Çok aziz ve pek muhterem Müslümanlar,
Ladikli Hacı Ahmet Ağamızın feyzi ve nuru içerisinde toplanmış bulunuyoruz. Cenab-ı Hakk bu necip ve asil milletin Ahmet Ağalarını daim ve çok etsin, inşallah.
Dünya her şeyiyle göz önünde ve belli! Aslı ve yaratılışı itibariyle darülfiten, darülmihna, darülmeşakka, darülimtihan… Bütün bunlarla beraber aldatıcı ve fani bir alem. Kıymetli yönü Akif’in “ölüm anında dünyanın hakikat olduğunu anlayacaksın” dediği manadır. Ahirete hazırlık yeri Mezratü’l Ahirah oluşudur. Dünyanın mana yönü, hakikat yönü ehemmiyet ifade eden tarafı bu; aziz cemaat! Eğer dünya gaye edilirse korkunç aldanıştır. Eğer dünya olduğu gibi görülür ve anlaşılır da ahiret tedariği, ahiret azığı hazırlamaya yönelirse fevkalade bir mana ifade eder. Sonunda çok tatlı ve mübarek şeyler çıkar, aziz kardeşlerim.
Kur’an-ı Kerim “ve mal hayatu’d dünya illa metaul ğurur” diyor. Her şeyiyle dünya hayatı, mücerred dünya olarak aldığınızda gurur metaadır. Kimi makamına aldanıyor, kimi çalımına aldanıyor, kimi selahiyetine aldanıyor, kimi bilgisine irfanına aldanıyor, kimi mali servetine aldanıyor… ve hakeza, ve hakeza. Ama Ahmet Ağamız gibi ehl-i hak için ve onun yolunun yolcuları için bu hiç böyle değil. Malında, servetinde, makamında bir emanet olduğu, Cenab-ı Hakk tarafından sorulan bir sual olduğu ve Allah yolunda kullanıldığı zaman ancak fayda vereceği anlaşılınca zararı defedilmiş, hayır için kullanılmış oluyor. Ben cemaatime evvela bunu tembih ediyorum bu vesile ile…
Sakın ola ki dünyaya aldanmayın
Cemiyetlerin, toplulukların, cemaatlerin ve kavimlerin huzur ve rahatı için içlerinde büyük insanların bulunması çok lüzumlu. Yani belaların, musibetlerin, felaketlerin, faciaların defi için bir cemiyetin içerisinde Allah’ın alnından öptüğü has kulların bulunması şarttır, lazımdır, elzemdir, muhterem müminler. Çünkü Ladikli Hacı Ahmet Ağamız gibi; tabi mertebe itibarı ile ondan çok yüksek olanlar da var, mertebe itibarı ile ondan duûn olanlarda var. Ricaullahın kemal neşeleri böyle kademe kademe, ayrı ayrı muhterem Müslümanlar. Bugün sadece ehl-i kemal ve velilerden bahsedeceğiz. Evet, Ahmet Ağamızın etrafında dönüp duracağız; sonra da bir kucaklaşıp kürsüden ineceğiz inşallahu Teala.
“Üç yüzler”
Cemiyet içerisinde küçük mertebe de olan ilk mertebede olan velilere “üç yüzler” diyoruz muhterem Müslümanlar. Yeni vazife almış, manen Allah tarafından görevlendirilmiş Hz. Âdem Aleyhisselamın kalbi üzere! Peygamber öyle buyuruyorlar: “Kulubuhum ala kalbi Âdem Aleyhisselam”.
Onlar bu neşeyi alınca beşeriyetin atasının cemaate merhamet ettiği gibi etrafa merhamet ederek devamlı bu millet-i necibenin manen hizmetinde olurlar.
“Kırklar”
Bir derece, bir rütbe ilerlediği zaman onlara “kırklar” diyoruz. “Kulubuhum ala kalbi Musa Aleyhisselatu vesselam”. Bunların kalbi, Kelimullah Musa Aleyhisselamın kalbi üzerinedir. Cenab-ı Hakk Celle ve Ala Hazretlerinden esen ilham alma neşesine sahiplerdir. Nasıl ki Musa Aleyhisselam Tur-u Sina’da Mevla-yı Mütealinizle minvera-i hicap bir ağaçtan yükselen manevi lavlar ve nur içerisinde hitab-ı izzeti duyardı. Bu kırklar dediğimiz zümre de Cenab-ı Hakk’ın şecere-i kalplerine hitabını aynen duyarlar ve hissederler.
Biraz daha kıdemli, kanatları biraz daha güçlü, ümmet-i Muhammed içerisinde daha ciddi hizmetler gören insanlar. Biz bunları seviyoruz değil mi Müslümanlar? Yani Allah dostlarına muhabbet ediyoruz değil mi? Çünkü Allah’ı severim diyen, O’nun sevdiklerini de sevecektir. Bu tabii ve bir kaide, şaşmaz bir usul. Tamam mı muhterem Müslümanlar? Bir kimse Allah’ı severim diyecek de O’nun sevdiklerini sevmeyecek! Yok alemde böyle bir yaşantı yok, böyle bir kaide yok, böyle bir yol yok! Allah’ı sevenler, Allah’ın sevdiklerini: Kim onlar? Evvela peygamberler muhterem müminler. Biz Müslümanlar olarak 124 bin enbiyayı; büyüklerini saydığımızda Âdem Aleyhisselam, Nuh Aleyhisselam, Halilurrahman İbrahim Aleyhisselam, Kelimullah Musa Aleyhisselam, Ruhullah İsa Aleyhisselam ‘Ulü’l-azm Peygamberler’ diyoruz biz bunlara ve bunların etrafında geçen bütün enbiya… Risalet vazifesi, nübüvvet vazifesi verilmiş insanlar… Evvela bunlara muhabbet ediyoruz. Bütün bunların üzerinde adeta şemsiye halinde ve bütün enbiyanın kemaliyle gelen en büyük peygamberde zirveleşen ve şahikalaşan sevgimizle muhabbetimizle sarılıyoruz. Kim bu muhterem Müslümanlar? Bizim Peygamber Efendimiz Sallallahu Teala Aleyhi ve Sellem Hazretleri.
Ya Rabbi, bizi nefes alıp verinceye kadar, adım atıp kaldırıncaya kadar, saniyede olsa Peygamber Efendimizin yolundan, izinden, sevgisinden, sünneti ile amelden ayırma!
Ve inanın her şeyimiz O’na vuslat için Müslümanlar... Ladikli Hacı Ahmet Ağayı sevenler… Her şeyimiz Allah’ın yüce Resulü Hz. Muhammed’in yoluna feda olsun. Hani 6,5 ay orada huzurunda kalıyoruz, Peygamberi Zişan Efendimizin… Dudaklarımızı eşiğine, yanaklarımızı ayak izine koyuyoruz ya… Devamlı münacatım bu. Şair ne kadar özlü söylemiş:
“Bilirim ben beni Ya Rabb… Sevecek yüz yok bende.
Sen beni sev de nail-i ihsan olayım ya Resulullah…”
Evet, dudaklarımız eşiğinde, yanaklarımız ayak izinde, ellerimiz arşa açık… Niyazımız arşın Rabbine olarak niyaz edip yalvarıyoruz. “Ya Rabbi bu necip milleti, Hz. Muhammed’in yolunda daim kıl” diyoruz, inşallahu Teala.
“Yediler”
Evet, asıl meseleyi Ahmet Ağamıza getireceğim. Kırklardan sonra Peygamber Efendimiz buyuruyorlar: “Yediler” vardır ebdal diyoruz. Kullar içerisinde yediler vardır, bunlara ebdal diyoruz. Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde onu kaydetmiş. “Kulubuhum ala kalbi İbrahim Aleyhisselam”. Yedilerin kalbi, Hz. İbrahim Aleyhisselamın kalbi üzeredir. Muhterem müminler, Ahmet Ağamız ebdaldendir. Yedilerdendir.
25 sene sohbetimiz var kendisiyle. Size öyle hayali, Konya’dan gelip sıradan bir hoca olarak konuşmuyorum; haberiniz olsun! Ladikli Hacı Ahmet Ağamızla 25 sene sohbetimiz var. Gece gelirdik, gündüz gelirdik, pazar gelirdik, hafta içinde gelirdik, saatinde gelirdik, saat dışında gelirdik; bizi hüsnü kabulle kabul eder, kucaklar, bağrına basar. Çok zaman geldiğimizde de sabahlardık odasında Ahmet Ağamızın. Gece yarısına doğru biraz yaklaştı mı saatler, “Hocam siz şuradan yatağı yorganı indirin, istirahat edin. Ben şöyle bir vazifeye gidip geleyim.” derdi. İçinizde bu manayı, bu sözü anlayan var, anlayamayan var. Anlayanlar, anlamayanlara söylesin Nasrettin Hoca’nın hesabı tamam mı? Ahmet Ağamız vazifeye gider ama her gece… “Bugün toplantı Kabe’nin gurbundaydı” der. Gece toplantısı… “Bugün toplantı huzur-u Peygamberdeydi” der. “Bugün toplantı Hindistan’daydı” der. “Bugün toplantı Amerikada’ydı” der.
“Ya hocam, demek bir gece içerisinde Ladikli Hacı Ahmet Ağa Amerika’daki ruhani toplantıya katılıyor, tekrar şafağa doğru dönüyor sizinle kucaklaşıyordu öyle mi?” Vallahi öyle… Hani Aziz Mahmud Hüdayi diye bir zat var muhterem Müslümanlar. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri mahkeme başkanı, şer-i mahkeme reisi Osmanlılar devrinde. Kendisine bir talak meselesi geliyor. Koca, “Nihayet bu sene hacca gitmezsem benden boş ol diyor” hanımına. Sakın böyle yapmayın ha, tamam mı? Allah nasip ederse hacca gideceğim deyin orada kalsın. Aziz Mahmud Hüdayi’nin zamanında bir aile reisi böyle söyleyiveriyor. “Eğer bu sene hacca gitmezsem, hatun benden boş ol” diyor. Hacca 5-6 gün kala hanımcağız kalkıyor: “Efendim diyor, sen hacca gidemeyeceksin, bu halde ben artık seninle ilgiyi koparmış olacağım. Talak verdin çünkü!” diyor. Gidiyor mahkemeye, Kadı Mahmud’a şikâyet ediyor. “Durum bu efendim diyor, ben bu efendiden boşanacağım. Çünkü artık bunun hacca gitmesi mümkün değil” diyor. Uzatmayayım, vaktimde çok dar ama mesele anlaşılsın diye böyle bir latifeyi söylemeye mecburum. Mahkemeye çağırılıyor adamcağız, hâkim ifadesini alıyor. Kendisine deniliyor ki: “Şu Ulu Cami’nin önünde bir eskici Mehmet Efendi var. Onunla bir görüş bakalım.” Eskici Mehmet Efendi’ye varıyor: “Efendim, mesele bundan ibaret. Manevi dergahınıza dehalet ediyorum. Bana himmet edin.” diyor. Hacca 3 gün kala! “Ver elini diyor, yum gözünü diyor, bas ayağımın üzerine… Aç gözünü!” Kâbe-i Muazzama’nın karşısında...
İmam-ı Nebevi Şam’daki medresesinde kapıcı her gün kapıyı kitler, sabahleyin kalkar; büyük kapının koskoca kilidi açık. Kapıcı, “Bu benim için de mesuliyet intaç eden bir mesele; nasıl olur?” Şöyle biraz geriden izlemeye başlıyor. Gece yarısı olunca İmam Nebevi; hak eri koca sultan… Ona kilit mi dayanır? O isterse semavatın kapılarını gümbür gümbür açar, ruhani hayatıyla arşa doğru uçar; kimse de eteğinden tutamaz. “Hocam hep masal anlatıyorsun yahu!” Bugünümüzün dünyasında en ciddi hakikatler masal diye anlaşılır ve telkin edilir hale geldi. Dünyayı bu kadar kokuttular muhterem Müslümanlar. Ama Ladik’te toplanan Ahmet Ağa sevenleri; dünya onlara da kalmayacak. İlahi Aşk, Rabbani neşe, Muhammedî Nur şahikalar ve zirvelere tırmanacak inşallah. Mülk Allah’ın, mahlukat-kullar Allah’ın, din de Allah’ın, halk ve emir de Allah’ın... Kâinatta bir tek Hâkim-i Mutlak var, o da Yüce Yaratıcıdır. Onun için biz yes’e düşmüyoruz.
İmam Nebevi gece yarısı kalkıyor, kapıya varınca koca kilit şangır şangır kendiliğinden açılıyor. Ahmet Ağa’yı anlatmak için bunları söylüyorum size masal anlatmak değil gayem. Açılıyor, çıkıp gidiyor. Arkasında bir ayak sesi işitiyor, dönüp bakıyor ki medresenin bekçisi. “Oğlum ne arıyorsun burada?”, “Efendim bugün peşinizi bırakmam, diyor. Nereye gidecekseniz bende gideceğim. Yoksa başımı ayak izinize kor, ruhumu teslim ederim.”, “Peki gel bakalım, yum gözünü” diyor. Elinden tutuyor, şöyle gözünü açıyor: Kabe’nin karşısında. Sabaha kadar tavaf edip ibadet ediyorlar. “Ben gidiyorum” diyor İmam-ı Nebevi. Geliyorlar, medresenin önündeler. İmam-ı Nebevi de böyle... Hacı Mustafa Efendi üstadım Konya’mızın manevi kutbu sayılırdı. Birgün Mısır’da Celalettin Suyuti Hazretlerinin müridanından birine: “Ben bir gece ibadetini Kabe’de yapmak istiyorum” diyor. Aynen üstadımın söylediğini söylüyorum: “Yedi adımda Mekke’ye geldiler, ibadet ettiler; dönüşte beş adımda Kahire’ye geldiler.” diyor.
Söyleyeceğim şu: Kadı Mahmud’un zamanında o talak veren adama, Eskici Mehmet Amca yum gözünü diyor ve Kabe’nin karşısındalar. Haccediyorlar, sonra hemen 4. bayram günü Bursa’ya dönüyorlar. Mahkemeye tekrar varıyorlar. “Efendim diyor talak veren amca: Ben hem Mekke’ye gittim hem de haccettim. Müzdelife vakfesini yaptım, Mina da şeytanı taşladım, kurbanımı kestim ve farz tavafımı da yaptım. Bursa’ya geldim.” diyor.
Kadı Mahmud: “Benimle alay mı ediyorsun?” diyor: Gidiş bir buçuk ay geliş bir buçuk ay muhterem Müslümanlar! Kervan devri tabii… “Efendim, Eskici Mehmet Efendi beni aldı, götürdü haccettirdi, getirdi.” diyor. “Hem siz nasıl inanmazsınız ki ilim adamısınız.” diyor. “Allah’ın dergahından kovulan şeytan saniye içerisinde Şark’a gidiyor Garb’a gidiyor da şeytan olduğu halde… Allah’ın dostları isterse Mekke’ye gidip gelemez mi?” Kadı Mahmud: “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü.” İçine öyle bir manevi iniş oluyor ki muhterem Müslümanlar! Gönül afakında öyle bir parıltı meydana geliyor ki ruhani hayatına yepyeni bir inanç ve güneş doğuyor ki Kadı Efendinin… Bütün hüceyratı, şimdi ona atom diyorlar: zerreleri, ilahi aşk ve başka bir inançla dolup kalıyor. “Tamam, diyor. Beraat edildi, nikahınız tamam, evinize gidin!” Yalnız adamcağız şöyle diyor: “Efendim, dediğime pek inanmadıysanız, arkadaşlarım arkadan gelecekler. Onlara eş-dost için hediyeler verdim.” Mahkemeyi birkaç gün tehir ediyorlar, onlar da gelip mahkemede şahitlik ediyorlar: “Biz bu zatı, Hasan Ağa’yı Arafat’ta gördük, Müzdelife de gördük, tavafta gördük, huzur-u Peygamberide gördük… Bize hediyeler verdi, o hediyeleri de aldık getirdik!” diyorlar.
Ladikli Hacı Ahmet Ağamız
Ey Vallahi Ladikli Hacı Ahmet Ağamız da bu neşenin sahibi idi! Her gece bu gidiş gelişler, bu ruhani seyahatler, bu Rabbani ve semavi toplantılar, Kur’an nuru içerisindeki bu güzel hasbihallerin içerisinde bulunur; hatta biz bazen müşkülatımızı Ahmet Ağamıza arz ederdik. “Efendim şöyle bir derdimiz var, hali için çare nedir diye?” Tamam hocam derdi, şöyle bir gider, tekrar gelir: “Büyükler bu mesele için şöyle buyurdular.” derdi. Yani Ahmet Ağamızla 25 sene böyle sohbetlerimiz oldu.
Bir de ebdal dediğimiz, yediler dediğimiz kişilerin ahlakının ve sıfatının bir özetini vereyim. Ladikli Hacı Ahmet Ağamız, Allah dostu; hayatının belli bir kısmını bu manevi aleme ayırmasını Cenab-ı Hakk mukadder kılmıştır. “Gözlüğe gizli olmaz” fehvasınca sanki bütün enbiyanın menkıbelerini bilirdi. Hangi peygamberi sorsan hayatını anlatırdı bize. Bu anlatışlar içerisinde tarih kitaplarının, kasas-ı enbiyanın yazmadığı şeyleri söylerdi, Ahmet Ağa. Kitapların yazmadığı şeyleri... Bir üstadın rahle-i tedrisine oturmadığı halde bilmediği yoktu denecek kadar bize sırrını açardı. Yüce Rabbimiz bu milletin siper-i şahikası olan bu büyük insanları bugünün cemaatine de lütfetsin diye dua ediyorum.
Muhterem Müslümanlar,
Böyle bir mukaddimeden sonra, latifeli bir mukaddimeden sonra Kur’an-ı Kerim’e beraber bakıyoruz. Allah’ın veli kulları için Cenab-ı Haliku Zü’l Celal dersimizin ser levhasını tezyin eden ayet-i kerimede ne buyuruyor bakınız: “Elâ inne evlîyâ ellahi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yehzenûn.” Biliniz ve agah olunuz ki Allah’ın velileri vardır, mevcuttur. Beşerin yaratılışından kıyamet sabahına kadar o veliler cemaat içerisinde mevcut olacaktır.
Muhterem Müslümanlar, mevcut olacaktır ve bulunacaktır diye kati söylüyorum çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.) buyuruyorlar: “Kıyamet kopup sur üfleninceye kadar bu cemaat ve milletin içerisinde haktan şaşmayan, Allah’tan gayrıya yönelmeyen, kalp ve ruhunu arşa bağlayan Mevla’nın has kulları olacaktır. Zalimler onlara zarar veremeyecektir.”
Akşehirli Hacı Ahmet Efendi Hocamız vardı. Tanıyanlarınız var, derslerini dinleyenleriniz vardır içinizde… Akşehirli Hacı Ahmet Efendi Hoca kürsüde böyle derdi: “Medreselerimizi kapattınız, mekteplerimize kilit taktınız ama kalbimizdekini alamadınız.” Kalbimizdekini alamadınız, alamazsınız; sağ olduğumuz müddetçe hakk-ı natıkız, gerçekleri söyleyeceğiz, derdi.
49 senedir karşınızdayım muhterem Müslümanlar. 49 senedir Hollanda’dan, Almanya’dan, Avusturya’dan, Belçika’dan, İsviçre’den tutunuz, Türkiye’mizin… Kâbe’nin karşısında 70’li seneler içinizde dersimi dinleyenler var. Kabe’nin karşısında bütün söylediğim özetle nedir biliyor musunuz?
49 senedir anlattıklarımın özeti
Hz. Ebubekir gibi muhlis olunuz, Hz. Ömer gibi adil olunuz, Hz. Osman gibi hayalı olunuz, Hz. Ali gibi mert ve er ve minare gibi doğru olunuz. Sahabenin hayatı örnek olsun size! Selefi salihinin yolundan yürüyünüz, kimse hayatınız boyu sizden incinmesin, incinmeyin... demişimdir. Akif merhum ne diyor:
“Enbiya yurdu bu toprak, şüheda burcu bu yer
Bir yıkık türbesinin üstüne Mevla titrer,
Öyle meşbu şehadet ki bu öksüz toprak
Fışkıran otları sıksan kan çıkacak”
Hem de İstiklal Marşına ilave etmiş:
“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı hilal
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?”
Ey vallahi diyorum mahşerde göreceksiniz Müslümanlar! 49 sene bu memlekette her fert, veli neşesinde, melek haslet, etrafına vücud-u rahmet olsun diye nefes tükettik, ter döktük muhterem müminler. Hani meşhur söz: “Allah bes, baki heves” demişler. Bize Allah yeter gayrısı hayaldir demişler muhterem Müslümanlar.
Bizde böyle diyebilelim inşallah. Öyle olunca “lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn: onlar üzerine korku yoktur.” Mahşerde Cenab-ı Hakk mekândan münezzeh olarak ehl-i haşra, ehl-i mahşere böyle sesleniyor. Şu mahşer gününde benim ehlim muttakilerdir. Nerede o muttakiler ayağa kalksınlar, buyuruyor Cenab-ı Haliku Zü’l Celal.
Dünyada imanla, dünyada aşkla, dünya da Kur’an’la, dünyada Fahr-i Kâinatın sünnetiyle, dünyada İslam’ın neşesiyle, dünyada evliyanın izinde, dünyada süleyhayla sarmaş dolaş ömür geçiren memleket evladı; mahşerde Cenab-ı Hakk ‘kalkın’ diyecek, kalkacaksınız. Allah’ın dostları, Hakka evet diyen Allah’ın kulları; Cenab-ı Hakk mahşerde ‘kalkın’ diyecek kalkacaksınız. Nefsinizi yendiniz, şeytana uymadınız, ilahi düsturuma evet dediniz, Kur’an hükmüyle amel ettiniz, Resulümün gösterdiği yolda yürüdünüz! Sizden vaki olanları affettim, sizin için ne mizan var ne divan var, cennetime buyurunuz, buyuracaktır Cenab-ı Hakk.
Cenab-ı Hakk bizi ebedi alemin cennetlerine giden nurlu yoldan ayırmasın inşallah. Bunlar cennetin kapısının önüne varacaklar, bunlar yani Ahmet Ağamızı sevenler, Mevlana’mıza muhabbet edenler, Hacı Bayram-ı Veli’den yana olanlar, Akşemseddin’in ayak izine yanak koyanlar cennetin kapılarında varıyorlar. Melekler soruyor: “Siz cehennem, sırat, ateş, mizan, terazi filan gördünüz mü?” Onlar diyorlar ki: “Ey vallahi böyle bir şey görmedik.”
Duyuyor musunuz Müslümanlar?! Hadis, sahih hadis! Ateş, sırat, cehennem, azap, hisap, kitap böyle bir şey görmedik diyorlar. Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: “Ey kullarım, siz dünyadaki nefsinizin cehennem ateşini, ruhani hayatınızın cennetine çevirdiniz. Sizin geçtiğiniz o gülistan vardı ya fildişi gibi geniş cadde; sırat orası cehenneminiz de o yeşilliklerdi.” Melekler selamun aleyküm diyor: Ne güzel ameller işlemişsiniz daim ve ebedi olarak cennetlerde kalınız.
Ahmet Ağa’yı sevenler girdiğiniz nurlu yolda daim olun inşallah. Cenab-ı Hakk, “korkmazlar onların üzerine korku yok, mahzun da olmazlar.” diyor. Bu kadarla kalmıyor: “Ellezine amenu ve kanu yettekun: Onlar ki iman ettiler ve ittika ile amel edip muttaki oldular.”, “lehümül büşra fil hayatid dünya ve fil ahireh: Onlar için dünya hayatında ve ahiret hayatında müjde vardır.”
Müslümanlar, 50 seneye yakındır kürsüden size hep cenneti müjdeledim. Korkutup ürkütüp ye’se düşürmedim. Daima sizlere benim değil Allah’ın cennet kapısını açtım. Haşa… Allah’la kul arasına girilmez. Ben bir müjdeciyim. Hidayet, mükafatlandırmak, ceza vermek ancak Zat-ı Akdesimizin işidir. Peygamber Efendimizin bile bize verdiği bu... Kendi vazifesi de o! Biz tebliğ ediyoruz, müjdeliyoruz. Allah Kur’an’da böyle diyor: “Lehümül büşra fil hayatid dünya ve fil ahireh: Dünyada da sevinin, mahşerde de sevinin. Cennette ebedi müjde var sizler için!” Kim onlar? Allah yolunda yürüyenler, Hz Muhammed’in sünneti ile amel edenler… Ladikli Hacı Ahmet Ağamız gibi Allah dostlarının sevgisiyle kalbini yeşertip gönüllerinde marifet çiçekleri açanlar…
Muhterem müminler,
Bakınız Aşk Eri Mevlana’mız 700 küsur yıldır eşiğini dünyanın dehalarına, dâhilerine, mütefekkirlerine, düşünürlerine; Şarkın ve Garbın seçkin üstatlarına eşiğini öptüren insan Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri... Cenab-ı Hakka niyaz ediyoruz: Bizi en doğruya iletsin inşallah, bu neşeyi göremeyenlere Rabbimiz göstersin inşallah, bu sevgiye eremeyenleri Rabbimiz erdirsin inşallah, memleketimizden kara günleri kaldırsın inşallah.
Muhterem Müslümanlar,
70 milyonun kucaklaştığı, sarmaş dolaş olduğu, adavetleri yok ettiği, gerçek manada vahdetin tecelli ettiği, güneşin daima tuluda olduğu kuşluk vakti gibi bir cennet vatanı Rabbimiz bu necip millete çok görmesin inşallah. Mademki evliya yurdu, mademki eşkıya yurdu olmayacak muhterem Müslümanlar; mademki her insan ayrı ayrı velayet neşesine sahip, bugün bizi rahatsız eden eşkıyanın şerrinden bu cennet vatanı temizleyip bol bol evliyasının sohbetlerini dinleyerek, Mevlamızı zikir ede ede Yahyalı Hacı Hasan Efendimizin dediği gibi “Allah, Allah, Allah” diye diye ruhumuzu Mevla’ya teslim etmemizi Rabbimiz mukadder kılsın.
Müslümanlar sohbetimi şöyle bitirmek istiyorum. Son birkaç senedir böyle diyorum. Müslümanlar, iyi gün istiyor musunuz? Hacılar, hocalar, imamlar iyi gün istiyor musunuz? Evladınızı yetiştiriniz! Geleceğimiz, gençliğimizdir. Geleceğimiz, neslimizdir. “Ahh hocam ya senin böyle demen yok mu ya?” E ne diyeceğim ya? Müslümanlar Tahir Hocanız ne diyecek başka?
Nesliniz ve gençliğinizi imanla yetiştirin, Kur’an’la yetiştirin, aşkla yetiştirin, şecaat ve cesaretle yetiştirin, yenilmez güç ile yetiştirin, davası için başındaki kıllar adedince başı olsa birer birer feda, sevgi ve neşe ile ve imanı ile yetiştirin. Bir bu.
İkincisi, canlarla başlarla vatanımızın cennet olması için çalışın, çalışalım.
Üçüncüsü, burun direğimiz yanarak, kalbimiz sızlayarak gözyaşları ile dua edelim: “Ya Rabbim memleketimizde bize keder verme diye…”
Oldu mu Müslümanlar?
Ya Rabbi cennet vatanımızda bize keder verme diye! Öyle olunca muhterem müminler hepimiz bu duaya amin diyelim. Daha hayırlı günlere, daha nurlu günlere, daha sürurlu günlere, daha güzel günlere, daha aydın günlere, uhuvvet ve kardeşliğin gönülleri ve ruh afakımızı sardığı günlere Rabbimiz bizi yetiştirsin inşallahu teala.
“Ve ma tukaddimu li enfusikum min hayrin teciduhu indallahi” fehvasınca Allahu Zü’l Celal Hazretleri yarın mahşerde bire bin, bine milyon katlayarak ecr ve mükafatımızı lütfedeceğine inanarak verelim ki Rabbimiz de cennetini versin, rahmetini lütfetsin bizlere inşallahu teala.