Peygamberlerin örnek verilerek anlatıldığı fikre, aktarılan bilgiye, paylaşılan hisse “Ama onlar Peygamber!” karşılığını almayan bir mümin herhalde yoktur. Evet, Peygamberler masumdur, günaha düşmez ve meyletmezler; zira onlar Allah tarafından seçilmiştir, ilâhî vahyin muhafızı ve elçileridir. Öyleyse onlar nasıl hem insan hem de kuldur? Bir Peygamberin konumu, yalnızca emir ve nehiy tebliğinden mi ibarettir? Onun yaşantısının Kur’an-ı Kerim ile bize aktarılmasının sebebi nedir? Peygamber ve Allah arasında insanî açıdan nasıl bir iletişim vardır ve bu iletişimin bizim için anlamı nedir? Bu sorulara verilebilecek pek çok cevap arasından yalnızca bir peygamberi bir yönü ile hep birlikte ele alalım.

İbrahim Suresi’ni tanıyalım

İbrahim Suresi Mekke’de elli iki ayet olarak nazil olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de Huruf-u Mukattaa olarak isimlendirilen kesik harflerden “Elif-Lâm-Râ” ile başlayan beş sureden biridir. Mushafta on dördüncü sıradadır. İsmini 35-41. ayetler arasında kıssası anlatılan İbrahim Peygamber’den alır.1 Surede sırasıyla Musa ve Nuh Peygamberlere, Âd ve Semûd kavimlerine atıflarda bulunulmakta kafirler ile güzel ve kötü sözün misalleri verilmektedir. İstediği her şey kendisine verilen insana, sayıp hesap etmesinin imkânsız olduğu vurgusuyla birlikte Allah’ın verdiği nimetler hatırlatılmakta bundan sonra İbrahim Peygamber’in dilinden dualar ve Efendimize yaptıkları karşısında zalim kafirlerin cezasız kalmayacağı cehennem tasvirleriyle anlatılmaktadır.2

Peygamberimiz  “Allah’ın verdiği nimetleri nankörlükle karşılayanları ve milletlerini helak yurduna, yaslanacakları cehenneme götürenleri görmüyor musun?”3 ayetleri hakkında: “Onlar vallahi Kureyş kafirleridir. Nankörlükle karşılanan nimet de Muhammed’dir. ‘Helak yurduna götürdüler’in manası, Bedir Günü ateşe götürdüler demektir.” buyurmuştur.4 İbrahim Suresi Mekke sürecinin son döneminde hicrî 11-13.  yıllar arasında nazil olduğu nakledilen bir sure iken, Peygamberimiz bu Hadis-i Şerif’i Bedir Savaşı’ndan sonra zikretmiştir. Bu rivayet sebebi ile bu ayetlerin Medine’de indirilmiş olduğu da nakledilir.

Kur’an-ı Kerim’de İbrahim Suresi bağlamında Allah’la iletişim biçimi olarak dua

Hüzün senesi olarak adlandırılan Mekkî onuncu yıldan sonra, Hicret’ten kısa bir süre önce indirilen İbrahim Suresi, Peygamberimizin  Kureyşli kafirler tarafından büyük hakaretlere maruz bırakıldığı, kan ve asalet bağının güç nişanesi olduğu bir toplumda himayesiz kaldığı bir döneme rastlar. Risalet sürecinde Efendimizi, babası makamında olan amcası Ebu Talib korumuştur. Onun vefatından sonra davet maksadıyla gidip yaralı hâlde döndüğü Taif’in hüznü, sonraları Medine olacak Yesrib’ten gelen küçük bir topluluğun biatiyle teskin olmuştur. Bu ortamda Allah Teâlâ Efendimize hem zürriyet hem nübüvvet bakımından atası, İbrahim’i hatırlatmıştır.

Kur’an’da bizler için “üsvetün hasenetün/en güzel örnek” olarak takdim edilen iki peygamberden biri İbrahim , diğeri Efendimizdir.5 En güzel örneklerin ilki İbrahim Peygamber’in İbrahim Suresi’ndeki 35-41. ayetlere yansıyan ve en dikkat çekici yönü olan “dua”dır. İbrahim Peygamber yaşlandığı çağda müjdelendiği oğlu İsmail’i ve eşi Hacer’i Mekke’de bırakırken, önce bu şehrin emin bir yer olması için dua etmiştir. Hâlbuki Efendimiz bu ayetler inerken, hayatının en güvensiz ortamındadır. İbrahim Peygamber’in bir diğer duası tevhid inancında kendinin ve neslinin istikamet üzere daimî olması, bu konuda kendisine tabi olunmasıdır. Bu duayı “namaz kılmaları için” ekinsiz vadiye yerleştirdiği oğluna, gönüllerin meyli ve rızıkların celbi için yaptığı duası takip eder. Bu ifadelerle âdeta Efendimiz Kabe’siz, zemzemsiz fakat Allah’ın Habibi Nebî ile bereketli Medine’ye dönüşecek Yesrib’e hicrete hazırlanmakta, Medine’nin dönüşümü önceden müjdelenmektedir. Nihayetinde İbrahim  daimi olarak namaz kılanlardan olabilmeyi kendisi ve zürriyeti için ister. Buraya kadar olan tüm dualar, kabul edilmeleri talebiyle nihayetlenir.

İbrahim , Allah Teâlâ’nın vahyini emanet ettiği, “Halil/Dost” olarak edindiği, kendisine ateşi serin ve selamet kıldığı ve pek çok fazilete sahip bir ulu’l-azm peygamber6 olarak Allah’la iletişiminde, her çağda her makam ve mevkideki genç ya da yaşlı kulun isteyebileceği üslupla, çaresiz fakat tevekkülle, aciz fakat ümitvar hâliyle Rabbine yönelmiştir. Fakat bu noktada -tüm insanlar için en zor imtihanlardan biri olan- müşrik olarak ölen babasına verdiği sözü7 hatırlar İbrahim Peygamber ve şöyle der: “Ey Rabbimiz, (kıyamette) hesap ayağa kalkacağı gün beni, ana ve babamı ve bütün iman edenleri yarlığa (bağışla).”8

Mânâsı açısından İbrahim Suresi 41. ayet-i kerime

Anne ve babasını küçük yaşlarda Rabbine teslim eden, hâmisi olan amcası Ebu Talib’i tevhid nuruyla müşerref olamadan dâr-ı bekaya uğurlayan Peygamber Efendimize bir teselli olarak İbrahim atasının dilinden söyletilen bu dua, müminlerin tüm namazlarının sonunda daimî olarak okudukları bir vird hâline gelmiştir. Medine’de halisane müminlerin intisabıyla batınen, devletleşerek de zahiren kuvvetlenecek olan Efendimize, en muhtaç olduğu dönemde İbrahimî bir dua olarak talim ettirilen bu ayet, bağışlanma talebiyle başlar. Geçmiş, hâl ve gelecek tüm günahları bağışlanan bir peygamberin istiğfarı hem kulluğundaki mahviyetin göstergesidir hem de dua etmede öncelik sırası ve edep olarak ümmetine örnektir. Zira duanın kabul makamı Rabbimizdir ve O bu şekilde öğretmiştir.

İbrahim Peygamber’in şirk üzere olan babasına dua etmesi henüz yasaklanmamıştır ve Peygamberimizin de anne-babasına dua etmesi istenmiştir. Öyleyse evladın anne babasına duası, kendisinden sonra ilk duası olmalıdır. İbrahim Peygamber’in hem oğlu İsmail’e hem ümmetine hem de Efendimize öğrettiği metot budur. Medine’de Tevbe Suresi 114. ayetle İbrahim Peygamber’e yasaklanacak olan müşrik babasına dua etme davranışı yine İbrahim Peygamber’in örnekliğiyle Peygamberimiz için de geçerli olacaktır. Ancak Peygamberimizin anne-babasının Hanîf olduğu, şirke düşmediği nakilleri doğrultusunda yasaklanan bu duanın amcası Ebu Talib için olduğu söylenmiştir. Tüm müminler için bağışlanma talebi ise âdeta İbrahimleşmesi istenen gönüllerden erişmeleri umulan merhametle edilecek duanın talimidir.9

NEBEVÎ BİR DUA: “BENİ,

ANNE-BABAMI, TÜM

MÜMİNLERİ BAĞIŞLA!”

Allah’ın kulu için seçtiği dünyaya gelme vesilesi olan ebeveyn/anne-baba Kur’an-ı Kerim’de yirmi kez birlikte zikredilmekte; dördü dua cümlesinde yer almaktadır.10 Bunlardan Nuh Suresi 28. ayette bu kez Nuh Peygamber tarafından İbrahim Peygamber’in duası gibi kendisi, anne-babası ve tüm müminler için bağışlanma talebi daha detaylıca aktarılmaktadır.

Zahiren baba vesilesiyle dünyaya eklenen, fizikî ve kalbî bağlarla hayat boyu anneye bağlanan insanın, batınen bağlı olduğu bir varlık daha vardır ki o da Mevlana’ya göre “anne”dir: “Peygamber baştan başa kulaktır, gözdür. O bize süt veren annedir, bizse bebeğiz.”11 demektedir Mevlana. Dünyada Efendimizin dilinden “ayakları altında cennet” olmakla müjdelenen, karşılıksız olarak daima verici olmaklık ve bir insanın diğerine dünyada verebileceği en büyük zahmeti yüklenmesi bakımından -anne öncelikli olmakla birlikte- evlat için anne babasına peygamberlerin Allah’la iletişimine en yüksek ve öncelikli mertebeden konu olmuştur. Yaşarken ve vefatlarından sonra anne-babaya ya da kişinin bu makamda gördüğü büyüklerine dua etmesi; hem Nuh hem İbrahim Peygamber’in hem Efendimizin bir sünneti, hem de Allah’la iletişimde kalmaya çalışan kulların en özel göstergelerinden bir tanesidir.

Akile Tekin

Hüma Dergisi, Sayı: 16