Ömer Lekesiz, son kitabına ‘Sanat Bizim Neyimize?’ başlığını, ironi kokan ve fakat bir gerçeği imleyerek uygun görürken, içimde “sanat insanın neyidir?” sorusu peyda oluverdi. Doğrusu bizde sanat kavramının Batılı kuramlar ve kuramcılar üzerinden okunduğunu söylemek zor değil. Çünkü inanç ekseninde sekülerleşen bir gelenek biçimi olarak Hıristiyanlığın karşısına İslâm’ı salt sanattan yoksun olarak niteleyip düşmanca tutumların, duygu ve düşünceleri kışkırtmanın amaçlı olduğu da kesindir. Zira sanat doğrudan bir olgunluğun değil olmuşluğun tezahürü olarak ortaya çıkmakta ve bu minvalde bağlanılan ile bağ arasında üçüncü bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Bu açıdan Müslümanların sekülerizmi dışlayan, bağımsız sanat algılarının, düşüncelerinin, yaklaşımlarının olduğunu söylemek fazlaca iyimser bir yaklaşım olur ki, elhak doğrudur.
Aynı biçimde pratik olarak sanatın İslâm ve yaklaşımları yoluyla nasıl algılandıkları da ortada; bu durumda Müslümanların Hakk’la teması kesip halkla bir halka kurmalarını beklemek, içinde mânânın, tefekkürün, ahlakın olmadığı bir sanat eyleyişi olmaksızın doğrudan mümkün görünmemektedir. Şöyle ki, her ne kadar Batılı bir anlayışla sanat algısı oluşturduğunu düşünmüş olsa ve bu doğrultuda ürünler ortaya koymuş görünse de günümüz sanatçısı, özü ve çevresi, kültürü itibarıyla İslâm’ın varlığını mündemiç bütün bütüne bir kopuşu, Batılı düşünce tarzında bir ayrılışı yaşaması mümkün değildir. Sadece sanat için değil, her sahada böyledir bu tutum. Hatta çok ilginçtir, Batılı sanat algısının son yıllarda doğrudan İslâm evreninde şekillenmiş sanatlara (hat, tezhip, minyatür) kapı aralamasının, doğrudan ilgisinin bu anlamda temelinde ne olduğunu cevaplamamız da gerekiyor ayrıca.
‘İdrak’, ‘imkân’, ‘emanet’, ‘mekân’
Ömer Lekesiz, “Sanat Bizim Neyimize?” sorusunu, sadece klasik bir tutum olarak edebiyat ve türevleri bâbında değil; tiyatronun dışında, plastik sanatlar olarak nitelendirilen resim, minyatür, hat, tezhip ve mimarîye kapı aralayarak derinliğine ve nazarî itibarıyla irdelemektedir. Üç bölüm olarak ortaya çıkan yazılar, öncelikle “Sorunlar, Sorular ve Tespitler” üst başlığı altında; sanat ve zanaat farkı olarak sanatçının kimliği ekseninde şekillenen, İslâm bağlamında oluşturulacak sanat algısının nasıl olması gerektiğine dair çok çok önemli tespitleri içeriyor. Bu yönüyle ‘bizim’ algısını oluşturabilecek sanatın çerçevesini, “Biz (batılı anlamda) sanatın olmadığı farklı bir idrake bağlıyız. Bizim sanatımız maharet düzeyi ne olursa olsun faydacıdır. Hattan tezhibe, mimarîden dekorasyona kadar zaman içinde elbette bir tarz gelişimi, değişimi söz konusudur. Ancak onlar da bir öncekine fark atmak için değil yeni şartları, anlayışları, güzellik algısını, ihtiyaçları gözettikleri için yeni ‘gibi’ görünmüşlerdir.” cümlesiyle apaçık ortaya koyuyor.
Bu düşünce etrafında, ‘idrak’, ‘imkân’, ‘emanet’, ‘mekân’ kavramlarının sosyal hayatta karşılığının neye/nelere müteallik olduğunun yanında Müslümanın ihtiyacına binaen oluşturulmasının elzem olduğunu vurguluyor. Zira gerçeklik algısının salt görüntülerin gerisini kulak arkası eden bir düşünce olarak seküler bir anlayışla büsbütün mekân, idrak, imkân ve emanet duygusunun biçimlenmediği veya doğrudan yer almadığı bir sanat ürününün temelsizliğine karşı bir cephe oluşturuyor. Burası çok önemli bir noktayı imliyor. Zira, ‘Önce Müslümanca idrakı idrak etmenin idrakını kavramamız gerekiyor.’
Bizim ihtiyacımız sentez değil, Batı kültürünü kuşatmak ve aşmaktır
“Sorunlar, Sorular ve Tespitler”de yer alan yazılarla, yer yer ironi dozu yüksek ve fakat gerçekliği haiz, yüzyılların birikimiyle oluşturulan, bununla birlikte daha çok ötelenen, inkâr edilen, göz arkası edilen ayrıntılar üzerinde önemli tespitlerde bulunuyor Lekesiz. İnanç ve İslâm ekseninde oluşturulan bir sanata itirazın yükseldiği zamanlarda, yani ‘Dini bu işe karıştırmayalım’ itirazının çoğunlukla ‘dini sanata karıştırmayan bir dinin’ mensubu tarafından dile getirildiğini ve bu anlayışın aslında dayatmacı bir ruhun neticesi olarak özellikle açığa çıkarıldığını düşünmek doğrusu oldukça ilginç neticelere kapı aralıyor.
Musıkînin, mimarînin, sinemanın zihniyet olarak İslâm’ı geniş yelpazesiyle toplumlar nezdinde ihata edici bir tecdidle fonksiyonel olarak sanat, bütünüyle bir teslimiyetle mümkün olacaktır yazara göre. Yani, “İslâm’a teslim olmadan zaman ve şartlar nedeniyle ihtiyaç duyduğumuz başka kültürü bir basamak, bir düzey niyetiyle İslâm’ın içine çekerek söz konusu tecdidi gerçekleştirmeyiz; duygusal bilgilerle minyatürden resme, hayal oyunundan sinemaya yönelmek bize ancak kazandırsa kazandırsa sentez yapma imkânı kazandırır. Oysa ki, bizim ihtiyacımız durumun aciliyetine rağmen sentez değil, Batı kültürünü kuşatmak ve aşmaktır.”
“Görsel Sanatlar” başlığı altında, daha çok nazariyat alanına giren teorik vechesiyle resim ve minyatür bağlamında yazıların yer aldığı ikinci bölüm, bir çeşit mevcudu tersine çevrime uğraşısı olarak okunabilir. Lekesiz, İslâm düşüncesinden azade kılınmış toplumların sanatlarına eğilirken, onların ortaya koydukları sonuçları iman ve insan ekseninde bir tasnife tabi tutar. “Edebiyat” başlığı altında üçüncü bölümü oluşturan yazılar, daha çok incelemeleri, ki bunlar Hızırla Kırk Saat Şiirinde Kültürel İmgelerin İhyası ve İmhası ile Mustafa Kutlu’nun Hikâye Poetikası ve ‘Esir Şehir Üçlemesi: ‘Geldik Yol Ayrımına’ ihtiva etmekte ve dikkat çekmektedir. Şiir, öykü ve roman bağlamında; şairlerin, yazarların ve eserlerin incelikli eleştiriye tabi tutuldukları bölüm, daha çok günümüz sanatçılarının (buna göre şair ve yazarların) kişisel tutumları, çevre ve eser karşısında giderek yalnızlaşmış olmalarının sebepleri üzerine eğilen kritiklerden oluşuyor.
Profil Yayınları’ndan çıkan ve oldukça orijinal ve altı çizilesi satırların bollaştığı bir eser olarak Sanat Bizim Neyimize?, Ömer Lekesiz’in ismiyle müsemma lekesiz yazılarını bir araya getiriyor.
Arif Akçalı yazdı