Hızır Kıssası aslında neyi anlatır?

Hz. Musa ile Hızır arasında geçen kıssa, günümüze kadar birçok sebepten tartışma noktası olmuştur. Allah’ın bir çocuğun ölümünü emredip etmeyeceği meselesi sebebiyle haşa ayetleri inkâr eden ilahiyatçılar bile çıkmıştır. Ayetlerin bağlamı dışında bir de Hızır’ın şahsiyeti tartışma konusudur. Kur’an’da “Hızır” adının geçmemesi bu tartışmaların dönmesinde ana etkendir. Hızır bir peygamber midir, bir veli midir yoksa bir melek midir? Allah’ın peygamberinin bilmediği konuları o nasıl bilebilir? Bütün bu tartışmalar yüzyıllardan beri süregelmiştir. Biz bu yazımızda tartışmanın bağlamını değiştireceğiz ve kıssaya farklı bir noktadan bakacağız. Nasip olursa bir gün Hızır’ın kim olduğuna dair de yazı yazarız inşallah. Bilen de, bildiren de Allah’tır. Önce Kur’an’da kıssanın geçtiği ilgili ayetleri bir okuyalım:

﴾60﴿ Bir vakit Mûsâ genç adamına, “Ta iki denizin birleştiği yere varmadıkça yahut (bu yolda) senelerce yürümedikçe durup dinlenmeyeceğim” demişti.

﴾61﴿ Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını (yoklamayı) unuttular. Balık denizde yolunu tutup gitmişti.

﴾62﴿ Oradan uzaklaştıklarında Mûsâ genç adama, “Yiyeceğimizi getir. Gerçekten şu yolculuğumuz yüzünden yorgun düştük” dedi.

﴾63﴿ Genç, “Gördün mü, dedi, o kayanın yanında konakladığımız zaman balığı unuttum! Onu sana söylemeyi bana unutturan, şeytandan başkası değildir.” Balık, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.﴾64﴿

Mûsâ, “İşte aradığımız bu idi” dedi. Hemen izleri üzerine geri döndüler.

﴾65﴿Derken, kullarımızdan birini buldular ki ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik.

﴾66﴿ Mûsâ ona, “Senin öğrendiğin doğruya ulaştıran bilgiden bana da öğretmen için sana tâbi olayım mı?” dedi.

﴾67-68﴿O kul, “Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin, (iç yüzünü) kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredersin?” dedi.

﴾69﴿ Mûsâ, “İnşallah sen beni sabreder bulacaksın. Senin sözünden dışarı çıkmam” dedi.

﴾70﴿ O da, “Eğer bana tâbi olursan sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!” diye tembih etti.

﴾71﴿ Bunun üzerine birlikte yürüdüler. Kıyıya ulaşıp gemiye bindikleri zaman o kul gemiyi deldi. Mûsâ, “İçindekileri boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen çok kötü bir iş yaptın!” dedi.

﴾72﴿ Kul, “Ben sana, sen benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?” dedi.

﴾73﴿ Mûsâ, “Unuttuğum şeyden dolayı beni paylama ve işimi çıkmaza sokma!” dedi.

﴾74﴿ Yine yola koyuldular. Nihayet bir gence rastladıklarında, o kul hemen onu öldürdü. Mûsâ dedi ki: “Masum bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın!”

﴾75﴿ O kul, “Sana, benimle beraber olmaya asla sabredemezsin dememiş miydim? dedi.

﴾76﴿ Mûsâ, “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme! Bu takdirde hakikaten benden yana mazeretin sonuna ulaşmış olursun” dedi.

﴾77﴿ Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar, o hemen onu doğrulttu. Mûsâ, “Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın” dedi.

﴾78﴿ O cevap verdi: “İşte bu, beraberliğimizin sona ermesidir. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim” dedi.

﴾79﴿ “Gemi var ya o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu delerek kusurlu hâle getirmek istedim. (Çünkü) onların gideceği yerde her (sağlam) gemiyi gaspetmekte olan bir kral vardı.

﴾80﴿ Gence gelince onun anne babası mümin kimselerdi; gencin onları sonunda azgınlık ve nankörlüğe düşürmesinden korktuk.

﴾81﴿ Böylece istedik ki Rableri onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.

﴾82﴿ Duvara gelince o, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir define vardı; babaları ise iyi bir adamdı. Rabbin istedi ki o iki çocuk, güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbi’nden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.”

Azim olan Allah doğruyu söyledi.

Kıssada her işin bir iç yüzünün olması, olayların ardındaki hikmetin zahirde ayan olmaması ilk göze çarpan husus. Ancak bizi hakikat çerçevesinden ilgilendiren husus “o kul”un veya Hızır’ın olayların sebebini anlatırken takındığı tavır. Hızır olayları anlatırken ilk başta gemiyi delme sebebini anlatıyor ve “Onu kusurlu hâle getirmek istedim” diyor. Kendisinin yaptığını söylüyor. Ardından çocuğu öldürme sebebini anlatıyor ve “… gencin onları sonunda azgınlık ve nankörlüğe düşürmesinden korktuk” diyor. “Biz” ifadesini kullanıyor. Yapanın onlar olduğunu bildiriyor. Son olarak duvarı tamir etme sebebini anlatıyor ve “Rabb’in istedi ki…” diyor ve yapanın O olduğunu bildiriyor. Nihayetinde de “Ben bunları kendiliğimden yapmadım” diyor.

Hakikat yolculuğu Hz. Adem ile başlar ve Rasulullah’ta son bulur. Rasulullah’ın, “Bugün dinimizi tamamladım” buyurması kendi zahiri tarihi için değil, tüm insanlık içindir. Ki zaten Rasulullah yaratılan ilk insan, ilk peygamber; dünya sahnesinde görüntüye bürünen son peygamberdir. Bu sebeple her peygamber hakikat yolculuğunda bir mertebeyi temsil eder. Peygamberimizin Miraç’ta her basamakta bir peygamber ile görüşmesi de esasında bunu açıklamaktadır.

Kıssada, Hızır’ın açıklarken üç olayda da üç farklı ek kullanması, üç sembolü işaret eder. Hızır, “Ben, Biz, O” demiştir. Hz. Musa, şeriatı temsil etmektedir. Bu nedenle kuralları katıdır, kısası savunur. Bu nedenle de “ben” basamağıdır. Şeriatta ben, sen vardır, görüntüler belirleyicidir.

Hz. Musa’dan sonra Hz. İsa, kıssaya göz atarak dersek “Biz” basamağıdır. Hakikati temsil eder. Orada “ben” yoktur. İkilik vardır. “Allah ve ben” denilir. Hristiyanların Hz. İsa için Tanrı’nın oğlu demeleri, bu yanılgıya düşmeleri hakikatin bu yönünü tam manasıyla idrak edemedikleri içindir.

Rasulullah ise “marifet”i temsil eder. Bu yüzden “dinimizi tamamlamıştır”. Artık ikilik kalkmış, varlık bir’lenmiştir. Hızır’ın açıklamasını hatırlarsak “O” basamağıdır. Sadece O vardır. Yapan, eden O’dur. Hızır’ın “Onu (gemiyi) kusurlu hâle getirmek istedim” demesine rağmen nihayetinde “Ben bunları kendiliğimden yapmadım” demesi zahirin bir görüntü olduğunu, esasında her şeyi yapanın da isteyenin de O olduğunu gösterir.

Bize bu ilmi fark ettiren, keşfettiren Azam Efendi’ye selam, hürmet baki olsun.

Sunullah Gaybi’ye (ks) kulak verelim ve yazıyı bitirelim:

“Eylesem Musa kadar ilm-i şeriatda kemal

Hızr-ı vakte irmeyince cümlesi olur hayal

Ko hayali özüne gel keşf ola ayn-ı cemal

Kendözini bilmez isen âlimem dime sakın.”

YORUM EKLE
YORUMLAR
Hasan Kelesoglu
Hasan Kelesoglu - 2 yıl Önce

Allah razi olsun , Azam Efendi’ye , Azam Efendi'den ögrendigi bilgiyi bize nakleden Yasin Efendi'ye selam ,hürmet baki olsun.
Ves selam

Berkay
Berkay - 2 yıl Önce

Allah razı olsun, çok güzel bir yazı.

Bilal Otyakmaz Aydìn
Bilal Otyakmaz Aydìn - 2 yıl Önce

EyvAllah kardesim, muazzam yorumlar icing herkeee selamlar ve hurmetler.