Okumak ve yazmak, okuryazar olmak anlamına geldiği gibi, nitelikli okumak ve yazmak anlamına da gelebilir. Çünkü okuma ve yazmanın pek çok mertebesi vardır. Bir metni kabaca okuyup anlamak ile derununa nüfuz ederek okumak aynı şey değildir. Yazı yazmayı bilmekle edebi bir metin ortaya koymak da kıyaslanamaz. Madem ki böyledir, kemâlâta açık bir varlık olarak donatılan insan, daima ilerlemenin yollarını arayacaktır. Malumdur ki, her işin bir ilmi olduğu gibi, yazmanın da bir ilmi var ve bu hususta, pek çok usta kalem, yol gösterici metinler ve eserler ortaya koymuştur. Dorethea Brande’nin Yazar Olmak, Marguarite Duras’ın Yazmak, Danell Jones’ın Virginia Woolf’tan Yazarlık Dersleri ve Ömer Sevinçgül’ün Yazar Olmak İstiyorum adlı teorik kitapları örnek olarak verilebilir.

Teoriyi pratiğe dökme konusu zorlu bir iştir ve bir bedel ister. O bedelse, nitelikli okumak ve yazmanın çetin yoluna katlanmaktan başka bir şey değildir. Yazarlık atölyeleri, usta yazarlarla yapılan söyleşiler, röportajlar, eleştirmenlerin tespitleri ve yukarıda zikredilen türde kitaplar, insanlar nazarında yazmanın da bir sanat olduğunu pekiştirdi. Âlimlerimizin de bu meseleye dair eser vermeleri, işin ne derece ehemmiyetli olduğunu gösteriyor. Unutulmamalıdır ki, bütün bu çalışmalar neticesinde bir insan, eli yüzü düzgün metinler ortaya koyabilse de gerçek manada yazar veya usta olamayabilir. Hiç kimse, herhangi bir deneme yapmadan, iyi bir sanatçı kumaşı taşıdığını da bilemez. O vakit, yazmaya dair ortaya konulan eserlere yaklaşırken bunlar hatırdan çıkarılmamalıdır.

Kendi tekniğini oluşturmak isteyenler, başkalarının tekniğinden haberdar olmalıdır

Bu noktada sözü, hikâye konusunda pratik ve teorik çalışmalar ortaya koyan ve bunu yaparken de yetkin bir hikâyeci olduğunu gösteren Şemseddin Yapar’ın Sütun Yayınları’ndan çıkan Genç Hikâyeciye Tavsiyeler adlı eserine getirmek istiyorum. Özellikle Gönül Atölyesi ve Kalp Atlası kitaplarıyla hikâye türünde nitelikli eserler veren yazar, yazarlık eğitimi konusunda daha öncekilerin yapmadığını yaparak, teorisi pratiğe dökülmüş bir eser ortaya koyuyor. Yağmur dergisinde “Hikâye Mektupları” üst başlığıyla yayınlanan ve yirmi mektubun bir araya getirilmesiyle oluşan kitap, hayli dikkat çekici, samimi ve emek mahsulü. Yürekten bir sohbet eşliğinde ve kimi yerlerde mizahın dilinden de faydalanarak yazılan mektuplar, okurken öğreten ve fark ettiren, aynı zamanda merakı kamçılayan bir hususiyete sahip.Şemsettin Yapar, Genç Hikayeciye Tavsiyeler

Yazar, kitabın önsözünde, “Bu kitap bir anahtardır. Hikâye yazarlığına davet eden bir demo program gibi yani.” diyor ve ikaz ediyor: “Unutulmamalı, yazma yeteneğine sınır çizilemez. Yöntem ve teknikler, söylemeye bile gerek yok, bunlarla sınırlı değil elbette. Sonsuz çeşitlilikte hikâye yolu vardır…” Yazan insan adedince yazma yolu ve yönteminin olması, her sanat dalında olduğu gibi yazmada da sınır olmadığının göstergesidir. Kimi tanınmış şair ve yazarların, “en güzel eseriniz hangisidir” sorusuna, “Henüz yazmadığım.” cevabını vermeleri böyle anlaşılabilir. Şu var ki, söz sözle bilenir. Kendi tekniğini oluşturmak isteyenler, şöyle veya böyle, başkalarının tekniğinden haberdar olmalıdır ki kendi tekniğini geliştirebilsin. Değilse zaman kaybı denilen o büyük zarara uğramak kaçınılmaz olacaktır.

Bundan olsa gerek, Şemseddin Yapar, yöntemsiz yazarak kaybedilmesi mukadder olan zamanların yitirilmemesi için, kitabın öyle hemen okunup bitirilmesini istemiyor. Bunun için, “Her mektuptan sonra bir hikâye denemesi yapmadan ikincisine geçmemek, kısa yoldan verime dönüşebilir.” diyerek, eser vermeye odaklanılmasını bekliyor. İlk başlarda taklit etmenin normal bir durum olduğunu, herkesin kendi üslubunu bulmasının zamanla gerçekleşeceğini not ediyor bir de. Böylelikle yazar, kendini başarıya ulaştıran hususları cömertçe paylaşarak, kaleminin şükrünü eda ediyor.

Eserde geçen başlıklara bakınca, yazarın kendi buluşu olan tespitler ve hükümlerle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Her okurun, klasik eserlerde gördüğü; fakat ismen zikredilmeyen yöntemlerin de yazar tarafından fark edilmesi ve isimlendirilmesi, üstelik bu yöntem ve tekniklerin yine aynı kitapta uygulamaya konulması, öyle sanıyorum ki, ilk kez denenen bir yol. İşte yazar, bu noktada diğerlerinden ayrılıyor. Bir de, mektup türünün üslup avantajını tercih etmesi, okuru daha baştan yanına almasını sağlıyor. Geriye, dikkat çekici ve akılda kalıcı başlıklarla ilgi çekici bir üslup kullanmak kalıyor. “Odaklan, Şaşırt, Duyulara Seslen”, “Merak Uyandır, Çatışma Oluştur, Anlatma Göster”, “Zamanı Kısıtla”, “Kişilik Çözümlemesi Yap ve Okuru Merak Kulağından Yakala”, “Hayattan Beslen”. Tırnak içine aldığım başlıklara bakacak olursanız, yazarın bir hikâye mütehassısı olduğu hemen fark edilecektir.

İyi bir yazar olmanın yolu nerden geçer?

Bilindiği gibi edebiyat, siyaset, slogan ve tebliğ aracı değildir. O hissettirme, fark ettirme ve herkese hitap edebilme sanatıdır. Eserde geçen “Dokundur” başlıklı mektup ve örnek olarak yazılan metin, tam da bu durumu nazara veriyor. Edebiyatın ne olduğu ve nasıl olması gerektiğini gösteren hikâyede, haksız bir savaş karşısında tarafını seçme görülüyor; fakat kimseyi karşısına almamaya dikkat ederek. “Tecrit (soyutlama) Yapmaya Çalış” isimli mektupta ise, bütün edebi türler için geçerli olan, az sözle çok anlamlılığı yakalama örneği gösteriliyor. Anahtar kavramlar yoluyla görünmeyeni gösterme, söylenmeyeni hissettirme sanatı nazara veriliyor.

Totaliter rejimlerin baskıcı yönetimi altında yaşayan yazarların, halkın sıkıntılarını anlatmak ve açıkça söyleyemediklerini örtülü bir şekilde söylemek maksadıyla keşfettikleri bir yöntem olan tecrit, edebiyatı edebiyat yapan kıstaslardan biri olmuştur. Alegorik anlatım da denilen bu tarz özellikle Rus yazarlar elinde zirvelere tırmanmıştır ve edebiyatın belki de en güçlü tarafıdır. Lakin tecrit, Kur’an-ı Kerim’de de görüldüğü üzere, bütün çağlara, bütün kültürlere ve insanlara seslenme yolu olarak düşünülürse alegoriden, istiareden ve benzeri kavramlardan çok daha zengin bir manaya kavuşacaktır.

Üzerinde daha pek çok şey söylenebilecek olan ve ismiyle bile bir tevazu örneği gösteren Genç Hikâyeciye Tavsiyeler, bu işin matematiğini çözmüş bir kalemin, samimi, cömert ve ustalıkla neşrettiği bir eser olarak ilgiyi hak ediyor. Yolu yazıyla, özellikle de hikâyeyle kesişen her kalemin, didikleyerek ve sınamalar yaparak okuması, ciddi kazanımlar sağlayacaktır. Yazma işine ucundan kıyısından tutunmuş ve bir türlü amatörlükten kurtulamayan kimselerin, örnekleri yazarın bizzat kendisinden olan bu eserden ekstradan ve bir hayli istifade edeceklerini ümit ediyorum. Kitap hakkında bir tek cümle kurmak gerekseydi, şöyle derdim: “İyi bir yazar olmanın yolu, okuru metne bağlamaktan geçer.”

Hasan Çağlayan yazdı