Aşık der incidenden
İncinme incidenden
Kemalde noksan imiş
İncinen incidenden
Yıllar önce kütüphaneye kitap temin etmek amacıyla Cağaloğlu’ndaki kitapçılardan alışveriş fırsatı hasıl olmuştu. Bir yayınevinin hediye etmiş olduğu takvimde hat (celî talik levha) şeklinde basılmış Alvarlı Hazretlerine ait bu dörtlüğe rastladığımda çok etkilenmiştim. Daha sonra Muhammed Lütfi Alvarlı Efe’nin “Hulasatü'l-Hakayık” eserini tetkik ettiğimizde bu incinme-incitmeme hali-etvarı dikkatimizi çekmişti. Birçok şiirinde de geçtiğini müşahede ettik.
Zaman zaman Anadolu’muzdan gelen talebelerle kütüphanede karşılaşmaktayız. Bir müddet tanış olup hasbihal ediyoruz. Erzurumluya soruyoruz; Alvarlı Efe’yi bilir misin? Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerini bilir misin? Maalesef ya adını duymuşlar ya da hiç bilmiyorlar. Hacıbayram’a henüz ziyareti olmayan Ankaralılar da var. Bayburtludur ama Dede Paşa’yı bilmez, Aydın’dan gelen Dede Ömer Ruşeni’yi tanımaz, Malatyalı Niyazi Mısri’nin sadece adını duymuştur. Bolu’da yaşıyordur Hayreddin Tokadi Hazretlerinin ismini yoldan geçerken tabelada görmüştür. Bursa’da Süleyman Çelebi’nin kabrinden de haberdar olmayanlar var. Kaç Sakaryalı Seyyid Osman Adapazarî’yi duymuştur?
Hâce Muhammed Lütfi Efendi (1868-1956) Erzurum Pasinler’de yaşamış âlim, arif, şair bir zat. Buradaki camiyi cemaati de ilimle buluşturan, okumak ve okutmak gayesiyle bir ilim irfan mektebi haline dönüştürmesi sebebiyle Alvarlı Efe Hazretleri olarak tanınmıştır. Şiirlerinde Lütfî mahlasını kullanmış, Soyadı kanunundan sonra da soyadı Yardımcı olmuştur. Büyük arif Bayburtlu Dede Paşa Hz. (v.1973) kendisinden Alvarlı Sultan olarak bahseder. Sohbetlerinde de beyit ve kıtalarından okur, şerh edermiş.
Alvarlı Efe’nin babası, ilk manevi rehberi ve zahiri ilimlerde ilk hocasıdır. Babası Hüseyin Efendi, Halid-i Bağdadi yolundan hattat Feyzullah Efendi’nin, daha sonra da Seyyid Hamza Nigâri’nin sohbet halkasında bulunmuştur. Yine aynı yoldan Seyyid Taha Hazretlerinin halifesi Muhammed-i Küfrevî’de manevi eğitimini tamamlamıştır. İşte bir ömür talebe, okuturken okuyan, anlatırken dinleyen hayatı bu hâl üzere kurulu bir babanın oğludur Efe Hazretleri. 1916’da Rusların Erzurum’u işgalinde şehid olan baba Hüseyin Efendi, Gedâi mahlası ile şiirler yazmıştır. Annesi Hatice Hanım da İbrahim Hakkı Hazretlerinin akrabalarından bir seyyidedir. Kardeşi Vehbi Efendi de âlim ve fazıl bir kişi imiş.
Efe Hazretleri mütebessim nurani bir zat; beyaza yakın buğday benizli, mübarek kaşlarının arası açık imiş.
Bağlılarından Abdurrahman Efendi, onu şöyle anlatır: “Efendi Hazretlerini görür görmez sanki Sahabe-i Kiram bakiyesi bir zat gibi gördüm. Mübarek şekli, şemaili, hali etvarı, kemali ve ilmi, irfanı beni tesir altına aldı. Hemen kendisiyle irtibat kurdum. Ve kendisine intisap ettim. 6 ay yedek subaylığımı tamamladıktan sonra Konya’ya gittim ve duramadım. Erzurum’a geri döndüm. Aralıksız 10 yıl orada kaldım. Zaten o’nun yüzüne bakanın gözleri kamaşırdı. Sakalı göğsünde, yüzünün nurundan müteessir olurdu. Devamlı bir daha bakamazdı. Öyle kâmil bir insandı”
İstiğnası
İstiğna, halktan maddi yardım kabul etmemektir. Şahsına yönelik olarak minnet altında kalmamaktır. Özellikle din düşmanlarının “ilmi kazanç vasıtası yapıyorlar” ithamına karşı istiğna düsturu bu zamanda çok ehemmiyet kazanmıştır.
Efe Hazretleri de mübarek ömrü boyunca istiğnaya azami dikkat etmiş bir zattır. Oğlu merhum Hâce Seyfettin Efendi bu yönü için şunları demektedir: “Bu zat, şu doksan sene ömrü hayatı içinde, taşı taşın üstünde koymamış, bir ev sahibi olmayı dahi hatırlamamış, dünya malına malik olmayı hiç arzu etmemiş. Gayet temiz elbise giyer, mutedilen her hareketi vakur, müstağni… Dünyası ve geçimi hatırası için bay-geda hiç kimseye göz ucu ile veya ima ile dahi olsa tenezzül etmemiş ve dar-i maişetini temin etmek üzere hiç kimseden ufacık bir yardım hatırından bile geçmemiş. Her zaman için ve her gün sofrasında müteaddit insanlara ikram etmek üzere misafirperverliğini her şahıs hayretle takdir ederdi.”
Sen seyr eyle bu âdemin hâlini
Bu gayretde cem’etdiği malını
Beline bağlamış gaflet şalını
Zanneder binlerce muammer olur
Cömertliği
Oğlu Seyfettin Mazlumoğlu bu hususiyetini şöyle anlatır: “Son zamanlarında kendisine niyaz ve istirhamla ne hediye edilirse edilsin onları, yerli yerine tevdi etmek üzere erbabına ulaştırır idi. Bu meyanda gelen gıdaları misafirlerine ikram eder ve kendilerine dua ederek ikramını minnet bilir ve kemal-i iltifatla misafirlerini yolcu ederdi. Ve hatta şunu da kasemle ilave edeyim ki yirmi iki yaşından doksan yaşına kadar yani altmış sekiz sene sofrasına misafirsiz el sunduğu ender görülmüş idi. Düşkünlere ve hastalara o derece merhametli idi ki hiçbir ana ve baba evladına o derece şefkat ve merhamet edemez. Yanına gelen muzdariplerin ızdıraplarına çareler aramak üzere maddi ve manevi onlarla beraber muzdarip olur ve çok kimseler yanından ızdıraplarına çare ve dertlerine derman olunmuş halde ayrılırlar idi.”
Her işinde eyle insaf karşuyu gözle hemân
Hak sana her dü-cihanda vere bir daru’l-emân
***
Dert ile cangâhından canan diye çağırsan
Derdin derman ederler, yaran merhem urmaz mı?
Sular gibi çağlasan, Eyyub gibi ağlasan
Cihergahı dağlasan Ahvalini sormaz mı?
Hace Muhammed Lütfi Hz. bir Nakşi Halidi şeyhi idi. Ama aynı zamanda Kadiri tarikinde de üstad idi. Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylani hazretlerine Seyyid Mir Hamza Nigari vasıtasıyla çok ciddi bir merbutiyeti vardır, divanında bu açıkça sezilir.
Velilerin serdarıdır
Meşayihin dildârıdır
Mihr-i hüdâ envarıdır
Abdulkâdir’dir gavsullah
Hazretin irfan meclisinde kimler yok ki şehir dışından dahi onu görmeye sohbetini dinlemeye gelen memur, askerler de var. Bestekâr, şair Emekli Öğretmen Albay Bekir Sıtkı Erdoğan da bunlardan birisi.
İki Erzurumlu mutasavvıf Hace Muhammed Lutfi Alvarlı Efe Hz. (1868-1956) - İbrahim Hakkı Erzurumî (1703-1780)
İki mutasavvıf arasında iki asra yakın fark var. İnsanların en çok maruz kaldığı kırgınlıkların, küskünlüklerin yaşandığı hayatı tatsız tuzsuz bir hale dönüştüren incitme-incinmeme bahsinde Ârifan neler söylemişler buna bir bakalım:
Hazer kıl kırma kalbin kimsenin cânını incitme
Esîr-i gurbet-i nâlân olan insanı incitme
Tarîk-ı aşkda bî-çâre-yi hicrânı incitme
Sabır kıl her belâya hâne-yi Rahmân’ı incitme
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem zîşânı incitme
***
Ol fakir ki yüzen bakar
Gözlerinin yaşı akar
Mü'min olan kalb mi yıkar
Boynuna la'net mi takar
Sakın incitme bir canı
Yıkarsın Arş-ı Rahmân'ı
İbrahim H. Erzurumî de Tevfizname’sinde incitme bahsinde şöyle der:
Hiç kimseye hor bakma
İncitme gönül yıkma
Sen nefsine yan çıkma
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Şiirlerin her kıtası bir nasihat, her kelimesi bir deva. Bazıları da bestelenmiş olan bu şiirlerin tamamı sükûnetle, sabırla okunmalı, huzur ve ferahlık veren ilahisi de dinlenmelidir.
Bu incinme - incitmeme meselesine birçok menakıbda, kıssalarda, şiirlerde nasihat ve özlü sözlerde rastlarız. Anadolu’da söylenen bir söz de “umma ki küsmeyesin” İnsanın bir beklentisi olunca kolay küsüyor, inciniyor. Öyle ki kendisine karşı 20-30 sene önce söylenmiş bir sözü, bir tavrı, kırgınlığı unutmuyor. Oysaki Müslümanın bir Müslüman kardeşiyle üç günden fazla dargın kalmaması lazım geldiğini, önce selam verenin bu vebalden kurtulacağını hadis-i şerifler haber vermektedir. Hatta küslük tülbent kuruyana kadar derler. Zaten olgun insanlar da küsmezler, incinmemeyi bilirler, kin tutmazlar, cahilliğe çocukluğa havale ederler. Ona göre inciten ne yaptığını bilmiyordur. O zaman anlaşılıyor ki sadık, emin ve güvenilir insan da çabuk incinmez, küsmez, darılmaz değil mi. Onlar gelmeyene gider, vermeyene verir, küsene küsmez, selamı kesene selam verir, kötülük yapanı affeder hatta iyilik bile yapar. İşte bu hususiyetleri taşıyan mutasavvıflarımız da divanlarda bu mevzuyu nasıl dile getirmişler bir bakalım:
Nedir dense tasavvuf de tezelzül
Huşû meskenet sabr u tahammül
Tasavvuf küllî geçmektir özünden
Dahi incinmemektir el sözünden
Dede Ömer Ruşeni; (v.1487)
Tasavvuf deryasına gark olmak için öncelikle el sözünden incinmemek icap eder.
Hiç kimseye tutma kin
Ne incit ne de incin
İyilik yap HAK için
Buldukça imkân kızım
Veysel Öksüz; (1927-1993)
Sîm ü zeri cem’ etmeyiz Kârûn yolına gitmeyiz
Bir kimseyi incitmeyiz tevhîd bizim eğlencemiz
…
Ehl-i zikre it muhabbet çün celîsi Hakk anın
Münkirin incinme kardaş itdiğine inhirât
Kuddusi Hz. (1760-1850)
Cihan bağında ey âkil budur makbûl-ü ins ü cin
Ne kimse senden incinsin ne de sen kimseden incin
Ömer Sevket Erzurûmî
Can yakmanın, gönül incitmenin de faturasının ağır geldiğini azizler söylemişler
Kaşane-i gerdün yıkılır bir aha dayanmaz
Canlar yakanın sanma ki can ü dîli yanmaz
Sümbülzade Vehbi
Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil
Hz. Yunus.
Sakın bir dîdeyi ağlatma handân olmak istersen
Dokunma hâtır-ı mûra Süleymân olmak istersen
Yozgatlı Mehmet Said Fenni
İncitmemek elimizdedir ama incinmemek zor bir hadisedir. Bir hikaye anlatırlar: Bir mürid mürşidine şikayet eder: “Efendim incindim şöyle şöyle dediler, izzet-i nefsime dokundu” deyince, çok manidar bir cevap gelir: “Evladım nefsin izzeti mi olur?”
İncinmeme bahsine İslam inancı nokta-i nazarından baktığımızda incinen insan şöyle bir bakar der ki acep bu bana nereden geldi, bu bir ikaz mı? İhtar mı? Birine nasıl bir muamele ettim ki bu benim başıma geldi. Tövbe istiğfar ederek Allah’tan af ve mağfiret niyaz ederiz. Belki de hoşumuza gitmeyen bu hadisenin arkasında bir hayır da olabilir, belki de incittiğini sandığımız bizim hayrımıza çalışıyordur, böyle düşünmek de lâzım.
Osman Nevres ne güzel söylemiş:
Hoşdur ne gelse âşıķa ma‘şûķdan saķın
İncinme bâr-ı cevr ü cefâdan amân gönül
Seyyid Mir Hamza Nigâri:
İncinme cevr ü cefâdan ü yeme gam âhir kâr
Dökünür bir yere kim mihr-i vefâlar göresin
Alvarlı Efe Hazretlerinin “Hakikatlerin özü, özeti” şeklinde ifade buyrulan “Hulasatü'l-Hakayık ve Mektûbat-ı Hâce Muhammed Lütfi” adlı eseri oğlu Hacı Seyfettin Mazlumoğlu tarafından ilk defa 1974 yılında neşredilmiş. Bu divanda yedi yüzü aşkın şiir bulunmaktadır. Ancak henüz neşredilmeyi bekleyen mektupları da bulunuyor. Mektuplar nazım şeklinde. Çünkü vezin ve kafiyesi olduğundan hatırda kalması, ezberlenmesi kolay ve söz daha tesirli oluyor.
Diyanet Vakfı Yayınları geçtiğimiz senelerde pek çok divan neşretti. Neşredilen bu divanlar; Erzurumlu İbrahim Hakkı, Yunus Emre, Şeyh Galip, Hoca Ahmed Yesevi, Sun’ullah Gaybi, Aziz Mahmud Hüdayi, Vahib Ümmi, Niyazi-i Mısri, Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rumi, Ümmi Sinan, Hikmet Burcundan… Pek çoğu ciltli ve muhafazalı olan bu eserler küçük boy basılmış. Takdir ve şükranla karşıladığımız divan çalışmalarının devamını temenni ve niyaz ederiz. Bilal Kemikli hocamızın derlediği Alvarlı Muhammed Lütfi Divanı’dan bir şiirini nakledelim:
Derdi derunuma derman arardım
Dediler ki derddir dermanın senin
Dergâh-ı dildâre kurbân arardım,
Dediler ki cânın kurbândır senin.
***
Bir meded gözlerdim bây u gedâdan,
Dediler ki dinle emr-i nidâdan;
İhsân olmayınca zât-ı hüdâ'dan,
Bay gedâ edemez ihsanın senin.
***
Sordum erenlerin dergâhi kande,
Dediler ki dergâh olur her yande;
Senin aradığın bir âli-şânde,
Var ise bulursun iz'ânın senin.
***
Çâr etrafıma eyledim nazar
Gördüm eşyâ olmuş dürr ile güher;
Mahall-i merkezden verdiler haber,
Dediler tevhiddir bürhânın senin.
***
Kim okursa dilde ders-i men-aref,
Âlem-i ma'nâda bulur bin şeref;
Bir gör tevhîd eder eşyâ her taref,
Lütfi hüccetindir imanın senin...
Alvarlı Efe Hazretleri hâl-i pür melâlimizi şiirlerine akseden ikazlarda da bulunur:
Frengâne deste deste gezerler
Bahr-i şehvet zevrakında yüzerler
Avrupa uslûbu gidiş düzerler
Orman-ı küfürde olmuş kahraman
***
Kur’ana inandık mü’miniz derler
Helâlden datlıca haramı yerler
Bütün dünya-perest civânlar pîrler
Nerde var İslâm imâne bir bak
Ümmet-i davetten olması muhtemel bir zat da şöyle söylemiş:
“Bir tek kalbin kırılmasını önleyebilirsem,
Boşuna yaşamış olmayacağım”. Emily Dickinson
İsmi şerifi geçen hazeratın himmetleri hazır ola, rahmetle muhabbetle yad ediyoruz.
Arzu Bosnevi
Kaynak:
- Hülasatü’l Hakayık ve Mektubat-ı Hace Muhammed Lütfi