Sizce hayata ve insana en yakın edebi tür hangisidir? Roman mı, şiir mi, deneme mi? Şüphesiz, bu soruya verilebilecek mutlak tek bir cevap yoktur. Herkes kendi beğeni düzeyine göre ve kendini en iyi anlattığı tür olması açısından farklı cevaplar verebilir.

Ben de meseleye kendi çerçevemden bakıyor, hayata ve insana en yakın türün hikâye olduğunu iddia ediyorum. Zira hikâye, ne roman gibi hacmi arttırılsın diye zorlama kurguların bir arada bulunduğu, ne de deneme gibi fazla içe dönük bir türdür. Hikâye, insanı ve hayatı olduğu gibi yansıtan, fazla hayal ve kurguya mahal bırakmadan okuyucuyu da kendi dünyasına çeken ve olayları derinliğine hissettiren kısa ama yoğun bir türdür.

Kiminiz bu satırları okurken, dudağınızın kenarında küçümseyici bir ifadeyle “ne yani, hikâyede kurgu ve hayal yok mu?” diyeceksiniz. Elbette var. Fakat ben bütün bunları söylerken elbette bir noktaya dayanıyorum.

Hikâyelerin derininde taşranın sakin fakat güçlü akan nehrini hissediyorsunuzMustafa Çiftçi, Adem'in Kekliği ve Chopin

Öykülerini Aşkar, Dergah, Mahalle Mektebi, Kurabaz, Şehriyar ve Kün Edebiyat’ta gördüğümüz Mustafa Çiftçi, ilk hikaye kitabı Adem’in Kekliği ve Chopin adlı kitabıyla okuyucunun karşısına çıktı. Ülke Yayınları’ndan çıkan Adem’in Kekliği ve Chopin, Mustafa Çiftçi’nin ilk kitabı olmakla birlikte iddialı bir kitap. Kitabın bu iddiasını, kitabın isminden de anlamak mümkündür diye düşünüyorum.

Hikâyelerinde daha çok Yozgat’ı ve Yozgat insanını anlatmayı tercih eden yazar, Anadolu insanının saflığını ve masumiyetini de okuyucuya fazlasıyla hissettiriyor. Yazar, Adem’in Kekliği ve Chopin’de bir üst dil kullanmak yerine Anadolu insanını yine o insanların günlük diliyle anlatmayı yeğlemiş ve bu da hikayelerine ayrı bir güç kazandırmış. Onun dil ve anlatımının birçok yönüyle Mustafa Kutlu’nun diliyle de örtüştüğünü söylemekte fayda var. Şive kullanımı her an ayarı kaçabilecek bir tercihken Çiftçi kıvamında kullanılmış şivenin damakta kalan lezzetini hissettiriyor.

Onun hikâyelerinde edebiyatımızın içine düştüğü klişeler; hain ağa, sahtekâr imam, mazlum-masum köylü yok. Aksine taşra için daha net, daha sahici fikir verebilecek manzaralar, insan ilişkileri, konuları var. Ayrıca hikâyelerin derininde taşranın sakin fakat güçlü akan nehrini hissediyorsunuz. Siyaseti, bürokrasiyi şekillendiren muhafazakâr, sağcı, mütedeyyin, İslamcı… Artık ne derseniz deyiniz işte. Bu kesimlerin zihin haritasını okumak için Çiftçi’nin hikâyeleri önemli ipuçları içeriyor.

Adem’in Kekliği ve Chopin, Anadolu insanının saflığını ve masumiyetini görmek ve tanımak isteyenlere de bu kapıyı sonuna kadar açacağını vaad ediyor.

Anlatacaklarım bitinceye kadar yazmaya devam edeceğim

Kitabın sayfalarını çevirenler, aynı zamanda kitaptaki ilk hikaye olan “Adem’in Kekliği ve Chopin”de, “Müjgan”’da, “Şırıl şırıl”da Anadolu insanının tertemiz aşkını; “Ese Dayı”da, “Kasap Kokusu”nda, “Gülizar”da yardımlaşma duygusunu fazlasıyla görecekler ve hikayeleri bazen tebessümle bazen de hüzünle iç geçirerek okuyacaklar.

Kitaptaki diğer öyküler; “Ankara’nın İnşaatları”, “Memur Çocuğu Karpuzdan Ne Anlar?” “Kıpkırmızı”, “Portakal”, “Neşeli Gelin”, Turkuaz Ajans”, Lacivert Adam ve Babası”, ve “Melahat” isimlerini taşıyor.

“Anlatacaklarım bitinceye kadar yazmaya devam edeceğim. Emin olunuz hikâyem kalmayınca başınızı ağrıtmayacak ve susacağım. Ama o gün gelinceye kadar okuyacak kimsem olmasa bile yorganı başıma çekip kendi kendime bile anlatmaya devam ederim” diyecek kadar tutkulu olan Mustafa Çiftçi’yi okumaya devam etmekte fayda var.

Ercan Köksal yazdı