İSRA SURESİ’Nİ TANIYALIM
Kur’an-ı Kerim’in Mekke döneminde inen surelerinden olan İsra Suresi 111 ayettir. 26, 32, 33 ve 57. ayetler ile 73-80. ayetlerin Medine döneminde indirildiğine ilişkin rivayetler vardır. Mushafta on yedinci sıradadır. Sure, adını ilk ayetin konusu olan “İsra” hadisesinden almıştır. “Geceleyin yürütmek” anlamına gelen “İsra”, Miraç yolculuğunda Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gece Mekke’den Kudüs’e götürülmesini ifade eder. Surenin diğer bir adı da “Benî İsrail Suresi”dir.[1]
Surede Allah Teâlâ’nın Efendimize bahşettiği İsra ve Miraç hadisesinden sonra İsrailoğulları’nın kıssasına yer verilir. Geçmiş ümmetlere de emrolunan ve yasaklanan hususlar hakkında İbni Abbas’ın 23-40. ayetler arası on sekiz ayetin Musa peygamberin (Aleyhisselam) levhalarında da bulunduğunu söylediği nakledilmiştir. Surede zikrolunan bir diğer kıssa Âdem (Aleyhisselam) ve İblis kıssasıdır. Kur’an’ın tedricen nazil oluşuna sıkça vurgu yapılan surede, mahlûkatın tamamının Kur’an’ın benzerini oluşturmaktan aciz olduğu haber verilmiştir. İlimle nasiplendirilenlerin, Allah’ın ayetleri okunduğunda gözyaşları dökerek secdeye kapanan ve Kur’an’ı dinlemeleri sebebiyle saygıları artan kimseler olduğu ifade edilmiştir. Kaynaklarda Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) her gece İsra ve Zümer Surelerini okuduğu haber verilmiştir.[2]
KUR’AN-I KERİM’DE İSRA SURESİ BAĞLAMINDA İNSANIN TABİATI
Kasas Suresi’nden sonra Enam Suresi’nden önce nazil olduğu nakledilen İsra Suresi’nin nüzul tarihi hakkında en sahih kabul edilen rivayet, bunun Müslümanların birinci ve ikinci Habeşistan hicretlerinden sonra Hatice (Radıyallahu Anha) ve Ebu Talib’in vefatlarını takip eden dönemde, hicretten bir yıl önce meydana geldiği şeklindeki nakildir.[3] Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beşeri açıdan en zorlu dönemlerinden birine denk düşen bu süreçte inen İsra Suresi, Efendimize (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mahsus yönü itibarıyla tesellinin ve müjdenin son noktası olduğu kadar sabrın ve sınanmanın da son noktasına işaret eder. Çünkü Efendimiz -kendi ifadesiyle- “beşer/insan” bir peygamberdir[4]; “insan olmak” bakımından ise “en insan” olandır.
Surede her “insan”ın tabiatına farklı miktarlarda yerleştirilen aslî özellikler birçok ayette ve bağlamda zikredilmektedir. Bu doğrultuda Nuh Peygamber özelinde kul olabilen insanın şükreden, İsrailoğulları özelinde fesat çıkaran, azgınlık eden, özellikle “insan” lafzıyla ise hayra dua ettiği gibi şerre de dua eden, aceleci, sıkıntı anında dua edip yakaran ancak sıkıntıdan kurtulduğunda nankörlük eden, nankör, nimet verildiğinde şükürsüz, imtihan hâlinde üzüntülü ve çok cimri olduğu dile getirilmektedir.[5] Surenin 84. ayetinde ise insana dair şöyle buyrulmaktadır: “De ki: Her biri kendi şâkilesine/aslî tabiatına göre hareket eder. O hâlde kimin daha doğru yolda bulunduğunu Rabbin daha iyi bilir.”[6]
MANASI AÇISINDAN İSRA SURESİ 84. AYET-İ KERİME
Ayet-i kerimede, insanın davranışlarını, yaratıldığı kendisine mahsus tabiata göre gerçekleştirdiği vurgulanır. Tefsir kaynaklarımızda bu ayetin nasıl anlaşılması gerektiğiyle alakalı farklı görüşlere rastlanır. Öncelikle Kur’an’da yalnızca bu ayette zikrolunan “şâkile” kelimesinin nasıl anlaşılması gerektiği, ayetin bağlamıyla alakasına dair çeşitli yaklaşımlar mevcuttur. Bu ayet doğrultusunda tartışılmış olan bir diğer konu, insanın yaratıldığı huylardan, fıtrî-ruhî özelliklerinden sıyrılabilme imkânının olup olmamasıdır. Bu noktanın tartışılma sebebi, insanın ahlâkını meydana getiren aslî karakter özellikleri sebebiyle meydana getirdiği durumlardan, sonuçlardan ne derece sorumlu olduğudur. Efendimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nakledilen “Dağın yerinden oynadığını duyarsanız inanın, fakat bir kişinin huyunun değiştiğini duyarsanız inanmayın. Çünkü o yine fıtratındaki şeye döner.”[7] manasındaki rivayetle de delillendirilen bu husus, kişinin imanî ve amelî bakımdan sorumlu olduğu çerçeveyi de belirleyecektir.
Tefsir kaynaklarında bu ayet-i kerimede zikrolunan اَلشَّاكِلَةُ/şâkile kelimesinin “tabiat, fıtrat, âdet, din, ahlâk, seciye, karakter, niyet, mizaç” manalarında olduğu zikredilmiştir. Şâkile’nin, benzerlikleri olmakla birlikte farklı muhtevalar içeren birden fazla kelimeyle anlaşılmasının sebebi, hem ayetin bağlantılı olduğu diğer ayetler ya da konular, hem de kelimenin aslî anlamının birden fazla olmasıdır.
Mâturidî (v. 333/944) “Bu ayette hangi sebep vardı da Yüce Allah böyle buyurdu, bilemiyoruz. Ancak bunun, başlangıçta sebepsiz olduğunu söylememiz caiz olmaz. Resulullah’ın müşriklerin iman edeceklerinden ümit kesmesi dolayısıyla Allah’ın böyle buyurması muhtemeldir.” demektedir.[8] Çünkü bu ayet-i kerime “De ki/قل” hitabıyla başlamaktadır. Tefsir ilminde, İsra Suresi’nde 21 ayette[9] zikrolunan bu ifade ile çoğunlukla vahyin kişilere mahsus bir olay, durum, talep, soru ya da sorun sebebiyle inmiş olabileceği kabul edilir; Efendimize doğrudan hitabı gerektiren bir sebep aranır. Dolayısıyla bu ve benzer yorumlara göre ayet doğrudan öncesi ya da sonrasıyla ilişkili yorumlanmamıştır. Râzî (v. 606/1210) ise ayetin hem öncesi hem de sonrasıyla irtibatına dikkat çeken müfessirlerdendir. Ona göre şâkile “yol, mezhep” demektir ve “ruhların kendilerinden sudur eden fiillere benzemesi” manasındadır. 84. ayetin devamındaki “O hâlde kimin daha doğru yolda bulunduğunu Rabbin daha iyi bilir.” ifadesi de bu manayı teyit etmektedir. Önceki ayetlerde Kur’an’ın bazı insanlara nispetle şifa ve rahmet, diğer kimselere nispetle de hüsran ifade ettiği beyan edilmiştir. 84. ayet vesilesiyle temiz nefislere uygun olan ve yakışan, onlarda Kur’an vesilesiyle zekâ ve kemâl eserlerinin ortaya çıkması, zıddı olanlarda da karşıtlarının meydana gelmesidir. 85. ayetin ruhun mahiyet ve hakikati hakkında olması da bu mananın bir göstergesidir.[10]
İNSAN OLMAK…
“Yerde şeker kamışı mı bitmiş yoksa alelâde kamış mı... Her biten ot, bittiği yerin hâlini, kabiliyetini bildirir!” diyen Mevlana, kişiyi yansıtanın yaptığı ürettiği ya da tükettiği olduğunu hatırlatır. Sahradaki kaktüs ile kardaki kardelenin yaşam imkânları eşit olmasa da her mahlûk kendi potansiyeline uygun şekilde ve en güzel hâlde yaratılmıştır, vazifesini bu doğrultuda yerine getirmektedir. Mahlûkat içerisinde insan, ruhen ve fiilen yerinde saymamak üzere yaratılmış tek cinstir. İnsanın yaratışında Allah’ı bulmak, O’na gitmek isteyen için tabiatına mahsus ve gerekli donanımlar mevcuttur ki insan bununla mükellef tutulmuştur. Aslî tabiatında yer alan kötü hasletleri, olumsuz vasıfları hayra sevk etmek isteyen için iman en büyük imkândır. Öyleyse insan yerleşik ve değişmez tabiatını kulluğu için kullanabilir; ilimle, irfanla, güzel ahlâkla eğitildikçe ve öğretildikçe mizacı dönüşebilir. İmanla yolu henüz kesişmemiş insan için ise aslî tabiatı engel değildir.
Akile Tekin
Hüma Dergisi, Sayı:19
Dipnot:
[1] Kâmil Yaşaroğlu, “İsra Suresi”, TDV İslâm Ansiklopedisi
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 68, 122; Tirmizî, “Fezailu’l Ḳurʾan”, 21; Nesâî, es-Sünen, VI, 444
[3] Salih Sabri Yavuz, “Mirac”, TDV İslâm Ansiklopedisi
[4] İsra Suresi, 93
[5] Paragraftaki sırasıyla bkz: İsra Suresi, 3, 4, 11, 67, 83, 100,
[6] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 2: 524
[7] Haysemî, Mecmau’z-Zevaid, 7/196
[8] Mâturidî, Tevilatu’l Kur’an, c. 8, s. 385.
[9] İsra Suresi, 23, 24, 28, 42, 50, 51, 53, 56, 80, 81, 84, 85, 88, 93, 95, 96, 100, 107, 110, 111
[10] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, c. 15, s. 32, 33