Genel bakışla tüm mahlûkatın, özel bakışla fert fert hepimizin biricik hikâyesi, ahiret yurduna varmak için el-Arz’da (dünya) anne karnına düşüşümüz ile vizyona giriyor. Ve fragmanımız ait olduğumuz asıl hayatın inceliklerinin hülasasını yansıttığı ölçüde sonsuz metraj (ahiret) hayatımızın çizgileri çiziliyor.
BİR ÇAĞRI
Yaşamın bizi nereye çağırdığını elbette ki Yaratanın çağrısı ile idrak ediyoruz.
“Allah Darüsselam’a çağırıyor.”[1]
Darusselam’a, selam (esenlik) yurduna çağrılışımız her sabah ve her akşam ömrümüze gün katıldığı miktarda devam ediyor.
Cennet, bizler için sayısız nimet tadacağımız, her türlü endişeden, sıkıntıdan emin ve esen olacağımız bir diyar ve Rabb’imiz mümin kullarını sonsuza dek ağırlayacağı bu diyarı, aynı zamanda kendi isimlerinden biri olan “Selam” ismiyle isimlendiriyor. Rabb’imizin “Selam” İsm-i Şerifi O’nun akla gelebilecek her türlü olumsuz durumlara düşmekten münezzeh olduğunu, kullarını tehlikelerden ve şerlerden selamete çıkaran yegâne varlık olduğunu, cennete giren kullarını bahtiyar kılıp onlara selam eden oluşunu ifade ediyor. es-Selam İsm-i Şerifi gölgesinde selam diyarı bu emniyet ve esenlik ile bizleri bekliyor. Rabb’imizin bizleri selam diyarına çağırışının, cennete ilk adımımızda meleklerin bizi selam ile karşılayışının, bu dünyada aramızda muhabbeti yayan sırlı kelimenin selam oluşunun elbette ki idrak edilmesi gereken bir arka planı var. İdrak diyoruz, idrak; karşımıza çıkan tüm kavramların ve hadiselerin duyduklarımız, gördüklerimiz, bildiklerimiz ötesinde hikmetini sezmeyi gerektiriyor.
Çağrımızın selamı, gündelik seyirde lisanımızın bize hatırlattıklarından öte arka planlı bir hakikati bizlere sunuyor. O hâlde lügat manasından başlayarak manevî yansımalarıyla birlikte biraz selamı derinleştirelim.
TESLİMİYET REÇETESİ
“Anlam olarak ele alındığında Arapça ‘s-l-m’ kökü temelde sıhhat ve afiyet anlamı taşır. Bu anlam esas olmak üzere kelimenin barış, esenlik, itaat ve inkıyat, iyi dilek, ayıp ve kusur, felaket ve afetlerden uzak olmak vb. anlamlara geldiği anlaşılıyor.”[2]
Böyle bir anlamın önünde selam kelimesi bizler için çoğu zaman sadece bir karşılaşma cümlesi olarak ortada kalıyor. Oysa malum üzere ki hadimi olduğumuz İslâm selam, selamet ve silm (sulh) kökeniyle tüm bu manaları barındırarak nihayetinde teslimiyet ile bizleri selamlıyor. İslâm’ın mensubu insan bu doğrultuda büsbütün selametin kendisi ve selametin sergileyicisidir. Emaneti olan hayatına yansıttığı hoş esenlikle etrafındaki hiçbir canlı ondan gelen bir zararı ne işitir ne görür.
Selamı, sözlük anlamıyla esenliği, iki dudak arasında bırakmak başta es-Selam sıfatına sahip Rabb’imiz ile irtibatımızda çatlaklar oluşturur. Rabb’imizle aramızda oluşan mesafe bizi İslâm’dan yani özümüzden, uzaklaştırır. Özünden kopan insan kendi iç huzurunu kaybettiği gibi etrafına endişeden, öfkeden başkasını saçamaz.
Selam, salimliktir. Bedenî ve ruhî her türlü hastalıklardan, eksiklik ve kusurlardan uzak olmaktır. Ruhun kinden, öfkeden, insana zarardan, hıyanetten arınıp selam ile bütünleşmesi insanın kemale erişinin zirve noktalarındandır. Selam, şiardır. İslâm’ın mümine kattığı her şiar onun özü ve sözü ile bir olmalıdır. Selam, emniyettir. Hemen hemen birçoğumuzun henüz küçük müminlerken öğrendiğimiz üzere Resulullah (Sallallahu aleyhi Vesellem) peygamberliğinden önce dahi Muhammedu’l Emin olarak sıfatlandırılacak kadar emniyeti temsil eden bir insandı. Ashabıyla birlikte tesis ettiği İslâm medeniyetini bu eminlik üzerine kurdu. Selam diyarı yolculuğunun sistemini bu medeniyetle kökleştirdi.
SABRETMENİZE KARŞILIK...
Selamın gönle huzur veren arka planını zikretmeyi şimdilik yazımızın ilerleyen kısımlarına tehir edip biraz başa dönelim. İnanıyorum ki “Dünya ahiretin tarlasıdır.” Hadis-i Şerif’i doğrultusunda bu dünyanın ahiretin fragmanı oluşunda hemfikiriz. Sonsuz metraj ahiret hayatımızın sahnelerinin ön izlenimlerini bu dünyada sergiliyoruz. Fragmanımızın senaryosunu konuşabilmek için evvela ahiret yurdumuzu seyreyleyelim. Müminlerin, kıyamet itibariyle selam diyarına yolculuğunu anlatan Vakıa Suresi’nde Rabb’imiz bize cennet sahnelerini sunuyor:
“(Cennet ehli) Karşılıklı olarak mücevherlerle işlenmiş tahtlar üstüne oturup kurulmuşlardır.”[3]
Diyarı seyrediyoruz. Yeryüzünde selamı yaşayan müminler selam yurdunda işte böyle karşılıklı afiyet içinde oturuyor. Yüzyüze bakmak huzuru gösteriyor. Saklanacak, utanılacak bir şey yok. An yahut yarın endişesi yok. Bu sahneden önce mahşerde birbirimizden kaçmıştık. Melekler “Cennet ehline, ‘Selam size!’ diye seslenirler.” Tahtlara varmadan selam ile karşılandık. Endişesizce karşı karşıyayız. Şimdi cennet nimetlerinin bereketiyle 7 ayet sonrasına intikal ediyoruz:
“Yaptıklarının karşılığı olarak. Orada ne boş bir söz işitirler ne de günaha sokacak bir şey.”[4] Amel dünyasında ne yaptıysak o. Nasıl ki dünyada müşahede ettiğimiz nimetler cennet nimetlerinin birer karşılığı ise cennette payımıza düşen nimetler dünyada şükrünü eda ettiklerimizin nispetinde. Cennette insanı yok yere meşgul eden bir söz bir davranış yok.
Selam ile karşılanıp selamı yaşayacağız. İşittiğimiz: “Sadece şu söz: Size selamlar, size selamlar!”[5]
Esenlik, mutluluk, tereddüt süzlük…
“Çok merhametli olan Rabb’den bir söz olarak (kendilerine) bir selam (vardır).” “Sabretmenize karşılık selam sizlere!”[6]
EMNİYET İHTİYACI
Rabb’imizin bize selamı vadedişi, meleklerin bizi ilk karşılayışlarının selam olması, bizlere selam yurduna kavuşma yolunun dünyayı selam ve selamet yurduna dönüştürmek olduğunu gösteriyor. Selam, dünyadan ve ahiretten sıkıntı ve zorluğu kaldırıyor. İnsanın ruhunun selam ile bütünleşmesi onu selamı yayan, selam ile yol alan bir kul eyliyor.
Kelam olarak dahi selamı yaymak aramızdaki sevgi bağlarını güçlendirirken aile ilişkilerinde, toplumsal ilişkilerimizde selamın, barışın tesisi bizleri ahiret yurduna götürür. Ailede esenliğin, emniyetin yayılması mümini etrafına huzuru yayan kapsayıcı ve kuşatıcı bir konuma taşır.
İçi dolu yahut boş evlere selamla girmek, eve Allah’ın zatını, hoşnutluğunu taşımak demektir. Evlerde can bulan selam topluma huzuru getirir. İçtimai hayatın her alanında temsil ettiğimiz kimliğimiz selam ile birliği kıymetli bir güzelliği yansıtıyor. Dile dökülerek veya dökülmeyerek “Selam olsun” diye başlayan tüm iletişim cennet tahtlarında karşılıklı esenlikle oturmanın umudunu taşıyor. Ara bir söz olarak yine zikredelim içi boşaltılmış salt selam kelimesinden bahsetmiyoruz. “Benden sana hiçbir zarar yok’’ teminatını veren selam kelamından bahsediyoruz. Böylesi bir selam, karşılaşma cümlesi olmaktan çıkar, beraberinde bir kardeşin ihtiyacını gidermeyi, derdini dinlemeyi, ona kıymet vermeyi getirir. Kimi zaman ana baba, kimi zaman evlat, kimi zaman halkların başında idareci olarak her kul selamın emniyetine muhtaçtır. Bir davetçinin tebliğinin tesiri, selam ile muhatabını kuşatıcılığı, huzur ile kabullenişiyle hak olan neticeye ulaşabilir. Tebliğ anlatmaktan ziyade yaşamak olduğundan ve hakiki selam, kelam olmanın ötesinde fiil olarak müminde can bulduğundan, selamet davetçiliğin temel çerçevesini kuşatır. Selametin yayıldığı bir toplumda düşmanlık fenalık yerini sevgiye, iyiliğe ve takvaya bırakır.
Şeytan, düşmanları ile yıkamadığı ümmeti kendi içinde kin, ayrılık ve fitnelerle ayrıştırır. Hoşgörüyü mümin cemaatin ruhundan kaldırıp çatışma ile ümmeti düşmanların karşısında niteliksiz hâle getirir. Selamın tecelli ettiği toplumun fertleri enaniyetten, bölücülükten uzak, şeytana meydan okuyarak bu diyarın emniyeti için savaşır.
Burası meşakkat diyarı, cennet ise keyif diyarıdır, selam diyarıdır. Bu karmaşık istasyondan, bu çileden, bu sıkıntıdan bizleri huzura götüren selamdır, barıştır. Bu dünyanın selam diyarına çevrilişinin neticesi ölüm sonrası hakiki selam diyarına ulaşmaktır. Bu dünyanın selamet yolcularına Rabb’imizin müjdesi selamet yurdudur.
“Rabb’leri katında onlara selamet yurdu vardır.”[7] Selamet yurduna varıp karşılıklı tahtlara oturanların, “Her şeyi ile selamet doludur hayatları. Selamet yayılır oradan, selamet dağılır oradan. O emin nimet atmosferinde melekler selam getirir onlara, selam götürür onlardan. Birbirlerine selam derler. Rahman’ın selamı tebliğ edilir kendilerine. Hülasa hava selam doludur, selam…”[8]
Hatice Kübra Ergür
Hüma Dergisi, Sayı: 1