Koştuk koştuk, çok yorulduk dünya peşinden. Nefes alacak, sırtımı yaslayacak bir yer lazım. Adetin dışına çıkacak, normal olan fakat fıtrî olmayan yaşantımızın içinden bir dönemcik dahi olsa sıyrılmamızı temin edecek bir zaman dilimi gerekli. Oturup yaptığımızın ve yapmadığımızın hesabını göreceğimiz, kendimizi bir Molla Kasım gelmeden önce sigaya çekeceğimiz, kendimizle başbaşa kalabileceğimiz bir vaktimiz olmalı.
Senelik izni itikafa düşürmek
Senelik izinleri falanca sayfiyyede safa sürerek geçirmeye bir alternatif olarak, o izinleri Ramazan ayına denk düşürüp itikafa niyetlenmek bendenize Allah nasip ederse gelecek seneki Ramazan-ı Şerif'te nasip olacak. (Bu sene iznim kalmadığı için “seneye” diyorum. İnşallah.) Kuşatılmış olmaktan şikayetlenmeye, kendime bir tenha bulamamaktan ve maruz kaldığım şehir kalabalığından (yaşadığım alanlar İstanbul'un en sakin bölgeleri olmasına rağmen) müteessir olmaya başladım zira.
İnsanlardan kaçmak gibi bir derdim yok. Onların mevcut durumunu kendimden daha beter görerek, kendimi onlardan sakındırmanın, kötülüğü emreden nefsimin işine geleceğini ve bunun bir kibir numunesi olduğunu, kibirlinin ise rahmetten mahrum kalacağını öğrenmiştim.
Cehennemden teğet geçmek niyazı
İtikaf, halvet ve çile... Bir iki fark hariç üçü de aynı kapıya çıkıyor tabiri caizse. Halvet ve çile beni aşar. Bu ikisi kişinin kendi isteği ile olacak şeyler de değil zaten. İtikaf iyidir. Ramazan-ı Şerif'in son on gününde, cehennemden azad edilmeye aday olunduğu zaman dilimlerinde kendini kapatmak, ilk on günün rahmetinden, ikinci on günün mağfiretinden sonra, cehennemden azad olanlardan olmak niyazı etmek gibi bir ameliye.
İtikafta ne yapabilirim? Kendimle ve Rabbimle başbaşa kalırım. Kendimle başbaşa kaldığım vakitler, kendi kulağımı çekerim, yaptığım yanlış hareketleri bir daha yapmamak için kendimi tenbihlerim. Rabbimle aramızdaki münasebeti düşünürüm. Ne için yaratıldığım, neye yaradığım hakkında kendime sorular sorarım, kendimden cevaplar alırım. Ah önce bi itikafa girebilsem!..
Dünya insanı çok oyalar
Bir şeyle birlikteyken, böylesi tefekkür zor olur. Hatta neredeyse mümkün değildir. Varlık, yani beş duyuyla algınan şeyler insanı oyalıyor, hem nasıl oyalıyor. Said Paşa imamı Şeyh Hasan Rıza Efendi, günlük işlerinden boşalan vakitlerinde yün çorap örermiş. Niye böyle yapıyorsun dediklerinde, “maddî dünyayı, masivayı algılamamak için yapıyorum” kabilinden bir cevap verirmiş.
Rasulullah Efendimiz Hazretleri, kırk yaşından evvel yani insanlara İslam'ı tebliğ etmeden evvel, Cebel-i Nur'daki Hira Mağarası'na giderek sıkça halvet yaparlarmış. Efendimiz Hazretleri'nin yaptığı bu halvetin İslam hayatına intikali, sünnet-i seniyye olarak özellikle Ramazan ayının son on gününde yapılan itikafla olmuş. Sevgili Peygamberimiz dünyadaki hayatının son bir kaç senesinde de Ramazan-ı Şeriflerin son on günlerini Mescid-i Nebevi'de geçirmiş, burada itikafa girmiş.
Hiç konuşmadan on gün
İtikafta ne yapmamız gerekiyor? diye sorduğumuzda yapmaktan ziyade yapmamak için itikafa girileceğini söylüyorlar. Bir kere hiç dünya kelamı edilmiyor itikafta. Zaten yemek de yemiyoruz, oruçluyuz. Az uyuyoruz.
İtikaf için izin verecek bir cami bulabilirsek orada bu sünneti yerine getirebiliriz. Bulunamazsa camiye çok yakın oturan bir komşumuzdan, akrabamızdan bize bir oda ayırmasını rica edebiliriz. Oradan beş vakit namazın haricinde çıkmak yok. Kendimizi tefekküre, Allah ile gönül ve kafa rabıtasına vererek on günümüzü orada geçireceğiz.
Her babayiğidin harcı değil
Günümüzde on gün bir yere kapanmak çok zor bir şey. Yani düşündüğün zaman, bir televizyon yok. Telefonların kapalı. Feysbuk yok, tivitır yok. İnsanların senden durum güncellemesi, tivit beklediklerini düşünüyorsun. Falan şarkı aklına geliyor, filan gazetenin manşetini merak ediyorsun. Koca Ramazan ayı boyunca kendisinden iftar daveti beklediğin ya da birlikte bir iftar programı tertip etmeyi düşündüğün arkadaşlarının neler yapıyor oldukları hakkında tahminler yürütüyorsun. Okumak istediğin kitaplar vardı, aklın onlara kayıyor. Akşam bana iftarlık ne getirecekler acaba diye de düşünmekten kendini alamıyorsun. Bunun gibi bir sürü gereksiz şeyler gelebilir akla. Bütün bunları bir kenara atarak, kendinle başbaşa kalmaya çalışmak, amiyane tabirle her babayiğidin harcı değil.
Bu yiğitliği gösterip, Hazreti Peygamber Aleyhisselam'ın bu güzel sünnetini yapabilmenin yollarını arasak, kendimizi buna hazırlasak, gönlümüzü peşinden koştuğu oyuncaklarından bir müddet Allah için ayırsak, ne güzel olur. Kazanan gene biz oluruz.
Ahmed Sadreddin yazdı