“Ben hoyrat söyleyeyim, el bana hoyrat.”
Hoyrat, göçebe Türkler arasında yaygın kullanılan bir şiir. Yüzyıllarca biçimini korumuş daha çok müzikle söylenmiş. Bugün hâlâ ustalarının dilinde yaşamakta. Kerkük dolaylarından bir örnek alalım:
“Men gettim anam kaldı
Odıma yanan kaldı
Ne dünyadan heyr gördim
Ne bir nişanam kaldı”
Kendini öyle kuvvetli ifade ediyor ki hakkında tek bir kelime etmeye gerek bırakmıyor. Darası alınmış, öz söz. Öyle saflaşmış ki tüm yükünden kurtulmuş. Söyleyeninin nâmından bile. Dilden dile seyirtip durmuş.
Dıranas’ın meşhur şiiri Olvido’yu hatırlayalım. “Hoyrattır bu akşamüstüler daima.” dizesi ile başlar. Sözlükteki ilk manâsıyla karşımızda burada hoyrat sözcüğü. Hoyrat: Kaba, kırıcı ve hırpalayıcı. Birçok Türk şairinin şiirinde rastladığımız bu kelimenin kökeninin köylü, kaba saba adam anlamına gelen Yunanca [hôriatis] kelimesinden gelmesi de oldukça dikkat çekici.
Yazıya başlarken alıntıladığım Süleyman Çobanoğlu’nun meşhur şiiri Tekfurun Kızı’nın nefis dizesinde şair kelimenin iki yüzünü de okuruna ustalıkla izletmiş. Ama tabi ki şairin hoyrata olan ilgisi bu dizeyle sınırlı değil. Kan kardeşlerinin yaşadığı zulmü anlattığı şiirinin ismini de yüzlerce yıl göçebe Türk’ün dertlerini sevinçlerini kavgalarını anlattıkları hoyratlara selam durarak koyuyor: “Beşeri” Hoyrat. Beşerin beşere nasıl hoyrat davrandığının anlatan bir hoyrat.
“Tepesinde tek Allah toplusunda tek mermi”
İnandığı Allah gibi planı da vahdet olan bir ozandan bahsederek açıyor sözü. Silahında tek bir kurşun var onu sıkacak ve bitecek. İhtimaller denizinde yüzmeyecek, tek bir gerçeği yaşayacak. Vahdetin yükü ozana yüklenecek ve kan gelecek ağzından. Ölüm, dolu kapkara bulutlardan dökülse de şair o yağmura göğüs gerecek. Ağlayacak ozan, fara bakan kediye, Uygur Türkü bebeğe. Ağlayacak, sesi kamçı gibi olsa da uğultuda duyulmayacak. Başka bir şiirinde dediği gibi ozan, uğul uğul konuşanlardan hazzetmeyecek. Ozan şiir söyleyecek bize hoyrat gelecek. İncelikle söylediği son dizesi şöyle:
“Sen şiir sanıyorsun kan geliyor ağzından”
Çin, göçerleri kondurmak derdindeydi. Su gibi akışkan, sel gibi hoyrat bir düşmanı kim isterdi… Konan Uygur’a yaptığını göçer bir millete yapamazdı. Osmanlı vergiydi, celaliydi dert bildi. Göçer bırakmadı. Köylere kondu göçerler. Yine de kaba saba bulduk onları. Sorduk: “Köylüleri niçin öldürmeliyiz?” Oysa çok inceliklerimiz vardı. Görmezden geldik, hoyratça tükettik. Neşet, Cemal’den daha mı az şairdi?
“Hoyratı alemde kadere boyun
Zulmeyledi felek büktürdü bana
Yokluğun yükünü sardı sırtıma
Çekilmez çileler çektirdi bana”
Sözü sağaltan şairleri okuyup, sözü uzatmak bana zul geliyor. Sözü bir Kerkük hoyratıyla da kapatalım öyleyse.
“Kalasız
Kerkük olmaz kalasız
O dı men koydum gettim
Siz sağlığdan kalasız”