Tartışmalar esnasında sık sık dile getirilen bir husus vardır. İşte efendim Almanlar iki dünya savaşı vermelerine rağmen hemen ayağa kalkmışlar; ekonomide, askeriyede ve bunun gibi birçok alanda dünya çapında sözü dinlenecek bir ülke olmayı başarmışlardır. Oysa Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmedi. Yine de Almanya kadar güçlü değiliz. Onlar gibi çalışkan olamıyoruz. Hemen ayağa kalkıp ülkemizi kalkındıramıyoruz. Neden acaba?
Aynı örneği verenler, sonra Japonya’dan da söz etmeye başlarlar. Oysa bu örnekleri veren kişilere biraz dikkatlice baktığımızda, aslında ne Japonca ne de Almanca bildiklerini görürüz. Diğer deyişle bunlar ne Japonları ne de Almanları tanır. Almanya’yı hadi gurbetçilerimizin anlattıkları kadarıyla tanıdılar diyelim, peki Japonya’yı?
Nietzsche, Almanya’nın Fransa’yı yenmesi üzerine bir yazı yazar. Ortada bir zafer vardır, Alman ordusu Fransız ordusunu yenmiştir. Bunun üzerine ülkede Alman ordusu övülür, şenlik üzerine şenlikler düzenlenir, gazete ve dergilerde Almanya yüceltilir. Nietzsche’nin bu tür tartışmalar içine girdiği pek görülmemiştir, fakat o, bu duruma el koyma gereği duyar. Çünkü bu zafer, Almanya’nın menfaatine değil, uzun vadede zararına sonuçlanacağa benzer. Nietzsche duruma el koymalıdır, çünkü bu zafer, bir aldatmacadan ibaret olabilir.
Nasıl bir aldatmaca? Hiçbir savaş iki ordunun birbirini kıran kırana doğraması anlamına gelmez. Ordular semboliktir. Nedenden ziyade sonuçtur. İki ordunun karşı karşıya gelmesi, iki toplumun çarpışması manasına gelir. Toplum ise, yalnızca tarihi, felsefesi, inançları, kültürleri, töreleriyle… güçlüdür, ayaktadır, yaşayandır. Nietzsche, “Acaba Alman kültürü, Fransız kültürünü alt edebilir mi?” diye sorar. Evet, alt edebilir diyorsak bu zafer gerçektir. Hayır, alt edemez diyorsak bu zafer yalandır. Nietzsche haklı çıkar. Kısa bir süre sonra Fransızlar rövanşı alacak, Almanları yenecektir. Nietzsche, “Fransız kültürü karşısında Alman kültürü bir hiçtir.” manasında cümleler kurmaktan çekinmez.
Oysa bir toplum hiç felsefesiz olur muymuş, diye sormak gerekiyordu
Mehmet Akif’in kalem arkadaşları olan Babanzade Ahmet Naim, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ve Ferit Kam’ın felsefeyle uğraşmaları tesadüf müdür? Hiç sanmıyorum. I. Dünya Savaşı’nda yenilen yalnızca Osmanlı ordusu değildi. O meydanlarda ve masalarda yenilen ayrıca Doğu felsefesiydi. Cumhuriyet Türkiye’sinde bu onaylandı, “Bizde felsefe yok!” denildi. “Doğu felsefesi nedir?”, “Hiç İslam felsefesi olur muymuş?” gibi ifadelere yabancılık çekmiyoruz. Oysa bir toplum hiç felsefesiz olur muymuş, diye sormak gerekiyordu.
Şimdilerde “tarihsiz toplum” kavramından söz açanlar, elli yıl önce “felsefesiz toplum”lardan dem vuranlarla aynı zihniyete sahipler. Bir dönem “tarihsiz toplum”dan, yazı dili olmayan toplumlar anlaşılırdı. Şimdilerde ise Batı dışı toplumlar anlaşılıyor. Oysa, toplum varsa, bu hiç tarihsiz olur muymuş? Düşman güçler bize önce “Felsefemiz yok!” dedirtmek suretiyle başarısızlığı tattırdılar, şimdilerde ise “tarihsiz toplum” damgasını kabul ettirmeye çalışarak. Hiç farkında değiliz.
Batı felsefesi karşısında yenilen bir felsefeyi kimse var kabul etmek istemedi. Herhalde Batının felsefe dediğine Doğu felsefe demeyecekti. Her ikisinin de ayrı formları ve konuları olacaktı. Her ikisi de farklı bir mantığın ürünüydü. Yenildik diyemeyen Batılılar, Doğu felsefesi yoktur dediler. Bu şekilde kendi varlıklarını inkar ederek, Batı’ya karşı bütünüyle teslim olmayı kabul ettiler.
Yenilmiş bir toplumun felsefesini unutturdular
Almanya değil iki dünya, on dünya savaşı daha geçirse yine hemen ayağa kalkmayı başaracak. Çünkü çok sağlam bir felsefe geleneğine sahip. Alman felsefesi, Almanya’daki kaldırımlara, trafik ışıklarına kadar yansımıştır. Gece saat üçte araba kullanan bir Alman, tabii ki kırmızı ışıkta duracak ve yeşil ışığın yanmasını bekleyecek. Oysa caddede kendisinden başka kimse yoktur. Ne bir araba ne de bir insan. Yine de o, kırmızı ışığı gördüğü an duracak. Çünkü onun içinden çıktığı toplum ve gelenek, Kant’ın “ödev ahlakı”yla Hegel’in devlet felsefesini içselleştirmiş, her yeni felsefe akımıyla (Marksizm) yeniden güçlendirmiştir.
Türkiye’de tabii ki kırmızı ışıkta durmak, yalnızca polis kontrolleri esnasında, kusursuz bir şekilde gerçekleştirilir. Onun dışında kırmızı ışığı gören veya görmek isteyen kim? Yenilmiş bir toplumun felsefesini unutturdular. O, neye göre hareket edecektir? Alman felsefesine göre mi? Onun ahlak anlayışını tamamen ortadan kaldırdılar. O, sahip olduğu değerlere karşı çıkan, hatta düşman olan Batı’nın kaba gücü, zulmü ve hilesi karşısında yenik düştü. Şimdi onun psikolojisinde, ahlak belirleyici etken değil. Bu yüzden ona yalnızca zorla, kaba kuvvetle, korkutmayla bir şeyler yaptırılabilir. Böyle bir toplum, diğer ifadeyle sürekli bu korkuyu, endişeyi, yenilmişlik, ezilmişlik psikolojini taşıyan bir toplum, II. Dünya Savaşı’na girmesin, değil yüz, bin yıl yaşasın, yine de ayağa kalkamayacaktır.
Elmalılı Hamdi Yazır, Babanzade Ahmet Naim ve Ferit Kam gibi dedelerimizin felsefeyle, özellikle de Batı felsefesini öğrenip çözümlemeyle neden uğraştıklarını, bilmem anlayabiliyor muyuz? Mehmet Akif’in düşünür tarafından hiç söz etmiyorum.
Ömer Yalçınova yazdı