Ümit Aktaş, davası olan, davasına kafa yoran biri. Birçok şeyi kendine mesele edinip bunlarla ilgili düşüncelerini tartışmaya açıyor. Yazıyor, çağrıldığı yere giderek düşüncelerini anlatıyor. Kısacası, meselesi olan, meselesi üzerine konuşan biri.
Ümit Aktaş, 27 Şubat Çarşamba akşamı Bursalılarla buluştu İbrahim Paşa Kültür Merkezi’nde. Cevat Akkanat’ın hayatına, yazarlığına ve davasına ilişkin yönelttiği soruları yanıtladı. Keyifli ve düşündürücü bir sohbetti. Sohbetten notlar şöyle:
İnsan düşünmekle mükellef
Ümit Aktaş, kitaplarla ilişkisinin daha çocuk yaşlarda başladığını söyleyerek aslında okumanın hiç de sıradan bir eylem olmadığını, insanın varoluş nedenlerinden birinin okumak olduğunu şu sözlerle anlattı dinleyenlere: “Okumak rastgele bir şey değildir. Denebilir ki insan düşünmek, okumak, yazmak için var olmuştur. Kitabımız ‘Oku’ diye başlar. Bu, bir tesadüf değildir. Üstelik içinde yaşadığımız coğrafyanın sahip olduğu kültürel birikim de bize okumayı, düşünmeyi dayatıyor. Biz ‘Ehl-i Kitabız’ yani kitap ehliyiz. Dolayısıyla kitaba düşkün olmalıyız.
İnsan okumaya, düşünmeye mecburdur. Ama günümüzde Müslüman toplumlar okumuyor, kitapla hemhal olmuyor. Oysa kitap ile gelişmişlik arasında doğrudan bir ilişki vardır. Hollanda zamanın en güçlü devletiyken, Avrupa’da basılan kitapların yarısı Hollanda’da basılıyordu. Bu anlamda kitap, güçtür aynı zamanda. Biz artık gücü yanlış yerde arıyoruz. Mesela Türkiye ve Pakistan, silah bakımından ilk yirmiye girer. Ama insanî kalkınmışlık bakımından en alt sıralarda yer alırlar. Demek ki fiziksel güç hiçbir şey ifade etmiyor. Bir zamanlar bilgiyi güç gören dünya Müslümanları, artık askerî gelişmişliği güçlü olmak olarak anlıyor. Bu, yanlış bir anlayıştır.”
Masallar şiiri besler
Yazı hayatına şiirle başlayan Ümit Aktaş, şiirin yapısına, şiirin ne olduğuna da kafa yoran birisi. Bu konudaki düşünceleri kitaplarında yer alıyor, ilgilisi onları alıp okuyabilir ama bu konuda şu iki şeyi söylemeli: Aktaş’a göre şiir akılla yazılıyor, duyguyla değil. Bir de, şiiri besleyen en önemli şey, masallar… Konuyla ilgili şu sözler de Aktaş’a ait:
“Babam bir ilkokul öğretmeniydi ve evimizde babamın kurduğu kitaplık vardı. Bu, bizim şansımız oldu ve biz daha küçük yaşlarda klasiklerle tanıştık. Annem de bizi uyutmak için masallar okurdu. Masalları o kadar severdim ki, sadece o masalları okuyabilmek için bir an önce okumayı öğrenmek isterdim. Masallar benim şairliğimi besleyen en önemli şeydir. Geçenlerde okuduğum bir yazıda, masal dinleyerek büyüyen çocukların iyi şair olacağı yazıyordu. Bir de şiir, duygu işi değil, akıl işidir. Şiir akılla, hesapla yazılır. Benim mühendis olmam şairliğime katkı sağlamıştır, çünkü şiir hesap ederek yazılır. Mühendis sayıları hesap eder, şair ise sözcükleri.”
Trajedi olarak bu sürgün bile yeter
Sanatın trajediyle ilişkilendirildiği herkesin malumu. Özellikle Batı uygarlığı için geçerli bu. Bizim kültürümüzde, edebiyatımızda bu konuya değişik yaklaşanlar var elbette ya da konuya uzak duranlar… Ümit Aktaş, konu üzerine kafa yormuş ve konuyu kafasında netleştirmiş. Trajedi hakkında şöyle diyor Aktaş: “Bize, ‘Müslümanın trajedisi olmaz.’ deyip tozpembe bir dünya sunuyorlar. Öyle tozpembe bir dünya yok. İnsan söz konusu olup da trajedinin olmaması mümkün değil. Cennetten yeryüzüne gönderilip kaderiyle yüzleşmek zorunda kalan insana trajedi olarak bu sürgün bile yeter. Bu trajedi bizim dünyamızın hakikatidir ve bu trajedinin yok sayıldığı bir dünya sahici bir dünya değil, ‘teatral’ bir dünyadır, kurgulanmış bir dünyadır. Oysa biz sahici bir sınavdaysak eğer –ki öyleyiz- bu, trajik bir şeydir. Çünkü bize dikte edilen bir yazgıyı yaşamıyoruz, kendi yazgımızı inşa ediyoruz. Bu ise başlı başına bir trajedidir.”
Toplumsal hareketlerin önderleri neden şairlerdir?
Toplumsal hareketlenmelerde şairlerin her zaman öncü bir rol oynadığına da değinen Ümit Aktaş, bunu iki sembol isim üzerinden, Mehmed Akif ve Nazım Hikmet üzerinden değerlendirerek, şair-toplum önderi olma ilişkisiyle ilgili şunları söyledi: “Ali Bulaç ‘İslami hareketlerin önderleri neden ilim adamları değil de şairler oluyor?’ diye bir soru sordu. Gerçekten de, yakın tarihimize baktığımızda, iki önemli hareketin ikisinin de taşıyıcısının şair olduğunu görüyoruz. İslamcı hareketin öncüsü Mehmed Akif iken, sosyalist hareketin öncüsü de yine bir başka şair olan Nazım Hikmet’tir. Aslında bunun anlaşılır bir sebebi var: Toplumlar, olayları ve davaları simgelerle yorumlar, her şeyi sembolize ederler. Simgelerin dilinden anlayan, bir şeyi simgelerle anlatanlar ise şairlerdir, ilim adamları değil.
Hem Akif hem de Nazım öncü olmuş, önderlik yaptıkları hareketin rengini ülkede hâkim kılmak için çabalamışlar ama her ikisi de başaramamış ve her ikisi de yurt dışına çıkmak zorunda kalmışlardır. Bu terk edişler, önderlik yaptıkları hareketlerde bir kırılışa yol açmıştır üstelik. Ancak 1960’lı yıllardan sonra bu kırılış onarılmaya başlanmıştır.”
Düşüncelerini bu şekilde anlatan Ümit Aktaş, nezih bir ortamda olmanın kendisine verdiği memnuniyeti ifade ederek konuşmasını bitirdi.
Ahmet Serin notlarını aktardı