Celal Al-i Ahmet’in henüz Farsça’dan dilimize çevirilmemiş kitabı “Sefer be Vilayeti Azrail” (Azrail’in vilayetine Yolculuk), yazarın 1962’de, on beş gün süren İsrail gezisindeki gözlemlerinden oluşur. Henüz Marksizmin etkisinden kurtulmakta olan Celal Al-i Ahmet için İsrail’in kuruluş yılları, hem sosyalizm ve Siyonizm arasındaki “yerleşim sistemi” benzerliği, hem de yeniden keşfetmeğe başladığı “Müslüman” kimliği gözüyle ayrıca önemlidir.

Bir marksist yazarın İslam’ı yeniden keşfi

Celal Al-i Ahmet, 1923 yılında oldukça dindar ve âlim bireylerden oluşan bir ailede dünyaya geldi. Ancak, üniversite yıllarında ailesinin taassubuna rağmen İran’ın en güçlü marksist örgütü Tudeh Partisine katılarak tamamen dinden koptu. “Müdür-i Medrese” (Okul Müdürü), “Did-  Baz did” (Karşılıklı Ziyaretler) gibi ses getiren romanlar yazdı. Tudeh Partisi’nin Sovyetler Birliğine boyun eğmesine karşı çıktığı için partiden ayrıldı. Bu dönemde pek çok din karşıtı eseri Fransızca’dan çevirdi. Aynı yıllarda ünlü İranlı edebiyatçı Simin Danişver ile evlendi.

Milli kökenlerini incelemek için girdiği antropolojik araştırmalar, onu yeniden dine yöneltti. Böylece Al-i Ahmet, Garpzedegi (Batıcılık) vurgununu keşfetti ve dilimize de çevrilmiş olan en etkili kitabı Garpzedeler’i yazdı. Böylece Marksist olarak başladığı entelektüel hayatı, İslami bir perspektifle nihayet buldu. Yazar 1969’da Gilan’da bir köyde, 46 yaşında vefat etti. Celal Al-i Ahmet, Ali Şeriati ile birlikte İran’ın en önemli çağdaş yazarlarından biri olarak kabul edilir.

İsrail anladığımız manada bir devlet değildir

Celal Al-i Ahmet, kuruluş yıllarında, bugün İsrail olarak tanımladığımız bölgeye yaptığı birkaç günlük seyahatten sonra, neden İsrail’i vilayet olarak tanımladığını şöyle açıklıyor: “İki anlamda vilayet diyorum. Birincisi İsrail hükümeti Filistin topraklarında bir tür vilayettir, devlet değildir. Daha doğrusu İsrailoğulları’nın yeni varislerinin ‘vaadedilmiş topraklardaki’ hükümetidir. Filistinlilerin hükümeti değil. Zaten problemin ilk kaynağı da İsrail hükümetinin varlığı, bu topraklara girmiş olmasıdır. İkinci olarak da İsrail bizim anladığımız manada bir devlet değildir. Save şehrinin sınırında, 8000 m2’den küçük bir avuç toprak parçasıdır.”

Celal Al-i Ahmed, "Azrail'in Vilayetine Yolculuk" kitabında sık sık İsrailoğulları’nın “vaat edilmiş topraklar” meselesini ne denli abarttıklarını şu sözleriyle eleştirmektedir: “‘Vaat edilmiş topraklara yerleşmek’ hezeyanıyla asırlarca pek çok sefalete katlanmış, sürgün edilmiş bir millet düşünün. Sayelerinde emellerine yaklaştıkları Ben Gurion (İsrail’in ilk başbakanı) gibi günümüz siyasileri onların gözlerinde tabiri caizse peygamberler kadar kutsaldır. Ve yeni kutsal varisler, bu küçücük toprak parçasına sığdırmak için, New York ve dünyanın dört bir tarafına dağılmış milyonlarca Yahudiyi (aslında o kadar da vaat edilmemiş) bu topraklara davet etmektedir.”

Siyonizm-sosyalizm örtüşmesi

Celal Al-i Ahmet, 1948 yılında sosyalist Tudeh Partisiyle yollarını ayırmıştı. Sosyalist arka planı, Filistin topraklarındaki bu Siyonist oluşumla hassaten daha çok ilgilenmesinin bir başka nedeniydi. Çünkü İsrail’in yapılanması, Siyonizm ve sosyalizmi, yerleşim mantığı olarak bir araya getiren “Kibbutzlar” yoluyla olmuştur. (Yazar vurgulamış olmasa da Kibbutz İbranice ortak yerleşke, komün gibi anlamlara gelir. Kibbutz fikri 19. yy’da Saint Simon gibi düşünürlerin etkisiyle gelişmiştir. İlk kibbuta 1909 yılında kurulmuştur. Günümüzde İsrail nüfusunun %3 ünü, 1000 nüfuslu bu 250 kibbutz oluşturmaktadır.)

Celal Al-i Ahmed’in, kuruluş yıllarında bir davet üzerine gittiği İsrail, onun için pek çok yönden etkileyicidir. Kitabında dünyaya şöyle seslenmektedir: “2. Dünya savaşında ‘Dachau’ ve ‘Buchenwald’ toplama kamplarında Batılı faşistlerin fırınlarda yaktığı Yahudilerin günahının kefaretini neden ben ‘Doğulu’ ödüyorum. Üstelik Batı’nın İsrail için yaptığı jestin faturasını ödemem de cabası.”

Arap dünyasını neden eleştirdi?

Yazar bu seyahati esnasında çeşitli vesilelerle görüştüğü İsrailli diplomatların, rakamlarla oynayarak, İsrail’e göç eden Yahudi sayısını, Araplar ve diğer ülkelerin dikkatini çekmemek adına, olduğunun kat be kat altında gösterdiklerine de şahit olmuş. İsrail’in kuruluş yıllarındaki eğitim sistemini ise şu şekilde özetliyor: “1948 yılında ilkokuldan üniversiteye kadar olan öğrenci sayısı 130 binken, bu sayı 1962’de 600 bine ulaşıyor yani 5 kat artıyor. Dünyanın dört bir yanından vaat edilmiş topraklara gelen Yahudiler, kültür farklarını gidersinler ve dilleri İbraniceyi daha iyi öğrensinler diye büyük bir eğitim seferberliği başlatılıyor. Kadın erkek yetişkinler, 6 aylık bir eğitimden sonra öğretmen oluyordu. Böylece 1948 yılında nüfusun yarısını gayrıresmi öğretmenler oluşturmaktaydı. Bu denli büyük çaplı bir eğitim seferberliğinde sınıf, okul vb. sorun da yoktu. Çünkü zaten sosyalizmden ilhamla, tarıma dayalı bir sistemle kendini idame ettiren ‘Kibbutz’ ve ‘Moşav’ isimli yerleşkelerde kimse mal sahibi olmadığı için, yaşanılan bu yerler aynı zamanda sınıf vb. sosyal amaçlarla da kullanılabiliyordu. Zamanla öğrencilerin önceki eğitim ve kabiliyetine uygun bir şekilde gruplandırmalar da yapılmıştı. Ayrıca kadın- erkek her fert bir dönem askeri eğitim de almakla mükellefti.”

Yazar notlarında sık sık Arap dünyasını, tüm bu olup bitenler karşısındaki sessizliklerinden ve parazit gibi algıladıkları Filistinli mültecileri, bir çovgan (polo) topu gibi sopalarının ucunda birbirlerine paslamalarından dolayı da eleştiriyor. Celal Al-i Ahmet bu satırları yazdığından beri tam 45 yıl geçmiş. Günümüz siyasilerinin nezdinde,  o kadar bile değeri kalmadı artık Filistinli ve Arap halklarının…

 

Zeynep Özel yazdı