Senelerdir İstanbul'un muhtelif bölgelerinde Hz. Mevlânâ'nın muhteşem eseri Mesnevi-i Şerif üzerinden sohbetler veren, tasavvuf kültür ve düşüncesinin yetkin isimlerinden biri olan Emin Işık, 18 Kasım Salı günü TYB İstanbul Şubesi'ndeydi. Emin Işık, Mesnevî'nin manalar ummanından bir hikaye üzerinden sohbetini sürdürdü.
Seni de mi sahibin kel etti?
Emin Işık'ın ele aldığı Mesnevi-i Şerif'te geçen hikaye şu şekilde: Bir attarın papağanı, dükkana giren kedinin kendisini yiyeceğinden korkarak bir oraya bir buraya kaçmaya çalışırken, raflardaki çeşitli ıtriyatın bulunduğu şişeleri yere döker. Attar, dükkana girdiğinde durumu görür ve papağanın kafasına bir fiske vurur. Fiske papağanın başındaki tüyleri döker. Papağan da uzunca bir zaman konuşmaz. Attar, kuşa vurduğu için pişman olmuştur. Günlerden bir gün dükkanın önünden bir cevlak geçerken kuş ardından sesleniyor: "Ey, sen de mi gül yağı şişelerini döktün de sahibin de seni benim gibi kel etti?”
Emin Işık, hikayeyi anlatırken attar dükkanına bahis geldiğinde, Ahmed Yüksel Özemre'nin "Üsküdar'da Bir Attar Dükkanı" isimli kitabını tavsiye etti. Hikayenin yorumunda Hz. Mevlânâ'nın, misal diliyle, herkesi kendi gibi sanmayı anlatmak istediğini vurgulayan Emin Işık, "Kişi ne ise başkalarını da kendisi gibi bilir. Hırsız herkesi hırsız zanneder, arsız herkesi arsız zanneder. Hz. Mevlana her yerde, her konuda taklidin bulunduğunu anlatmaya çalışıyor. Ta iman meselesine gelinceye kadar. Dinde de, dindarlıkta da, imanda da taklidler vardır. Bu işin sahtekarları da vardır. İşte bu işin sahtekarlarına münafık diyoruz. İçten inanmadığı halde dışardan inanmış gibi görünür." ifadelerini kullandı.
Cahil müsamahasız olur
Münafıkların dindarlığın arkasına sığınarak dine her türlü düşmanlığı yaptıklarını, kendi yeminlerini gösteriş için kalkan olarak kullandıklarını ve iman etmedikleri halde dinin arkasına sığındıklarını söyleyen Emin Işık, münafıkların “biz de sizin gibi Müslümanız” diyerek yemin ettiklerini, Allah'ın onları dinin düşmanı olarak nitelediğini ve onlardan sakınmak gerektiğini vurguladı.
Münafıkların kendilerini gizlediğini, bu yüzden kimin münafık olduğunu bilmenin zor olduğunu ifade eden Emin Işık, "İnsan şekliyle değil, kıyafetiyle değil, esasen fiiliyle, ameliyle, hizmetiyle bu yolda olup olmadığını ortaya koyar." dedi. Bir şeyde aşırı görünenlerin mutlak surette o işin istismarcıları olduğunu, taassup ve aşırılığın işin raydan çıkmış şekli olduğunu vurgulayan Işık şöyle konuştu:
"Çok yakın tarihimizde bunun örneklerini gördük. Çok sofu, dindar geçinen hocalardan bir tanesi kendi etrafına bir grup toplamış. Çevresine topladığı adamlarla konuştum. İngilizler İstanbul'u işgal ettiği zamanlarda bir İngiliz subayı gelmiş, onunla çatır çatır İngilizce konuşmuş. Özel olarak yetiştirilmiş, din öğretilmiş, din adamı haline getirilmiş, hatta uzun yıllar camide görev almıi, 'sen şeriatçılara sahip çık, en koyu şeriatçı sen görün' denmiş. O da öyle yapmış ve en samimi, en dindar, en saf insanları etrafına çekmiş. En sonunda kimin ne mal olduğu, fiilinden anlaşılıyor tabii."
Amellerimiz yüksek sesle konuşur
Emin Işık, taassup ve müsamahasızlığın cahillikten ileri geldiğini, böylesi insanların çevresinde de cahillerin toplandığını söylerken, münevver ve şeriatı ve dini hakkıyla bilenin hoşgörülü olacağını vurguladı. Emin Işık, "Eğer bir adam çok katı, çok sıkı görünüyor, kendinden başkasını Müslüman kabul etmiyorsa, orada bilin ki bir bit yeniği vardır. Bir iş vardır yani. İnsanların iddialarına bakmayacaksınız, amellerine bakacaksınız. Amellerimiz yüksek sesle konuşur." dedi.
Hayatın her alanında samimi olmalı
Samimiyetin hayatın her alanında mühim olduğunu sözlerine ekleyen Emin Işık, ibadetlerde de samimi olmak gerektiğini söyledi. İbadetlere yöneldiğimizde zihnimizin çeşitli düşüncelerin akınına uğradığını söyleyen Emin Işık şu ifadeleri kullandı: "Namaza durduğumuzda Allahu Ekber diyoruz, sübhanekenin yarısında namazdan çıkıyoruz. Kafamız başka yerlere gidiyor. Sübhaneke'yi bile baştan sona okuyamıyoruz. Kolay değil tabi. Ama ardından tevbe, istiğfar etmeli. Aciz olduğumuzu beyan etmeliyiz Allah'a. Söylediğimiz kelimelerin manalarını düşünürsek, namazdaki şuurumuz daha güçlü olur.
İki rekat namazı hiç bir yere takılmadan, hiçbir şey düşünmeden kılabiliyorsan, bitirmişsindir. Sen ermişsin. Zor olduğu için, fazla egzersiz istediği için, sürekli azim, gayret gerektirdiği için namaz Allah yolunda insana emredilmiştir. Ama daha Fatiha'ya gelmeden binbir türlü düşüncelere dalıyoruz. Kovalamaya kalkarsanız biri gider, 10'u gelir. En iyisi yaptığınız işe kendinizi odaklamaktır. Bana 'nasıl kurtulacağız' diye soruyorlar. Ben de 'maç seyrederken ne geliyor aklınıza?' diye soruyorum. 'Vallaha hiçbir şey gelmiyor aklıma' diyorlar. Ben de 'maç seyreder gibi namaz kıl, bir hafta sonra evliyasın. Keşfin, kalbin, gönlün açılır.' diyorum."
Namazdaki huzuru başarırsan, mahşerde korkma!
Emin Işık, Hz. Hüseyin Efendimiz'in evladı Zeynelabidin Hazretlerinin abdest almaya kalktığı zaman tir tir titrediğini, nedenini soranlara 'Şimdi huzura duracağız ya namaza. O yüzden titriyorum" diye cevap verdiğini söyleyen Emin Işık, "O huzur aslında her yerde. Sen namazdaki huzuru başarırsan, mahşerdeki huzurda korkmazsın. Zaten hep huzurdaydın. Orada heyecanlanmazsın, biz bu işi biliyoruz dersin." diye konuştu.
Münafıklarla alakalı ayetlerin kısm-ı küllisinin Medine döneminde nazil olduğunu vurgulayan Emin Işık, Hazreti Peygamber Efendimiz'in münafıklarla mücadelesinin, münkirlerle mücadelesinden çok daha zor olduğunu ve son seferi olan Tebük Gazası'na giderken, münafıkların muhtemel ihanetlerine karşı Hz. Ali'yi Medine'de bıraktığını ifade etti.
Münafık dönmek için bahane arar
Hazreti Ali Efendimiz'in, Medine'de bırakılmasından ötürü çok üzüldüğünü söyleyen Emin Işık, konuşmasını şu şekilde sürdürdü: "Hiç bir seferde Hazreti Peygamber onu yanından ayırmamıştı. Hazreti Ali, Peygamber Efendimiz'e 'ben de sizinle gelmek istiyorum' dediğinde Peygamberimiz, 'Sen Musa'nın Harun'u olmak istemez misin? Senin benim yanımda durumun, Harun'un Musa'nın yanındaki durumu gibidir' dedi. Hz. Musa (a.s) kardeşi Hz. Harun'u yerine vekil bırakmıştı Tur'a giderken. Musa (a.s) on gün gecikince işler karıştı. İmanı tam olarak yerleşmemiş insanlar, sözlerinden, yeminlerinden, imanlarından dönmek için bahane ararlar.
Samiri buzağı heykelini yapınca hepsi birden buzağıya tapmaya başladılar. Hz. Harun (a.s) engelleyemedi. Hz. Musa dönünce 'Sen nasıl olur da müsade edersin?' diyerek kardeşine çıkıştı. Harun da şöyle dedi, 'Baktım bunların hepsi aynı yöne gidiyorlar, sen tefrika çıkarırsın, fitne çıkarırsın demeyesin diye ben bunlara karışmadım. Madem ki hepsi gidiyor, güle güle gidin dedim. İkiye bölmemek için' diyor. Küfrün içine dahi fitne salınmıyor. Buradan fitnenin küfürden daha beter olduğu anlaşılıyor. Yani bir kavmi ikiye bölmek küfürden daha kötüdür. Malesef biz bugün yetmişe bölünmüş durumdayız."
Ahmed Sadreddin haber verdi