Merhum Erbakan Hoca, son dönem siyaset tarihimize yön veren en önemli isimlerden birisi olmuştur. Siyaset anlamında bir takım ufukların açılmasında tartışmasız etkileri söz konusudur. En basitinden vekillik, bakanlık, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapan birçok isim onun rahle-i tedrisinden geçmiştir.
Bir takım zümrelerin içten ve dıştan kanımızı emdiği bir dönemde dindar insanların siyasete ve dolayısıyla da yönetime katılmasına öncülük etmiştir. Müslümanların bu ülkede misafir değil ev sahibi olduklarını ilk defa ifade edenlerdendir… Onun siyaset anlayışında Müslüman kimliğinin setretmek yoktur; bilakis bu kimliği bayraklaştırmak esastır. Bunun için de hep birilerinin katırlarını ürkütmek durumunda kalmıştır.
Onu yeteri kadar tanıyamadık
Geçtiğimiz günlerde Fatih’teki İnkılab Kitabevi’nde “Herkesin Hocası Erbakan” kitabının yazarı Ekrem Kızıltaş Bey bir kitap söyleşisi yaptı. Erbakan Hocanın talebeliği, ilim adamlığı ve siyasetçiliğine değinilen söyleşide Yazar Ekrem Kızıltaş Bey şunları söyledi: “1973’ten beri takip ettiğim, sevdiğim, lider olarak tanıdığım, 1984’ten 2004’e kadar da Milli Gazete’nin başında olmam hasebiyle yakın tanıdığım Erbakan Hocayı bu kitabın hazırlığını yaparken yeteri kadar tanımadığımı fark ettim. Çünkü biz Erbakan Hocayı bağımsız adaylık, Milli Nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet ve Saadet çizgisinde tanımıştık. Yani onu daha çok bir siyasetçi olarak tanıyorduk. Ama bu kitabı yazarken Erbakan Hocanın asıl fikrî yönünün talebelik yıllarında ve sonrasında Almanya’da bulunduğu yıllarda ve dönüşündeki akademik çalışmaları esnasında oluştuğunu gördük. Daha talebeliği esnasında, bu memleketin bizim olduğunu fakat bu memleketin kendini bize ait hissetmeyen, başkalarına bağımlı hisseden kimseler tarafından yönetildiğini düşünüyordu. Yine bu insanlar tarafından memleketin kalkındırılmasının da engellendiğini düşünüyordu.”
Maneviyat büyüklerinden etkilendi
Ekrem Kızıltaş Bey, Erbakan Hocanın beslendiği manevi kaynakları şöyle ifade etti: “Erbakan Hocanın bu görüşleri benimsemesinde yetiştiği ortamın büyük katkısı olmuştur. Erbakan Hoca talebelik yıllarında sürekli gittiği Zeyrek Camii’nde Nakşi şeyhlerinden Hasib Efendi’nin sohbetlerini dinlemiş daha sonra Abdulaziz Bekkine Efendi’nin sohbetleri ile yetişmiştir. Bu tekkede klasik manada tasavvuf eğitimi ve öğretiminin yanı sıra memleketin ahvali ile ilgili görüşler serdedilmiş, bir kurtuluş, bir çıkış bulma adına çareler aranmıştır. Gelen insanların belli bir seviyede olması hasebiyle bu düşünceler belli bir düzeyde olmuştur. Mesela Teknik Üniversiteden gelenlere bu ülkenin ayağa kalkması için bu ülkenin kendi motorunu kendisinin yapması gerektiği zihniyeti orada aşılanmıştır. Erbakan Hoca da bu talebelerin başta gelenlerindendir.”
Almanya’ya gidişi
Girdiği bütün okulları birincilikle bitiren Erbakan Hocanın üniversite sonrasındaki Almanya yolculuğuna değinen Ekrem Kızıltaş Bey bu dönemi şöyle anlattı: “Erbakan Hoca teknik üniversiteyi zamanında bitirmiş ve bir gün sonra üniversitede hoca olarak göreve başlamıştır. Bazı arkadaşlarına da bu dönemde hocalık yapmıştır. İşte “Hoca” isminin kendisine yakıştırılmaya başlandığı dönemler bu dönemler olmuştur. Üniversite hocalığı döneminde Erbakan Hocanın bağlı olduğu zat ise Abdulaziz Bekkine Efendi’dir. Bilindiği gibi tasavvufta önemli bir iş yapılacağı zaman üstada danışma geleneği vardır. Üniversite Erbakan Hocayı araştırma yapmak üzere Almanya’ya göndereceği zaman Erbakan Hoca ve bazı arkadaşları Abdulaziz Efendi’ye izin almak için gitmişlerdir. Hatıratlardaki kayıtlara göre Abdulaziz Efendi: “Oraya gittiğiniz zaman kendinizi kaybedebilirsiniz” diyerek diğer arkadaşlarına izin vermese de Erbakan Hocaya izin vermiştir. Bunun üzerine Erbakan Hoca Almanya’ya gitmiştir. Erbakan Hoca, Almanya’da bir doktora tezi hazırlaması gereken sürede üç tane doktora tezi hazırlamış ve orada kısa sürede aranılan bir akademisyen olmuştur. Bu dönemde Leopar motorlarının geliştirilmesi çalışmalarına başmühendis olarak katılmıştır. Orada uzun süre bu çalışmaları yürütmüştür.”
Batı toplumunun durumu
Ekrem Kızıltaş Bey son derece kaliteli bir teknik eleman olan Erbakan Hocanın Almanya günlerinden ilginç bir anekdotu şöyle anlattı: “Erbakan Hoca bir evin çatı katında kalmaktadır. Alt katında ise ev sahibi oturmaktadır. Herman ismindeki ev sahibi çok asık suratlı ciddi bir adamdır. Bir gün Erbakan Hocayla konuşurken o kadar neşeli tavırlar takınmış ki Erbakan Hoca kendisine neden bu kadar neşeli olduğunu sormuş. Adam: ‘Bugün oğlum on sekiz yaşına bastı’ diye cevap vermiş. Hoca ‘buna bu kadar sevinilir mi” deyince komşusu neden sevindiğini şöyle açıklamış: ‘Artık oğlum bana kira vermeye başlayacak. Bizim buranın adetlerine göre on sekiz yaşına bastığında çocuk babasına kira vermeye başlar.’ Bu durum Batı toplumunun ne hale geldiğini güzel bir şekilde özetlemektedir.”
![]() |
Mehmet Zahid Kotku ve Erbakan |
Motor fabrikası kurma hayali
Başından beri yerli motor fabrikası kurmayı hedefleyen Erbakan Hocanın bu hayalinin gerçek olma sürecini Ekrem Kızıltaş Bey şöyle anlattı: “Araştırmaların bitimine yakın Almanya’da kalması için çok cazip teklilerde bulunulsa da Erbakan hoca bu teklifi kabul etmemiş ve Türkiye’ye geri dönmüştür. Türkiye’de Teknik Üniversite’de motorlar kürsüsünde doçent olmuştur. Amacı Türkiye’de yerli motor yapmaktır. Bu dönemde Abdulaziz Efendi vefat etmiş ve yerine Mehmet Zahit Kotku Efendi geçmiştir. Onun etrafında da memleketin durumunun iyiye gitmediğini bilen ve bir şeyler yapmak gerektiğini düşünen insanlar bulunmaktadır. Mehmet Zahit Efendi Türkiye’de yerli motor yapılması gerektiği konusunda Erbakan Hocayı desteklemiştir. Topbaş ailesinin ağırlıklı önderliğiyle -ki isimleri zikredilmez pek bu konuyla alakalı- yaklaşık iki yüz civarında maddi imkânı olan insanlar ikna edilerek 1956 senesinde Küçükköy’de fabrikanın arsası satın alınmış, 1960 yılına kadar da sermaye sıkıntıları ve bazı prosedürler halledildikten sonra tek kuruş kredi alınmadan ve kesinlikle faize bulaşılmadan Gümüş Motor fabrikası kurulmuştur.”
Ekrem Kızıltaş Bey bu sürecin sıkıntılı yanlarına şöyle değindi: “O dönemki Odalar Birliği Türkiye’deki imalatın batılı bir firmanın patentli ürününün montajından ibaret olması gerektiğini düşünmektedir. Türkiye’ye mal satan firmalar da Türkiye’nin kendi motorunu ürettiği takdirde kendilerine pazar olmaktan çıkacağını düşündüğü için bu sürece engel olmak istemişlerdir. Erbakan Hoca karşısına çıkartılan engelleri büyük bir sabırla karşılamış ve daima bu sıkıntıları ikna yoluyla ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Mesela bir örnek verelim. Batılı firmalar bu motora başlangıçta patent vermek istememişlerdir. Ellili yılların sonunda İstanbul Belediyesi Çekostavakya’dan beş yüz kadar otobüs satın alacaktır. O dönem Menderes ikna edilmiş ve Çeklere “bize patent vermezseniz otobüsleri sizden almayız” denilmiştir. Bunun üzerine Çekler patent vermeyi kabul etmiştir.”
Bu fabrikanın kısa ömürlü olduğunu ifade eden Ekrem Kızıltaş Bey sözlerine şöyle devam etti: “Motor üretilmeye başlandıktan sonra da sıkıntılar bitmemiştir. Dönemin Sanayi Bakanlığı bu üretime karşı bazı uygulamalar yapmaktadır. O güne kadar ihtiyaca göre ithalata izin veren bakanlık Gümüş Motor kurulunca ihtiyacı iki kat gibi göstererek ithal motoru bir şekilde desteklemiştir. İthal motor firmaları fiyatı birden bire düşürünce Gümüş Motor da mecburen fiyatını düşürmüştür. Maliyetinin de altına satışlar yapıldığı için 1963’te şiddetli borçlanan fabrika bu dönemde el değiştirmiş ve Pancar motor olmuştur.”
Odalar Birliği Başkanlığı
Kısa bir dönem Odalar Birliği başkanlığı yapan Erbakan Hoca orada da birtakım engellemelerle karşılaşmıştır. Bu süreci Ekrem Kızıltaş Bey şöyle anlattı: “1960’lı yılların başında Gümüş Motor’un genel müdürü olan Erbakan Hoca bu dönemde odalar birliğinde de görev alamaya başlamıştır. 1969’da Erbakan Hoca tüm delegelerin kendi yanında olduğunu anlayınca odalar birliği başkanlığına adaylığını koymuş ve kazanmıştır. Fakat o dönemde birileri tarafından bazı karar alma süreçlerine hukuki müdahalelerde bulunulmuştur. Üç ay kadar genel başkanlık yapan Erbakan Hoca polis marifeti ile dışarı çıkartılarak bu görevinden alıkonulmuştur. Burada ilginç bir ayrıntı var. Adalet partili kırka yakın milletvekili Erbakan’ı Odalar Birliği’nden çıkartacakları zaman “biz silahımızla gelip engel oluruz” diye söz vermişlerdir fakat polisler kapıya geldiğinde sadece Hasan Aksay oraya gitmiştir silahıyla… Diğer otuz dokuz tanesi herhalde işleri çıktığı için gidememiştir.”
Siyasete girişi
Motor fabrikası teşebbüsleri ve odalar birliğindeki faaliyetleri siyasi erk tarafından engellenen Erbakan Hoca, bu tecrübelerden sonra siyasete girmeye karar vermiştir. Ekrem Kızıltaş Bey bu dönemi şöyle anlattı: “Bir konuda karar aldığı zaman kesinlikle dur durak bilmeden dinlenmeden çalışan ve mutlaka yaptığı işi neticelendiren Erbakan Hoca, Odalar Birliği’nden çıkarılması sonucu artık siyaset yoluyla bir şeyler yapılabileceğini düşünmeye başlamıştır. Bu amaçla Süleyman Arif Emre ve Hasan Aksay gibi isimlerin de yer aldığı Ankara’dan bir ekiple görüşmeler yapmıştır. Neticede 1969 yılında seçime bağımsız olarak girmeye karar veren Erbakan Hoca, Konya’dan seçime girmiş ve hiç oy alamaz dedikleri bu yerden üç Millet Vekili seçilebilecek kadar bir oy alarak parlamentoya girmiştir. Ardından diğer iki arkadaşıyla birlikte Milli Nizam Partisini kurmuştur. Bir süre sonra görülen lüzum üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından Mili Nizam partisi kapatılmıştır. Daha sonra Süleyman Arif Emre başkanlığında Milli Selamet Partisi kurulmuş, seçim arifesinde Erbakan Hoca genel başkanlığı devralmıştır. 48 milletvekili ve 3 de senatör çıkartarak büyük bir başarıya imza atmıştır.”
Erbakan hoca hıçkırıklara ağladı
Ekrem Kızıltaş Bey söyleşinin sonlarına doğru şöyle bir hatırasını anlattı: “Bosna’daki bazı fabrikaların savaşta kullanılabilecek roketler üreten fabrikalara dönüşmesinde Erbakan Hocanın birtakım katkıları söz konusu olmuştur. Bunlardan birisi de Saraybosna yakınlarındaki bir Mercedes yedek parça fabrikasının roket fabrikasına dönüştürülmesidir. 95 yılının başında Nato Yugoslavya’da uçuşa yasak bir saha ilan etmişti. Fakat bir ara Sırplar bu uçuş yasağını dinlemediler. Bu günlerde Erbakan Hocayla bir konuyla alakalı telefon görüşmesi yapıyordum. O arada bir ajans bülteni elime geçti. Sırplar roket fabrikası olarak kullanılan bu fabrikayı bombalamışlar ve imha etmişlerdi. Hocama hemen bu bilgiyi aktardım. Bir sessizlik oldu. “Bir daha oku bakayım” dedi bir daha okudum yine sessizlik oldu. Bir dakika sonra telefondan hıçkırıklar duymaya başladım. Erbakan Hoca hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. O zaman neden ağladığını bilememiştim ama sonradan öğrendim ki o fabrikanın roket fabrikası haline gelmesi için çok özel gayretleri olmuş. O fabrikanın Bosnalı kardeşlerimiz için ne kadar önemli olduğunu bildiği için bu şekilde ağlamıştı.”
Nuray Mert’ten bir tespit
Ekrem Kızıltaş Bey söyleşiyi şu sözleri ile bitirdi: “Benim şahsi kanaatim şu: Belki yirmi otuz yıl sonra siyaset sosyolojisi kitaplarında, siyaset tarihi kitaplarında bu ülkenin yakın tarihi ile ilgili yapılacak yorumlarda Erbakan Hoca hakkında Türkiye’yi dönüştüren, Türkiye’yi farklı bir yöne kanalize eden adam olarak bahsedeceklerdir. Nuray Mert’in güzel bir yorumu var, diyor ki: ‘Bulundukları köylerinden ya da kasabalarından burunlarını dahi çıkarmaya cesaret edemeyen insanları ‘siz bu ülkeyi yönetebilirsiniz, siz bu ülkenin tüccarları sanayicileri olabilirsiniz’ yönünde ikna eden ve onları hakikaten de bu dediği noktaya getiren insandır’”
Aydın Başar haber verdi