde bir gezinti, okuyarak biriktirdiğim dünyaları, yaşayarak anladıklarımı başkalarına da anlattığım bir pencere...

Nurettin Durman konuştu