Anadolu’nun mayası sayılan kadîm irfân felsefesini dünya çapında temsil eden Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’ı tanıdığımda kırk yaşında ve hayatımın dönüm noktasındaydım. Kalbim huzursuz, aklım karışıktı. A’râftaydım.

Yıllar önceydi. Üsküdar Doğancılar’da H Yayınevi’nin açılışında yaptığı sohbetle tanıdım kendisini. Şimdi geriye doğru baktığımda Allah’a şükrediyorum. İyi ki değerli büyüğümüz, Mahmud Erol Kılıç’ı tanımışım.

Onunla tanıştığım günlerde, alabildiğine geniş olan şu yalan dünyada kalbim daralıyor, iç huzursuzluğum artarak devam ediyordu. Benliğimi kaplayan hüznüme çare arıyordum. Tabir-i caizse kendimi daracık bir berzahta sıkışmış ve çaresiz hissediyordum.

Sohbeti esnasında “Kişinin bütün arayışları ait olduğu yeri bulana kadardır” sözünü duyduğum anda sanki ferahlamıştım: “Evet, bu!” demiştim... Demek ki henüz yürünecek yolum vardı. Ne aradığımı bilmiyordum lâkin aramaya devam etmeliydim. Ta ki Hz. Pîr Muhyiddîn-i Arabî’nin işaret ettiği mertebeler âlemi içerisinde ait olduğum yeri bulana kadar.