5 Haziran Cuma:
Babam ve ben bu akşam şair Cahit Koytak’ın evine gittik. Beni günlük tuttuğum için özellikle akşam yemeğine davet etmişti. Cahit Koytak günlük tutanları çok seviyor. Taksiye bindik. Çengelköy’deki evine vardık. Evi bahçeli güzel bir ev. Evinin alt katında çok insan vardı ve burada yemek yiyecektik. Çoğu çeşitli dergilerden yazar ve şairler idi. İlk önce bir masaya oturduk. Babam bu masadakilerden kaçı şairdir diye bana sordu. 8-9 kişi vardı. Ben iki kişisi şairdir dedim. Babam 7'si şair dedi. Birisinin soyadı Koytak idi. Elyasa imiş ismi. Cahit Koytak’ın yeğeni imiş. Masadakilerden benim ilkokul arkadaşım Ahmet Eren’e benzettiğim şair Mürsel Sönmez bana bir şeyler sordu. Şimdi ne sorduğunu hatırlamıyorum. Tam yanımda Ali Ayçil oturuyordu. Eve geldiğimde Ali Ayçil’in nasıl bir yazar olduğunu biraz anlamak için kitaplarına baktım. Sur Kenti Hikayeleri ilginç bir kitaba benziyordu. Hatta kitabı ilk sayfasını karalanmış buldum. Acaba kim karalamış, ben mi kardeşim Rana mı? Kesin ben karalamışımdır. Şimdi değil tabii, çok küçükken. Çok küçükken ben kitapları çok karalıyordum.
Neyse boş verin bunları. Orada ben tam yemeğe başlayacakken bakan geldi. Babama kim diye sordum. Babam İdris Güllüce dedi. Ne bakanı dedim, şehirle ilgili bir bakanlık ismi söyledi babam. Çevreyi korumak ve şehri düzenlemekle ilgili bir bakan demek ki. Bakan benimle tokalaştı. Nezaketen babamla biz kalktık. Başka bir masaya oturduk. Aslında kalkmasaydık daha iyiydi. Ben kalkmak istemiyordum ama babam ille de kalkacağız dedi. Yeni masamızda Yıldız Teyze vardı. Yıldız Ramazanoğlu. Babam onunla sohbet etti. Yiyecek bir şeyler vardı ama ben onları pek yemek istemedim. Dışarı çıktım, bahçede hamakta oturdum. Daha sonra içeri girdim. İçli köfte geldi, börek geldi; onlardan yedim. Meyve suyu içtim. Ardından et ve püre geldi. Onlardan yedim. Dışarıda hamakta yine sallandım. Bir ağabey ile sohbet ettim. Üniversitede hoca imiş. Bizleri içeri çağırdılar. Bir ağabey santur çalıp şarkılar söyledi. Cahit Koytak ve İngiliz misafiri şiirler okudular. İngiliz misafir çevirmeni imiş. Cahit Koytak da onun şiirini çevirmiş, o da ondan şiir okudu Türkçe. Herkes Cahit Koytak’ın çevirisini çok beğendi.
Ben sütü çok seviyorum. Baktım süt vardı, gittim süt istedim, verdiler. İçtim. Sonra ağabey biraz daha santur çaldı. Ben de alkışlayarak ona eşlik ettim. Faruk Günindi Ağabeyden Hacamat’ın yeni sayısını aldım ve hemen okumaya daldım. Sonra insanlar vedalaşmaya başladılar. Yusuf Kot Ağabeyin arabasına bindik ve eve geldik.
Komik videolar izledim. Yattım.
2 Temmuz Perşembe:
Babam gece Yusuf Kot ve Faruk Günindi Ağabey ile toplantı yapmaya gitti, gece gelmedi, sahurda yoktu. 9 saat toplantı yapmış. Sadece namaz arası vermişler. Üçünün de telefonları bozukmuş, telefonla bile konuşmamışlar hiç. Eve öğlen 1 gibi geldi. Biz de bahçede arkadaşlarla oynuyorduk. Babam bana ve arkadaşlarıma selam vererek geldi. Annem bizi çağırdı. Karikatür sergisine gidecekmişiz. Hazırlandık. Ben daha hızlı hazırlandım. Taksi ile 1. Köprüye çıktık. Metrobüse bindik. Hayvansaray gibi bir durak ismi vardı. Hayvanın sarayı olur mu hiç, Ayvansaray'mış ama ayvan ne bilmiyorum; ayva ile ilgili bir şey mi, internetten baktım, evlerin bir bölümüne deniyormuş.
Ayvansaray durağında indik. Taksi ile Eyüp’e geçtik. Caferpaşa Medresesi'ni bulduk. Faruk Günindi Ağabey geldi. Tokalaştık. Faruk Ağabey Cafcaf ve Hacamat’ın yeni sayılarını getirmişti. Önce Hacamat’ı alıp okumaya başladım. Sonra Ahmet Altay Ağabey geldi, onunla da tokalaştım. Aslında oturduğumuz yere gelen herkesle tokalaştım. Çocukları Ensar ve Osman’ı sordum. Geleceğinizi bilseydim getirirdim dedi her zamanki gibi. Sonra Yusuf Kot geldi. Teker teker Cafcaf ekibi gelmeye başladı. Sonra kardeşim ile oyun oynamak istedim ama o oynamak istemiyordu. Oyuncakları boş yere mi getirmiş ne. Dışarı çıktık yani medresenin bahçesine.
Bu medreseye daha önce bir kere daha gelmiştik. Cahit Zarifoğlu‘nun 75. yaşı için bir program vardı. Babam orada bir konuşma yapacaktı. Cahit Zarifoğlu’nun torunu Ethem ile bahçede koştura koştura oynamıştık. Babam bize silkeleyerek dut toplamıştı. Bu bahçe o bahçe. Bu sefer kimse yoktu. Sonra Bilal Erdoğan geldi. Herkes onun etrafına toplandı, kameramanlar geldi. Korumalarını fazla görmedim. Halbuki arkamda duruyormuş. Açılış töreni sandalyeler koymuşlardı. Biz ortalara oturduk. Babam en öne oturdu. Çok az Rana ile oynadım.
Sunucu ilk önce Belediye Başkanı Yardımcısını kürsüye çağırdı. Sonra babamı çağırdı. Babam selamun aleyküm diyerek başladı. Selamün Aleyküm demenin güzel olduğunu söyledi. Eyyüb El Ensari Hazretleri orada yattığı için ona ev sahiplerinin piri dedi. Sunucu sonra Yusuf Kot’u çağırdı. Yusuf Ağabey “10 yıl önce, Cafcaf çıkmadan önce kimseyle kavga etmeyen ama hep dayak yiyen karateci gibiydik. Karikatürist idik ama çizecek bir dergimiz yoktu” dedi. Sonra Faruk Günindi’yı çağırdı.
Sunucu Faruk ağabeyin ismini söylerken “Farık Gunındi” gibi bir şey diyerek anons etti. Kardeşim Rana da ona “Faruk Gundidi” diyordu.
En son Bilal Erdoğan’ı çağırdı. Eyüp Belediyesi'ne, Cafcaf’a, Hacamat’a, babama teşekkür etti. Kendisinin de kısa bir süre takma isimle yazdığını söyledi. Eve gidince hangi isimle yazdığını babama sordum ama söylediği ismi şimdi unuttum.
Kurdele kesildi, açılış yapıldı ve sergideki karikatürlere baktılar. Ben açılıştan önce karikatürlere bakıp okumuştum. Beğendiğim karikatürler vardı. En çok Yusuf Kot’un karikatürlerini beğendim.
Sonra biz bir camiye gittik. Namaz kıldık annemle. Babam sonradan geldi. İftara Bahariye Mevlevihanesi'ne geçtik. Bahçeli, güzel, çok binalı bir yer idi. İftarımızı açtık. Abdest alıp akşam namazımızı kıldık. Sadettin Ökten diye aksakallı bir üniversite hocasının konuşması varmış ama çocukları ve kadınları almıyorlardı.
Sonra eve geldik. Çok yorgunduk. Ama yine de yatakta oyun oynadık.
İbrahim Taha Gültekin yazdı