Taliban Kabil’in ellerine düşmesiyle birlikte dünya gündemiyle birlikte bizim gündemimize de girdi. Taliban sahaya uysa da uymasa da değiştiğini sürekli tekrarlıyor. Bununla birlikte Taliban muhalifleri de kesinlikle bu hareketin değişmediğini ve takiyye yaptığını ileri sürüyor. Taliban değişti mi değişmedi mi zaman gösterecek ama Taliban karşıtlarının zerrece değişmediği ortada. Harekete kredi de açmak istemiyorlar. Her şeyi önceden biliyorlar gibi. 20 yıldır Amerikan işgali sırasında Afganistan’da hiç ilgilenmeyenler birden Taliban’ın yükselişiyle birlikte alaka tazelediler. Demek ki onlar yanlışa falan değil sadece Taliban’a veya sadece Taliban’ın yanlışlarına karşılar! Bu olsa olsa ideolojik bir düşmanlıktır. “Değiştim” diyen Taliban mı takiyye veya uyanıklık yapıyor yoksa asıl uyanıklığı hiç değişmeyen karşıtları mı yapıyor? Bu mesele epey toz kaldırır. Bununla birlikte Ömer Sabır ve Pakistan istihbarat teşkilatı eski başkanlarından ve hareketi en yakından tanıyanlardan Hamid Gül, Taliban’ın kısmen değiştiğini ve değişme eğiliminde olduğunu ifade etmektedir. Bu tanıklıklar önemli tanıklıklar arasında bulunuyor. Hamid Gül, 2010 yılında, El Cezire kanalından Ahmet Mansur’a Taliban analizi yapıyor. Burada ezcümle şunu söylüyor: Taliban bir daha iktidara gelecek olsa eminim ki birçok davranışını ve uygulamasını gözden geçirecek ya da değiştirecektir. İlk deneyimde (1996-2001) çok yanlışları oldu bunlardan ders çıkardığı kanaatindeyim. Bu konuşmadan en az 11 yıl sonra yani Taliban Kabil’i ele geçirdikten sonra beklenen açıklamalarını ve değişimini teker teker dile getirdi. Adeta eski düşmanlarına yeni bir dost gibi davrandı. İsmail Han gibi ele geçirdiği savaş ağalarını infaz etmedi. Bu durum Tahran faslından sonra ABD ve Eşref Abdülgani ile birlikte anlaşan Hikmetyar için de geçerlidir. İtidalli düşmanlığa yine itidalle karşılık vermiştir. Hatta Ahmet Şah Mesut’un oğlu Ahmet Şah ile de temas kanalı açtıklarını duyurmuştur. Ama eli kanlı olan bazılarını belki tarih de affetmeyecek. Mekke fethi sırasında Peygamberimiz de birkaç kişiyi genel aftan (Entüm tulaka! La tesribe aleykümül yevm) yararlandırmamış, istisna kılmıştı.
En azından söylem bazında Taliban’da bir değişiklik gözleniyor. Ondan ötesi zamanın testine bağlı bir gelişme olacaktır. Liderleri basının ve kamuoyunun önüne çıkarak yeni uygulamalarını veya görüşlerini paylaşıyorlar. En azından eskisi gibi perde arkasından konuşmuyorlar. 28 Şubat sürecinde de ‘ismi açıklanmayan bir subay/general’ diye açıklama yapılırdı. Taliban da genellikle perde arkasından açıklamalar yapıyordu. Zebihullah Mücahid ve benzeri sözcüler artık kamuoyunun önüne çıkıyor ve kendilerini ifade ediyorlar. Dönüşümün alta yansıması ise zaman alacaktır. Bazen üstte alınan karar alta yıllar sonra aksedebiliyor. Alışkanlıkları bir çırpıda değiştirmek kolay değil. Üstte alınan kararların ve verilen talimatların alta yansıması zaman alacaktır. Bu açıdan meselenin takipçisi olmakla birlikte dönüşüm için zaman ve kredi tanımak da gerekir. Taliban’ın açılımlarından birisi geniş tabanlı bir hükümet kurmaktır. ABD ile anlaşmaları bu yönde. Öte yandan Taliban’ı tanımak için hem Çin hem de Rusya geniş tabanlı (yarılabilir ve içine nüfuz edilebilir) hükümet istiyorlar. Tanıma meselesini Demokles’in kılıcı gibi terbiye veya ehlileştirme maksadıyla Taliban’ın üzerinde tutuyorlar. ‘Eli sopalı, kırbaçlı’ kabilinden Taliban ile ilgili yerli yersiz yakıştırmalar, algılar var. Bu algılar ancak zamanla uygulamaları gördükçe tavsar veya kökleşir.
Bu durumda bu algılara karşı Taliban’ın duruşu ne olmalıdır? Elbette algı kurbanı olmaktan kaçınmak olmalı. Algı ve iftira kampanyalarına karşı tutulacak yol bellidir. Bu da Hazreti Peygamberin yoludur. Algıya uğrayan kesimler öncelikle ve kesinlikle geniş yürekli olmak zorundadırlar. Hazreti Peygamber hayatında bunu uygulamıştır. Zaman zaman yakın çevresinden Hazreti Peygambere kabaca davrananlar ve hatta adaletini sorgulayanlar ve gözetmediğini söyleyenler olmuştur. Münafıkların başlarından ya da Haricilerin soy kütüklerinden veya soy atalarından Abdullah İbni El-Huvaysira et Temimi bu tür kişiliklerden birisidir. Ganimet dağıtımı sırasında Hazreti Peygambere itiraz etmiş ve dağıtımda adilane davranmadığını söylemiştir. Hazreti Peygamber ise vahiy alan birisi olarak kendisinin adaleti gözetmemesi halinde kimin adaleti gözetebileceğini sormuştur. Hazreti Ömer (R.A.) gibiler kellesini vurmak için hazreti Peygamberden (S.A.V.) izin istemişler lakin Hazreti Peygamber mühim bir nokta-i nazarı gözeterek yani bakış açısını gündeme getirerek bundan menetmiştir. O nokta-i nazar veya bakış açısı ise insanların daha doğrusu müşriklerin algısıdır. Onların algısına dikkat edilmiş, gözetilmiştir. Peygamberimiz cevaben diyor ki: “Muhammed arkadaşlarını öldürüyor derler. Bunu dedirtmem ve böyle demelerine sebebiyet vermek istemem (https://İslâmqa.info/ar/answers/197919/ ).” Algı ne kadar yanlış, yersiz olursa olsun bir şekilde algıyı gözetmek de gerekiyor. Her doğru her yerde söylenmeyeceği gibi her doğru her yerde de uygulanmaz. Buradaki manilerden birisi olumsuz algıya neden olmaktır. Demek ki algıyı gözetmek ve yönetmek gerekiyor.
Kitlelerde İslâmi anlayış kökleşmeden yanlış algılara veya anlamalara meydan verecek hususlardan da kaçınmak hikmetin gereğidir. Nitekim Hazreti Peygamber de birçok konuşmasında bu meseleye temas etmiş ve şöyle buyurmuştur: “İslâm’dan nefret ettirecek hususlardan kaçınmak gerekiyor.” Bu nedenle de Hazreti Peygamber “Beşşiru ve la tüneffiru/ müjdeleyin nefret ettirmeyin’’ buyurmuşlardır. Peygamberimiz Kabe ile ilgili Hazreti İbrahim-İsmail’den sonraki düzenlemeleri ve ilaveleri kaldırmak ve Kabe’yi asli suretine döndürmek istemiştir. Lakin karşısına kavminin veya topluluğunun algısı çıkmıştır. Yeni Müslüman kuşak veya kitleler Kabe’nin son haline aşina idiler. Bunun değiştirilmesi halinde hatıraları zedelenecek ve bundan hoşlanmayacaklardı. Şüphesiz böyle bir durumu içlerine sindiremeyeceklerdi. Dolayısıyla Hazreti Peygamber kavminin hatrına doğruların ikamesini bile askıya almıştır. Veya doğrunun ikamesini ertelemiştir. Peygamberimiz bu hususta şunu söylemiştir: “İnsanlar veya kavmim küfürden yeni çıkmış olmasalardı Kabe binasını biraz daha yükseltirdim. Kavmim binayı kısa tutmuş.” Abdullah İbni Zübeyr ise şartların olgunlaştığını ve Hazreti Peygamberin talik ettiği ve askıya aldığı düzenlemeleri gerçekleştirme vakti geldiğini söylemiştir. Emeviler ise Abdullah İbni Zübeyr’i ve idaresini asi olarak telakki ettiklerinden onun Hazreti Aişe’nin ağzından Kabe ile ilgili yalan uydurduğunu ve dolayısıyla düzenlemelerinin yıkılmasını istemişlerdir. Hazreti Peygamber toplumunun duygularını dikkate alarak Kabe’nin Hazreti İbrahim’in temelleri üzerine yeniden kurulmasını bir kenara bırakmıştır. (https://alabasirah.com/node/930 )
Abdullah İbni Zübeyr’in düzenlemeleri mi yoksa Emevilerin yaptığı müdahale mi daha doğru veya her ikisi de mi yanlış veya doğrudur? Tartışmaya açık bir konu. Lakin Hazreti Peygamberin uygulaması bizim açımızdan ders niteliğinde. İslâm’la yeni tanışanlar daha hassasiyetle davranışa layık ve muhataptırlar. Aşamacı yaklaşım veya tedricilik esastır. Özel şartları dikkate alınmalı. Hazreti Ali de ‘İnsanlara akıllarının alacağı şekilde hitap edin” buyurmuştur. Buhari'de yer alan bir rivayette Hazreti Peygamberin dilinden şöyle buyrulmaktadır: “İnsanlara bildikleri tarzda konuşun; Allah'ı ve Resülü’nü tekzip etmelerini mi istersiniz?” Bu hadis bir deyime dönüştürülmüştür: “İnsan bilmediğinin düşmanıdır.” Müslim ise İbni Mesut’tan bir rivayetinde şu ibareyi aktarıyor: “İnsanlara akıllarının almayacağı bir sözle konuşursan bu onlardan bazılarını fitneye düşürebilir.”
İnsanlar İslâm’ı öğrendikçe inceliklerini de kavrayacak ve seveceklerdir. Alışma dönemi olmadan doğrudan basiti atlayarak mürekkep olana geçmek, inkarı da beraberinde getirebilir.
Hazreti Peygamberin bir başka uygulaması ise yanlış yapanların dolaylı olarak ikaz edilmesidir. Faillerin zikredilmemesidir. Kabile veya failin ismini vermeden yanlışa ve olaya odaklanmıştır. Sözgelimi “Ma balu kavmin yef’alune keza ve keza!”: “Falan topluluğa ne oluyor ki benim yaptığım şeyi yapmıyorlar, bundan imtina ediyorlar” buyurmuşlardır!
Demek ki denildiği gibi maksat bağcıyı dövmek değil üzüm yemektir. Yeter ki niyetler halis olsun ve yapıcı davranılsın, gerisi gelir, işler yoluna girer ve asan olur.
Her durumda kitlelere İslâm’ın nezaketini göstermek gerekiyor.