Bu günlerde pek yeni olmayan bir tartışma ile karşı karşıyayız: cemaat ve tarikatların varlığı, yapısı, denetlenmesi. Yeni anayasa ile bu hususta gerekli düzeltmelerin yapılacağı kaçınılmaz. Zira böyle bir düzenlemeyi gerekli kılacak pek çok gerekçe hemen her gün karşımıza çıkmakta. Özellikle tasavvufi terbiyenin kurumsallaşmış biçimi olan tarikatlar adına bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü tasavvufi hayatı ve irfanî geleneği hakkıyla temsil edip sonraki nesillere aktaramaya çalışanlar günden güne azalmakta ve bunların yerini, sonu gelmez dava ve iddialarında boğulan sahteleri almaya çalışmaktadır.
Bu alandaki sahtecilik meselesi aslında sadece bugünün problemi değil. Tasavvufun bir ilim ve hâl olarak sistematik bir yapıda ortaya çıktığı günden, yani neredeyse Hicri ilk asırlardan beri bu aldatma dile getirilmekte ve sufi olmadıkları halde sufi gibi görünenlerden yakınılmaktadır. Aslında sufilere en fazla zarar da bunlardan gelmiş. Günümüzde de öyle. Binlerce yıldır gönülleri besleyen bu kaynağı kirletenler yine sufi kisvesi altında zuhur edenler. Onların kavramlarını kullanıyorlar, onların sözlerini ezberleyip kendilerine aitmiş gibi gösterip satıyorlar. Peki, bu sahtekârlardan nasıl yakamızı kurtaracağız ve nasıl olacak da onların tuzaklarına düşmeyeceğiz? Elbette hakiki olanı bulup kıyas yapmak suretiyle… Arayışında samimi olan, aklını fikrini ve ferasetini kullanan herkesin hakiki olanla buluşması hayal ve zor değil. Bir de sahte olanların vasıflarını iyi bilmek bizi onlardan kurtaracak.
Tasavvufi terbiyeden bahseden hemen her eserde kâmil olup başkasını da kemale ulaştıracak mürşidlerin vasıfları anlatılmakta. Bunları ilgili eserlerden öğrenip bir kıstas oluşturmak mümkün. Sahte şeyhlerin vasıflarından da yer yer bahsedilmiş. Ancak kitapların bize sunduğu ilkelerle birlikte onları tanıyacağımız asıl veriler, gerçek niyetlerini ifşa ettikleri söz, fiil ve tutumlarına bakmaktır.
Tasavvufi kaynaklara göre şeyhlerin tasnifi
Tasavvufi hayatla irtibatlı olarak şeyhlerle ilgili şöyle bir tasnif yapılır: Kâl şeyhi, yal şeyhi, takke şeyhi, avrat şeyhi, evrad şeyhi, tekke şeyhi, bir de hâl şeyhi. Kısaca bunların özelliklerini sıralamak gerekirse, kâl şeyhleri; sufilerin sözlerini ezberleyip aktaran ama onların hallerinden bîhaber olanlar. Bunların bir kısmı kendince bir seyrü sülûk görmüşse de zahirde kalıp hakikate varamamış kişilerdir. Yal şeyhleri; daha ziyade maddi kazanç peşindedirler. Tüm düşünceleri yemek içmek ve nefsi arzularını tatmin etmektir. Takke şeyhleri; tasavvuf, marifet ve hikmetin kıyafetten ibaret olduğunu zannedenlerdir. Bunlar ya zahirlerini süslemekten gönüllerini düzeltmeye fırsat bulamışlardır yahut zaten gönül diye bir dertleri yoktur. Avrat şeyhleri; bunlar özellikle kadın müritlerine karşı daha özenlidirler. Şeyhlik vasfını fırsat bilip şehevi arzularını tatmin etmenin peşindedirler. Özellikle zengin ve dul olan kadınlar bunlar için elden kaçırılmayacak ganimettir.
Evrad ve tekke şeyhleri ise tasavvufi terbiyesini tamamladıktan sonra kendilerine usul, evrad ve ezkar konusunda icazet verilenlerdir. Bunlar arasında samimi olanlar, şeyhlerinden öğrendikleri âdâb ve usûlü yaşatmaya çalışırlar. Güzel ilahi meclisleri tertip ederler, devran ve zikir ayinlerini büyük bir hassasiyetle yerine getirirler. Bu şeyhler için tekkedeki ses düzeninden tutun kullanılan enstrümanların nasıl icra edileceğine varıncaya kadar usul adına ne varsa çok önemlidir. Bazı kimseleri bu gibi tekkelere çeken şey de zikir halkalarının ahengi, ilahilerin namesi, büyüsü ve tekkedeki düzendir. Yine bu tekkelerde nefsin mertebeleri üzerine zahiren bir eğitim takip edilerek sonunda dervişlere tac ve hırka giydirilir. Ancak çoğunlukla bunlar zahirde kalır. Zira kat ettiklerini düşündükleri kâmil nefsin özellikleri “şeyh unvanı” almış dervişlerin üzerinde pek görülmez. Tarikat dersleri zahiren on ikinci esmadadır ama ahlâk ve hâlleri bu esmaların hakikatinden fersah fersah uzaktır.
Usulü gözetirken özü ihmal edenler
Öte yandan evrad ve tekke şeyhlerin pek çoğu usulü gözetelim derken işin özünü ve hakikatini de ihmal ederler. İhmal ve bir müddet sonra da terk edilen bir diğer husus dini kurallardır. Bir müminin temel ibadeti olan namaz bazen kılınır bazen kılınmaz, her Müslümana farz olan ramazan orucu çoğunlukla çeşitli hastalıklar bahanesiyle tutulmaz. Başka bahaneler de vardır elbette. Mesela namazda önemli olan miraç etmektir; miracını gerçekleştirenlerin namazın zahirine ihtiyaçları yoktur. Aynı şekilde gönlü daima Hak’la olan oruçludur. Dolayısıyla gönül orucunu tutmak lazımdır. Ancak her nasılsa mali ibadetler asla ihmal edilmez. Her yıl umreye gidilir, sadaka, yardım ve zekât ibadeti mutlaka hatırlatılır ve gerekli bağış ve yardımlar toplanır. Umremizi de gönül Kâbe’sini ziyaret etmekle yapalım, zekâtımızı, sadakamızı gönülden gönle verelim demezler.
Bu tür icazet sahibi şeyhlerinin bir kısmı şeriatı göz ardı ettiği gibi tarikatın esaslarını da küçümseyerek asıl meselenin hakikat ve marifet olduğunu iddia ederler. Hakikate ulaştıkları zannıyla “Benim fiillerim Hakk’ın iradesiyledir” diyerek yaptıklarına kılıf bulmaya çalışırlar. Fenâ fi’l-efâl, fenâ fi’s-sıfat, fenâ fi’z-zât’tan dem vururlar ama fiilleri, sıfatları ve özleri Hakk’tan uzaktır. Nefislerini rahatsız edecek bir şeyle karşılaşsalar Hakk’tan geldi demez halkı tarumar ederler. Yetmiş iki millete aynı gözle bakmaktan bahsederler ama kendi ırklarıyla övünüp diğerlerini küçümserler. Ne yapsanız bunlara şeriatsız hakikatin bâtıl olduğunu anlatamazsınız. Şeriat, tarikat, hakikat ve marifetin bir bütün olduğunu kabul ettiremezsiniz. Şeriatın kuralları, tarikatın âdâbı nefislerine ağır gelir. Hakikat ve marifet bahanesi altında kendilerini her türlü dinî, ahlâkî ve örfî ilkeden bağımsız görürler.
Hakk’a kulluktan başka amaçları olmayanlar
Hâl şeyhleri ise yukarıda bahsettiğim arzu ve hatalardan kendilerini alı koyan ve Hakk’a kulluktan başka amacı olmayan kimselerdir. Dünya, şan, şöhret, paraya asla tenezzül etmezler. Maddi ve dünyevi gaye ve kaygıları artlarında bırakmışlardır. Bu zatlar ilahî ahlâkla ahlâklandıkları gibi sözleri ve halleriyle bunu, etrafında bulunanlara aktaran, her bir dervişini emanet bilinciyle terbiye etmeye çalışan ve onlara yük olmayıp aksine yüklerini alan Hz. Peygamberimizin (sas) vârisleri, kâmil insanlardır. Şeyhliklerini saltana dönüştürmemiş, tüm çabalarını insanları irşada yöneltmiş; her türlü alâyiş ve gösterişten beri, her türlü dava ve iddiadan uzak, daima müşfik, mütevekkil, mütebessim, içten, sabırlı, zahirleri halkla iken bâtınları Hakk’la olan mürşidlerdir. Şeriatı gövde, tarikatın bu gövdenin dalları, marifeti yaprakları, hakikati ise meyvesi olarak bilir, tadar ve yaşarlar. Bunlar yeryüzünün emini olan âriflerdir.
Aslında sahte ve sathi olanı tanımamız bize, doğru ve hakiki olanın kıymetini bilme hususunda ayrı bir olanak sağlayacaktır. Bu sebeple şeyhliğini ilan ettikten sonra şu cümleleri kuran ve tavırlar içine girenlerden mutlaka uzak durmak gerekir:
Dikkat edilmesi gereken beyanatlar
- Ben gavsım veya vaktin kutbuyum davasını güdüyorsa;
- Kendinden başka hakiki mürşidin olmadığını ileri sürüyorsa;
- İrşadı bırakıp işi, dervişlerinin sayısını arttırarak ticaret ve siyasette güç elde etmeye dönüştürmüşse;
- Dini emirleri yerine getirmeyip yasakları çiğniyor ve buna şeyhliğini kılıf olarak kullanıyorsa;
- Hizmet adı altında etrafındaki insanlardan para topluyor ve bunları dilediği gibi harcıyorsa;
- Mal varlığı şeyh olduktan sonra artmaya başlamışsa;
- Şeyhliğini geçim kapısı haline getirerek müritlerinin üzerinden aile ve akrabalarının masraflarını gideriyorsa;
- Babası ve dedesinin böyle bir vasfı olmadığı halde kendini “Seyyid ve Şerif” olarak tanımlayıp isminin önüne bunları sıralıyorsa;
- Şeyhliğini kullanarak birden fazla kadınla evlenmenin yollarını arıyorsa;
- Dervişlerinin imkânlarını kendi özel işlerinde kullanıyorsa;
- Tanınma, bilinme ve saygı görme derdinde ise;
- Her fırsatta manevi âlemde gördüklerinden ve kerametlerinden bahsedip bunlarla meşruiyet kazanmaya çalışıyorsa
- Falan tarihte mehdi çıkacak, şu vakitte deprem olacak, savaş çıkacak, kıyamet kopacak gibi geleceğe dair bir takım iddialarda bulunuyorsa;
Hiç şüpheniz olmasın, ellerinde icazetleri olsa, etraflarında binlerce insan toplansa bile bunlar nefislerinin esiri olan, bırakın başkasına yol göstermeyi kendileri yol bulamamış yol kesicilerdir. Eğer soyulup yağmalanmak istemiyor ve selamete ulaşmayı umuyorsanız mutlaka uzak durmalısınız.
Abdurrezzak Tek
Efendim, Kıymetli Üstad Abdurrezzak Tek Beyefendi'nin kaleme almış olduğu bu yazı günümüz Türkiyesi'nde büyük problemler teşkil eden 'sahte şeyh' meselesinin çözümüne hâiz yazılardan biridir, bu sebeple oldukça mühimdir. Yazının iceriği sahte şeyhleri tanımaya yönelik olduğu için kanaatimizce başlığın da buna uygun olması daha iyi olurdu. Bu mühim bilgileri kaleme alan Prof. Dr. Abdurrezzak Tek'e, yayın ve paylaşım için Dünya Bizim'e teşekkürü borç biliriz.