Eski bir İstanbul Beyefendisi ve nazırlık derecesinde hizmetlerinin yanı sıra uzun yıllar devlet hizmetinde bulunmuş olan Balıkhane Nâzırı Ali Rıza Bey (1842-1928), bu hizmetleri haricinde İstanbul yazıları ve eserleri ile de tanınmıştır. On Üçüncü Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı bir yazı dizisi Peyâm, Peyâm-ı Sabah, Alemdâr, Renin gibi gazetelerde tefrika edilmiş, daha sonra aynı isimle yayınlanmıştır. Konumuzla alakalı kısmı bu dizi yazının Ramazan Adetleri başlıklı kısmıdır. İstanbul’da Ramazan Mevsimi (Haz. Ali Şükrü Çoruk, 1998, 117 s.) adıyla Kitabevi Yayınları arasından çıkan eser 'minarelerde kandil yakılması' adeti ile başlar ve Kadir Alayı ve Bayram Alayı ile son bulur. Özellikle Kadir Gecesi'nden başlayarak büyük bir izdihama ve kalabalığa sahne olan Ayasofya Camii ve Eyüp Camileri iftar saatinde coşkulu bir kalabalığa sahne olur, o gece sabaha kadar açık kalıp, tekkelerdeki zikrullah ayinlerine sahne olurmuş. “Elvedâ Ya Şehri Ramazan” eşliğinde hüzünle birlikte edilen vedalar bir başka teselliyi de beraberinde getiriyor: Ramazan Bayramını…

İstanbul, bayramlaşma gününde yine görkemli bir ana şahitlik eder. Bayramlaşma, Ali Rıza Bey’in ifadesi ile Bayramlaşma imsak vakti icra edilir. Payitahta bayramlaşma padişahın da iştirakiyle “Bayramlaşma Alayı” ile icra edilir. Sultan Mahmud 1836’dan itibaren bayramlaşma merasimini eskisi gibi Kubbealtı'nda olmak üzere bayram alayından sonra icra ettirmeye başlamıştır. Alaya mensup olanlar teşrifat kaidesince, Sultan II. Abdülhamid Han zamanına kadar at üzerinde sağ tarafta ikişer ikişer olmak üzere giderler ve yol hademeleri alayın hareket ve nizamını sağlarlar. Bundan sonrasını Balıkhane Nazırı’nın kaleminden okuyalım:

“Alaylarda şehzadelerin de bulunması usulü Sultan Abdülaziz zamanında başlamış olduğundan 1856 yılı Kurban Bayramında icra olunan alaya Murad Efendi, Hamid Efendi, Reşad Efendi ve Burhaneddin Efendi hazretleri de katılmıştı.

Sultan Mahmud devrinde icra olunan bir bayram alayında yakışıklı ve gösterişli bir zat olan Hâlet Efendi geçerken seyirciler arasında bulunan ihtiyar bir kadın kendisine “Maşallah efendim maşallah, alaya ne kadar da yakışmışsın. Allah seni padişahımıza şirin göstersin!” diye bağırmış. Hâlet Efendi mizacen şakaya pek yatkın birisi olduğundan alayda kendisini takip eden ve şahsen pek çirkin olan Canib Efendi'yi göstererek “Hanım bu ettiğin duaya benden ziyade arkadan gelen efendi muhtaç olduğundan ona söyle.” dediğini anlatırdı.

Kavukların çıkıp feslerin gelmesi

Vak’a-i Hayriye’den sonra kavuklar yavaş yavaş bırakılıp herkes fes giymeye başladığından bayram alayları da yeni tarz elbiselerle yapılmaya başlanmıştır. Sultan Mahmud yeni elbiselerle gerçekleştirilen ilk bayram alayında sorguçlu fes, devlet ricali sırmalı fes ve diğer görevliler dal fes takmışlardır ve alayda bulunan herkes setre ve pantolon giymişti. Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra peykler (Osmanlılarda yaya bir postacı sınıfı olup hızlı koşmakla tanınmışlardır) ve solakların (padişahın muhafazası amacıyla atının yanında giden askere denir) da kıyameti değiştirilip başlarına fes şeklinde kadifeli, çenesi kordonlu, üstü renk renk tüylerle süslenmiş kalpakla beraber setre ve pantolon giymişlerdir. Abdülmecid Han devrine kadar solaklar bu kıyafetlerini muhafaza etmişlerdi. Abdülaziz zamanında ise kaldırılmıştır. Devletimiz aynı zamanda Bizans İmparatorluğunun varisi konumunda olduğu için özel günlerde icra edilen alaylar, sorguçlar, solaklar, peykler ve resmi elbiseler hep onlardan alınmış teşrifat kaidelerindendir.

Adet yerini bulsun kabilinden ziyaretler

Birde garip adetlerden birisi de bayram tebriği meselesidir. Evet, insanın hısmını, akrabasını, eşini, dostunu ziyaret ederek bayramlaşması gerekir. Ancak uzaktan tanıdığı itibarlı kimselerin konaklarına bayramlaşmaya gitmek acaip bir durumdur. Gittikleri büyük zatlar konaklarına gelen bu türlü adamların çoğunu tanımazlar bile. Bu kişiler bir takım yapmacık davranışlarla boş laflarla kendilerini beğendirmeye çalışırlar ve bu ziyaretler için pek çok masraflar ederek kapı kapı dolaşırlardı. “Ne yaparsın gitmesen olmaz, âdet yerini bulsun.” derlerdi. Gittikleri yerlerde bu türlü ziyaretlerden rahatsız olan hane halkı bayram tatillerinde, mevsimine göre, konakta iseler yalılara, yalılarda iseler konaklara kaçarlardı.

O büyük zatlardan bazıları el etek öptürmekten hoşlandıkları için bayram günlerinde evlerinde bulunmayı tercih ederlerdi. Artık odalar, salonlar, dolar dolar boşalır. Sürü sürü ziyaretçilerin bir kısmı ev sahibinin huzuruna çıkarılır. Diğer kısmı sıranın kendilerine gelmesini bekler. Bu ziyaretçiler arasında ev sahibinin amiri olduğu daire ile işi olanlar hizmetkarlardan gördükleri hürmetin karşılığında hatırı sayılır bahşişler verirlerdi.”

Kâmil Büyüker, yazdı.