Tâhirü'l Mevlevî, Mesnevîhan Mehmed Esad Dede'nin Mesnevî derslerine devâm ederek on altı yaşında ondan "Mesnevîhânlık" icâzeti almış, son dönemin önemli Mesnevî şârihlerinden olmakla birlikte şahsiyetiyle yüzyılımıza damgasını vurmuş latif zarif bir gönül eridir. Yenikapı Mevlevîhânesi'nin son Mesnevîhânı olmakla bu icazetin gereğini layıkıyla yerine getirmiştir.
Kütüphanesinin başköşesine, "Kitaplar sevgili gibidir, siz hiç sevgilinizi kısa süreliğine de olsa bir başkasına verir misiniz?" yazacak kadar kitap âşığıdır Tâhirü'l Mevlevî; ama engin ilmini ve irfânını sadece kitaplardan elde etmemiş, yirmili yaşlarında Yenikapı Mevlevîhânesinde çileye soyunmuştur. Yaşadığı tecrübeleri ise "Çilehâne Mektupları" adlı kitapta anlatır. Tâhirü'l Mevlevî'ye, Matbâh-ı şerifte çileye başlayacağını söyleyen şeyhi Mehmed Celâleddin Dede, sahip olduğu ilim, şiir ve asaletin onu diğer dervişlerden ayırmayacağını söylüyor ve kendisini şu şekilde ihtar ediyor: "Evlat, şimdi matbah-ı şerîfte üç cân var, bir de nazarın girerse dört olacak. Görülecek hizmette senin onlardan hiçbir farkın olmayacaktır. İlmin, şiirin, asâlet ve karâbetin şimdilik sana medâr-ı imtiyâz olamaz. Seni onların üstünde, onları senin altında tutacak olursam Allah'ın indinde ben mes'ûl olurum."
Tâhirü'l Mevlevî Dede ise mektubunda bunları anlatırken, mektubun devamında, göstermiş olduğu tüm samimiyet ve teslimiyet ile şeyhine eyvallah ettiğini şu sözlerle ifade eder: “Fakir onları evvelce düşünüp, 'Merd-i meydân-ı rızânın kârı eyvallahtır’ teslimiyetinde bulunacağımı arz ettim. Validemin rızasının olup olmadığını sordu, ona da eyvallah deyince ertesi cuma günü saka postuna oturdum. Mâlum ya sakâ postunda üç gün oturup matbâh-ı şerifte ne hizmet görüldüğüne ve ne sûretle yatılıp kalkıldığına vukûf kesbeyleyerek tahammül olunup olunmayacağı anlaşılır.
Birader çile âlemi hakikaten başka bir âlem. Fakîr evvelce de Mevlevî muhibbi idim, çoğunlukla dergâhta yatar kalkardım; fakat bu neşeyi bulamazdım. Sen de Mevlevîsin, şeyhzâdesin, amma sözüme darılma, çilekeş olmadığından bu neşeyi bilemezsin. Evvelden ilme-l yakîn biliyordum, bu sefer ayne'l yakîn öğrendim ki matbâh cânları gündüz hizmetleri ile meşguldürler. İstirahat zamanları ise yatsı namazından sonra sabah namazına kadar olan vakittir. Yatsı namazı eda edilip, ism-i Celâl okunduktan sonra dedeler hücrelerine, cânlar meydân-ı şerife giderler. Artık matbâh ve meydâna kimse gelmediğinden, mangal başında rahat rahat biraz otururlar, dolaplarında çay gibi yemiş gibi bir şey varsa çıkarıp nûr ederler, bir miktar konuşurlar. Sohbetleri, semânın icrasından, ism-i Celâl ve hizmetin seyrinden olup; gıybet, zemîme gibi kötü ahlaktan hiç bahsolunmaz. Hizmetleri gibi sohbetleri de Allah içindir."
Çileye başlaması yukarıdaki mektupta bahsolunduğu şeklinde vuku bulmuş, on beş - on altı yaşından beri manzum söz söylemeye çalışmış, geride aruz ve hece vezniyle muhtelif mevzularda yazılmış birçok manzume bırakmıştır. "Bende ilim nerede ve marifet hani? Benim gibi söyleyen şair olamaz" diyecek kadar mütevazı bir şahsiyettir ayrıca.
Eski edebi zevki zamanının gençlerine anlatmaya çalıştı
Maddi ve mânevi büyük bir donanıma sahip olan Tâhirü'l Mevlevî, Osmanlı ile Cumhuriyet nesilleri arasında adeta kültür köprüsü teşkil eden âbide şahsiyetlerdendir. Türk-İslam tarihi, siyer, Türk edebiyatı, Fars dili ve edebiyatı, Mevlânâ ve Mevlevîlik, edebi bilgiler, şiir şerhi, çeviri gibi değişik konularda yazılmış olan eserleri ve bi'l hassa Mesnevî Şerhi ilgiyle okunmaktadır. Tâhirü'l Mevlevî, hayatını bedenen ve fikren, madden ve mânen iki asli vazifeye adamıştır. Birincisi Mevlânâ ve Mevlevîliğe hizmet etmek, diğeri ise makaleleriyle, eserleriyle bilgilerini, birikimini ve eski kültürü, eski edebi zevki kendi ifadesiyle, "zamanımız gençlerine anlatmaktır."
“İndir şu tabutu yere”
Şeyhi Celâleddin Dede'ye duyduğu hürmet, muhabbet ve mahfiyeti gösteren şu vak'â ise dikkate şâyandır: Tâhirü'l Mevlevi Dede Hakk'a vuslat edeceği vakit, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin önünden geçirilirken tabutunun yerlerde süründürülmesini, şeyhinin huzurundan geçerken el üstünde tutulmak istemediğini vasiyet eder. Vuslat günü, Tâhirü'l Mevlevî'nin bu vasiyetini yerine getirmek için tabutu yere indirilir. İmam Efendi ise böyle bir şeyin mümkün olmayacağını söyler ve izin vermez. Muzaffer Özak Efendi ise İmam'a dönerek; ‘İmam Efendi, indir şu tabutu yere.’ diyerek vasiyetin yerine getirilmesini sağlamıştır.
Son olarak Hüseyin Vassaf'ın Es'adnâme'de, Tâhirü'l Mevlevî'nin hâtırâtını içeren mektuba verdiği cevâbnâmeyi arz ederim:
"Tahir Beyefendi, Dede hazretlerinin vâris-i kemâli olmuştur. Şimdilerde Fatih Câmi'ndeki mesnevîhânlık kendisine intikal eylemiştir. Dede merhumla Hicaz'a birlikte gittikleri zaman henüz yirmi yaşlarında ise de o senelerde makâmât-ı mübârekeye ziyârete şitâbân olması derece-i kemâlinin yükseleceğine delil idi. Neticede öyle olmuştur. Kendisine yazdığım cevâbnâmedir:
'Gülistân-ı Mevlevînin bülbülü, Azîzim Mehmed Tâhir Dede Efendi birâderimize! Es'ad Dede hazretleri hakkındaki makâlenizi okudum ve aynen tercüme-i hâlime derc ettim. Zât-ı âlinize ezelî bir muhabbet-i samimiyyem vardır. Eserlerinizi tatl tatlı okur neşelenirim. İşaret olunan irfan hazinelerinden istifâde ve feyz alıyor olmanız da kıymet-i mahsûsanızı âyân eden hallerdendir.'
Nûr-ı aynım Tâhirim gencîne-i irfânına
Bülbül-i hoş-gûy-ı cânân şâir devrânına
Mâlik-i zevk-i tarîkat sâlik-i râh-ı hüdâ
Gülistan-ı Mevlevîde hoş-nevâ cânına
Feyz-i Mevlânâ'ya nail olduğundan şüphe yok
Ser-edip-i nükte-pîrâ vâkıf Kur'ân'ına
Aşk-ı Hak içüp Hak'tan kalb-i pâkin cezbedar
Nimet-i peygamber yüzünden mazhâr gufrânına
Ez dil u cân sevdi Vassâf da seni Tâhir Dedem
Tâlib-i irfânına üstâd yegâne şânına."
Gök kubbede bir hoş sadâ bırakan, “Ben öldükten sonra benim mezarımı yeryüzünde değil, âriflerin gönüllerinde arayın” diyen Hazret-i Mevlânâ’nın kavli ile; gönülleri mesken edinen, eserleri ile hâlâ yaşayan Tâhirü’l Mevlevî Dede’yi bir kez daha rahmet, hürmet ve muhabbet ile yâd ediyor, böylesine âli sultanlardan nasiplenmeyi temenni ediyoruz.
Büşra Burcu Arslan