En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Bu bir polemik yazısı değildir. Ben bir kalemşor değilim. Şunu da iyi biliyorum. Taş, ister yumurtaya değsin; yumurta ister taşa değsin, kırılan mutlaka yumurta olur. Burada yumurtanın ben olduğum bilinci ile yazıyorum. Ne de olsa muhatabımız öncü bir yazar, bir öykücü, iki derginin birden yayın yönetmeni. Hemen birçok ödülün sahibi. Sadece okuryazarlar arasında değil: devlet indinde de genel kabul görmüş bir imzadan söz ediyoruz.
Ben Mavera’da hiçbir şey yayımlamadım, bundan dolayı benim üzerimde doğrudan bir emeği yoktur; ama İki Dünya, Denize Açılan Kapı, Kafa Karıştıran Kelimeler adlı eserleriyle gıyaben bizim üzerimizde olumlu etkisi olan bir portredir. Bundandır, Rasim Özdenören’e hep saygılı davrandım, saygıda kusur etmedim. Etmem. O, bizim üstadımızdır. Ağabeyimizdir. Hep böyle kalacak.
Bu yazıdan sonra da bu saygınlığında benim için bir değişiklik olmayacak. Ama Rasim Bey için bir şey söyleyemem. Çünkü öyküleri hakkında bir kitapta yer alan eleştiri ve o eleştiriye katılan internet yorumlarına nasıl cevap verdiğini (rate tipler diyordu onlar için) biliyorum. Sen bu yazıyı okusan da okumasan da diye başlayan cümlelerle birilerine cevap veriyordu.
Bu yazıyı yazdım. Çünkü ardından konuşmuş durumuna düşmek istemiyorum. Karnından konuşan biri olmadım hiç. Evet, ben bir yumurtayım ve taşa çarpıyorum. Kırılacağımı bile bile.
Bu zamana kadar getirdiğimiz eleştiri için “Allah razı olsun, teşekkür ederiz, bakınız biz böyle düşünmemiştik” diyen bir Allah’ın kulu olmadı, bundan böyle de umudum yok, bunu bile bile kayda geçsin, diye yazıyorum bunları.
Şöyle başlayayım: