Mevad-ı Gaysiyye adlı eserden tadımlık bir bölüm yayınlıyoruz.


25- Şeyh Ebu Medyen el-Gavs (r.a.) buyurdu ki:

“Bir amel ancak ihlâs ve murakabe ile mükemmel olur”.

Hikem-i Ataiyye’de der ki: “Ameller yapılmış şekillerdir. Onların ruhu ise onlardaki ihlasın varlığıdır.” İhlassız ve murakabesiz bir amel varlığı olmayan bir hiçtir. Hatta sahibi için bir ceza bile olabilir. Yaptığı işte ihlaslı olamayan kimse için istirahat etmesi daha evladır. Zira yaptığı o işten ona düşen şey sadece bir yorgunluk ve sıkıntıdan başka bir şey değildir. Çünkü Allah ortak yapılan ameli kabul etmez. Onun organların amellerinden beklediği şeyin benzerinin kalbin amellerinden bir zerresi ihlassız yapılan amele göre dağlardan daha büyüktür. İnsanların ihlas konusunda mertebeleri vardır. Onlardan bir kısmı, amele karşılık mükâfat talep edilmesinin ihlâs olmadığını kabul ederler. Bu, en şerefli menzildir. 

Allah’ın peygamberi İsa –aleyhisselam- ibadetle yanıp tutuşan abidlerden bir taifeye uğradı. Sanki çok dikkatli baskın yapan kişiler gibi titizdiler. Onlara, “Sizler kimsiniz?” dedi. Onlar da: “Bizler Allah’a ibadet eden kullarız” dediler. O da: “Ne için ibadet ediyorsunuz?” dedi. Onlar da: “Allah’tan; onun ateşinden korktuğumuz için. Bizler ondan korktuk.” dediler. O da: “Korktuğunuz şeyden sizleri emin kılması Allah’ın üzerine bir borçtur” dedi. Sonra onları geçti. Ardından onlardan daha kuvvetle ibadet eden başkalarına uğradı. Buyurdu ki: “Ne için ibadet ediyorsunuz?” Onlar da: “Allah’a; onun cennetlerine ve dostları (evliyası) için orada hazırladığı şeylere şevkimizden dolayı. Bizler onları umuyoruz.” dediler. Buyurdu ki: “Umduğunuz şeyleri size bahşetmesi Allah’ın üzerine bir borçtur.” Sonra onları geçti ve ibadet eden başkalarına uğradı. Buyurdu ki: “Sizler kimsiniz?” Onlar da “Allah (azze ve celle) için sevenleriz. Ne onun ateşinden korkarak ne de onun cennetine şevk duyarak ona ibadet ederiz. Fakat ona âşık olduğumuz ve onun celaline tazim gösterdiğimiz için ibadet ederiz.” Buyurdu ki: “Sizler Allah’ın gerçek dostlarısınız. Sizlerle beraber oturmam emrolundu.” Ve onların aralarına oturdu. Başka bir ifadeyle birincilere “Korktuğunuz yaratılmıştır ve hoşlandığınız yaratılmıştır” demiş sonunculara ise “Sizler mukarrabunsunuz.” demiştir. 

Bu anlamda söylenmiş şu dizeler ne güzeldir: 

“Ey dostum! Yücelere çıkan yolların haramileri 

Pek çoktur. Ve vuslata erenler de pek azdır. 

O erenlerin yüzlerinde kabul işareti vardır 

Ne var ki her yüzde o kabul işareti yoktur.” 

Ebu Hâzim el-Medeni'nin (r.a.) şöyle dediği rivayet edilir: “Ben azaptan korkarak ona ibadet etmekten Rabbimden hayâ ederim. O zaman ben korkmazsa çalışmayan kötü bir köle gibi olurum. Sevap için ona ibadet etmekten de hayâ ederim. O zaman da çalışmasının ücreti verilmeyince çalışmayan kötü bir işçi gibi olurum. Fakat ben ona, ona olan muhabbetimden dolayı ibadet ederim.” İş yapanlar ne kadar çok, ihlasla yapanlar ne kadar azdır. 

İhlas ve Murakabe

Bir amelde ihlasın olmayışı, murakabenin olmayışından doğar. Şayet kul yaptığı amelinde Allah’ı murakabe etseydi, kendisi için amel ettiği zatı göreceği için ihlası kaybetmezdi. Tabii bu rüyet (vizyon), Efendimizin (s.a.), “Allah’a sanki sen onu görüyormuşsun gibi ibadet et!” kavli-i şerifinden alınan yakîn ile görülen bir rüyet (vizyon)dir; yoksa gözle görülebilecek bir rüyet değil. Dolayısıyla bu rüyet ameldeki ihlasın varlığının temel faktörüdür. Şayet murakabe olmazsa amel eden, kendisi için amel ettiği zatı kaybettiği için ihlasın varlığı çoğunlukla zorlaşır. Artık o, bu amel, çeşitli sebeplerden kendisine nispet edildiğinde bile kendini ve amelini görmez. İşte murakabeyi kaybedenden ayrılmayacak halet budur. O’nun azametinin huzurunda bulunan Arif-i billahlara gelince, onlar kulluklarını (ibadetihim) yaralayacak şeylerden kurtulmuşlardır. Onlar zatı bakımından Allah ile beraberdirler. 

Maruf el-Kerhi'ye (r.a.) kendisini ibadetinde heyecanlandıran ve halktan koparan şeyden soruldu. Sustu. Ona, “Ölümü mü düşünürsün?” denildi. O da: “Ölüm de nedir ki?” dedi. Ona, “Kabri mi düşünürsün?” denildi. “Kabir de nedir ki?” dedi. Ona, “Cehennem korkusu ve Cennet ümidi mi?” denildi. O da: “Bunlar da ne ki! Bütün bunların mülkiyeti O’nun elindedir. Eğer onu seversen sana bütün bunları unutturur. Ve eğer onunla senin aranda bir tanışıklık (marifet) varsa bu senin için bunların hepsine bedeldir.” dedi. 

Bu anlamda derim ki: 

“O erler ki kâinattaki bütün zerrelerden geçerek kayboldular 

Onları ne cehennem korkutur ne de mest eder cennet onları 

Her hal ve durumda Allah ile beraberdirler 

Onların O’ndan başka ne bir payeleri vardır ne de maksatları 

Senin de gördüğün gibi bütün varlığa karşı zahit kullardır onlar 

Hepsinin de son derece çelik gibi iradeleri vardır” 

Allah Teâlâ’nın ihlasın anlamı hakkındaki, “Onlar ancak dinlerini O’na adayarak (ihlas) Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı” kavl-i şerifi ihlâssızlıktan men etme konusunda sana yeter. Bir Hadis-i Kudsi’de de: “Ben ortaklıktan uzak olanların ortaklıktan en uzak olanıyım. Kim benim için bir amel işler de onda benim dışımda başkasını da ortak kılarsa ben o işten uzağım.” “Dikkat! Yalnızca halis din Allah’ındır.”
 


Cesur Küçük Ahmed el Alavi'nin Mevad-ı Gavsiyye'sinden alıntıladı