Yaşadığın film miydi, hikâye mi yoksa bir uyku mu?

Dünyaya yalnızca bir kere gelebilen Âdemoğluna dünyalara sığmayan bir ufuk bahşetmiş Allah, kimi yaşadığına film demiş, kimi hikâye, kimi bir uyku. Görkem Gündüz yazdı.

Yaşadığın film miydi, hikâye mi yoksa bir uyku mu?

Anlamlı bir hayat yaşamak isteyen herkesin zihninden ve kalbinden geçen birbirinden farklı pek çok şey vardır. Kimi ölmeden önce yapacağı listelere tutunur kimi gideceği ülkelerin yerlerini ezberler haritada… Kimi de koleksiyonlar yapar pullardan… Aslında herkes kalıcı bir iz bırakmanın derdindedir. Çünkü herkes bu dünyadan göçüp gittikten sonra unutulmaktan korkar. İster ki onu yâd edebilecekleri, kendine özgü bir belirginlik kalsın ardında. Kimi bir renkle kalır hatırda, kimi her gün içtiği kahvesiyle, kimi çay tiryakiliğiyle, kimi hareketliliğiyle, kimi soluksuz konuşmasıyla, kimi de sessizliğiyle… Hayat böyle güzeldir, hayat gibi işte!

Bazı yaşlarda çok anlam yükleriz yaşamaya; doludizgin koşan yılkı atlarına selam ederiz. Onlar gibi dur durak bilmeden çatlayana kadar koşarken… Yapacağı şeylerin hiç bitmeyeceği, uzun uzun yaşayacağına insanmışçasına, yapmak istediklerinin sonsuza dek süreceği fikriyle… Bazı yaşlarda da çok anlam yükleriz ölmeye; o zaman da kendi kabuğuna çekilip dünyasını sırtında taşıyan olgun kaplumbağalara selam ederiz. Her şeyin bu dünyada tamamlanamayacağına ve yapılacaklar listesinin bir yerden sonra hayallerimize ve ömrümüze yetişemeyeceğine inanmaya başlarız. Uçsuz bucaksız koşuların ardından gelen yorgunlukla, daha fazla koşmanın bir şeye yaramayacağı vehmine kapılıp “Bittim!” deme havlusunu bitiş çizgisine varmadan evvel fırlatırcasına…

Dünyaya yalnızca bir kere gelebilen Âdemoğluna dünyalara sığmayan bir ufuk bahşetmiş Allah, kimi yaşadığına film demiş, kimi hikâye, kimi bir uyku. Film olduğuna inanan; Allah’ın çektiği sahnelerde kendi repliklerini seçebilme hakkına sahip olduğunu anlamış ve filminin kategorisini de seçebilmek, tüm hayatını seyrederken ona bir nimet oluvermiş. Kocaman bir korku filminin içinde kendini gören de olmuş, soluksuz bir aksiyonda gören de. Her şeyden bir tutam barındıran durum komedisi diyen de olmuş… Hikâye olduğuna inanan;  Allah’ın yazdığı satırlarda kendi konu başlıklarını seçebilme hakkına sahip olduğunu anlamış ve kitabının hissiyatını seçebilmek tüm hayatını okurken ona bir nimet oluvermiş. Uzun bir hikâyeden romana doğru yol alan da olmuş, gerisin geri dönüp küçük anekdotlara bürünenler de… Uyku olduğuna inanan; Allah’ın gösterdiği rüyalara daldığında aslında büsbütün kendi yansımaları olduğunu anlamış ve bölünen uykulara koyduğu isimlere göre hayra yorup yormayacağını belirlemek ona bir nimet oluvermiş. Rüyalarında konuşan da oymuş, konuştuğu da… Kâbusları seçmek de ona kalmış, tersi çıkar diye beklemek de. Rüyasını rüya yapanın aslında uyanmak olduğunu, ancak gerçek bir uyanış sonrası tüm rüyaları gerçekleştirebileceğini görmek de ona kalmış.

Hayatın hayat gibi kalamadığı, bizim durmadan olanların peşinden koştuğumuz ve ne yakalayıp ne de yakalandığımız zamanlar vardır. Bazen zamana karşı yarışıp hızlandıkça hızlanırız. Birçok şey yaparken hiçbir şeyi tam yapamadığımız zamanlara koşarız. Büsbütün ve yarım yamalak kavramlar uçuşur zihnimizde. O kadar çok hızlanırız ki aslında varacağımız yolu belki de çoktan geçmişizdir ama yolun uzaması işimize gelir. Bedenimizin ruhumuzdan çok sonra yorulmasının sebebi de bundandır esasen. Biriyle konuşurken, birinin kelimelerini dudaklarından değil de gözlerinden dinlerken içinde bulunduğumuz anda değilsek anlayamayız bile. Varlığının önemini herkesin idrak edemediği kelimelerimiz var; uçuşup duran, boşluğa saçılırcasına hareket hâlinde olan ve arka planda çalıp duran bir ses gibi. Bulunduğumuz yerde aslında bulunup bulunmadığımızı anlamak için birinin bize bir dokunuşunun yettiği gibi bir gerçek var. Biriyle temas hâlindeyken beden kendini korumaya endeksli oluyor ve karşıdakinin bir sonraki hamlesini pusuda bekliyor. Oysa biz ne kadar andayız ve ne kadar anı yaşıyoruz ki?

Bedenin sevgiyle kabullenilmesi gibi ruh da teslimiyet ister; bir anın içine kendini bırakmaya cesareti olmayanların birçok ana yerleşme çabası azaplıdır. Önce ruhu, sonra bedeni hastalandırır. Oysaki tadına vararak, sakince yenen bir lokma bile şifadır. Zihnin birkaç işi bir arada yapabileceği doğrudur ama sırasıyla, sakince ve aklı başında... Dikkatimizi dağıtmaya meyilli oluşumuz, işlerimizin kalitesini düşürdüğü gibi kendimize olan bakışımızı da derinden etkiliyor. Yapılacaklar listesinin sonlarına doğru indikçe artan artı işaretleri gibi tamamladığımız işlerin huzuruna kavuşuyoruz odaklandıkça. Üstelik kendimizi vererek yaptığımız her şeyin mükâfatını da Allah veriyor. Emeklerimizin ziyan olduğu tek bir an bile olamaz, yeter ki gerçekten anda kalabilelim, bir an bile ansızın olmadan; tek…

Görkem Gündüz

YORUM EKLE