Sesimi duyan var mı?

Sabah alarm çaldı. Uyandık. Mikro dünyadan makro dünyaya kadar bütün iletişimimiz işte ilk bu anda başladı. Kahvaltıya oturduğumuzda ailemizle, sokağa çıktığımızda komşumuzla, minibüste parayı uzattığımızda şoförle, okulda arkadaşımızla, mahalledeki esnafla, ağaçtaki kuşla, sokaktaki kediyle... Gün içinde mahlûkatla hemhâl olmadığımız tek bir an yok. Zira yaşamımızın devamı tam da bu etkileşime bağlı.

Sesimi duyan var mı?

İnsanoğlu bu tür bir ihtiyaçla donanmışken ve gün içinde yaratılmışlarla bu kadar iletişim  hâlindeyken... Bütün bu düzenin, uyanışımızın, nefesimizin, bütün bu döngünün sahibiyle iletişimimiz ne durumda? Bizler iman ediyoruz ki Allah Teâlâ kâinatı yaratmış ve bırakmış değil. Yarattığı andan ve ezelden beri mutlak hükümran sahibi, O. İşleri gören, ol deyince olduran, işlerin nihayetinin vardığı da yine O. Bizi bizden iyi duyan kendimize bile haykırmakta zorlandıklarımızı hakkıyla bilen O... Noksan akılların idrak edemeyeceği, kirli kalplerin nüfuz edemeyeceği bütün gerçekliklerimizi en iyi bilen O... En sahici ve perdesiz iletişimimizi kurabileceğimiz bir yaratıcımız var.

Peki, Rabbimizle bu en muhtaç olduğumuz bağlantının aracı nedir? Ne yapacağız da cılız seslerimizi işittireceğiz Yüce Yaratıcımıza. Aslına bakarsanız öyle çok da astronomik fikirlere ihtiyacımız yok. Çünkü biz biliyoruz ki Rabbimiz için cılız sesin gür sesten farkı yok. Müjdelendiği üzere “Sen sözü açığa vursan da gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da.”(1) Seccademizi serdik, kulluğun en büyük teslimiyet hâli olan secdeye vardık, işte o an bütün perdeleri kaldırdık. Rabbimiz söyleyeceğimiz her şeyi her yalvarışı her hamdı her isteği hakkıyla işitmektedir. Ellerimizi semaya kaldırdığımız anda yeni bir iletişim hâline geçiyoruz. İşte Rabbimizle aramızdaki bu müthiş perdesiz, aracısız, en yakın ve en uzak hâlimizin adı: DUA!

İnsanoğlu yaratılışı gereği kendinden yüce bir varlıkla iletişim kurmak, altından kalkamadığı meselelerde O’na sığınmak ve O’ndan yardım almak ister. Dua kavramı ilk kez İslâm’la ortaya çıkmış değildir. Meleklerin zikrinden ilk insan Âdem’e  kadar dua her vakit biz yaratılmışlarlaydı. Zira dua yalnızca talep etmek değil, O’nu anmak ve O’nu yüceltmenin de bir ismi olmuştur. Kitabî dinlerde de inanç adını verdiğimiz sistemlerde de insan kendisinden üstün bir güce sahip olduğunu düşündüğü varlıkla iletişim kurar. Bunu kimi zaman secdeye giderek, kimi zaman ellerini birleştirip dizlerinin üzerine çökerek, kimi zamansa dans ederek yapar. Her inançta farklılık göstermesine karşın bu eylem, insan zihninde duanın gücünü ve insanın sığınma, yakınlaşma ve samimi şekilde ilişki kurma çabasını gösterir.

Gecenin en karanlık anında zihnini saran o kara bulutlardan kurtarabileceğini bildiğin kişiye  sığınmaktır, dua. Kaşığı ağzına götürürken söylediğin o “Bismillah” sözü de bu iletişimin kuvvetini artıran, her an canlı bir bağlantıda tutan vasıtalardandır. Bu sebeple duanın tek bir veçhesinin yani yalnızca isteme durumunun olduğunu söylemek yanlış olur. Yüce  Rabbimiz, “…Ona ruhumdan üfledim.”(2) buyurmakla insan ve Rabbi arasında bir bağın, bir iletişimin bulunduğunu ifade ediyor. Bu iletişimi koparmamak adına nefes aldığımız her an bu ruhun kudretini ve kıymetini idrak ederek O’na layık  yaşamamız, bu yüce nimetten ötürü O’nu anma, şanını yüceltme ve dua hâlini bırakmamamız gerekir. Zira bizi Rabbimize bağlayan bu ip O’ndan uzaklaştıkça gerilecek ve nihayetinde kopacaktır. Hâlbuki her sabah yeniden dirilişimizden her gece küçük ölümümüze kadar, duaya ve övgüye en layık olan ve bizi koşulsuz şartsız dinleyip her anımızda bizi duyan ve dualarımızı icabetsiz bırakmamaya söz vermiş olan Rabbimizle aramızdaki bu ipin düğümlerini sıkı sıkıya atmamız gerek.

Aradığınız Kula Şu An Ulaşılamıyor!

Uzunca bir müddet insanlardan ve çevreden uzak kalmak, onlarla iletişimi kesmek ve yalnızlığa terk edilmek nasıl ki insanı “Depresyon” gibi başa çıkması zor bir psikolojik rahatsızlığa sürüklüyorsa Allah’tan ve O’nu anmaktan uzak kalmak, O’nunla olan bağımızı koparmak da maddî ve manevî bir çöküşe sebebiyet vermektedir. İnsanın fıtratı gereği sahip olduğu birine, bir yere, bir gruba ait olma içgüdüsü onu iletişime âdeta   mecbur kılmaktadır. Rabbimiz yarattıklarını en iyi bilen olarak bizlere bunun önemini çokça zikretmiş, duanın müminin bir silahı olduğunu peygamberinin dilinden bizlere vahyetmiştir. Bununla birlikte insanın sosyalleştiği oranda toplumda var olabilmesi gibi, Rabbi katında da O’nunla iletişim kurabildiği kadar değerli olduğunu O’nun, “Duanız olmasa ne öneminiz var.”(3) buyruğundan anlamaktayız.

Bir Hadis-i Şerifinde Efendimizin  şöyle buyurmaktadır: “Eğer siz günah işlemez olsaydınız, Allah başka bir kavim halk ederdi. Onlar günaha girerlerdi, Allah’a yalvarırlardı, Allah da onları affederdi.”(4) Allah Teâlâ’nın birbirinden güzel isimleri vardır. Bunların arasında Afuv, Tevvab, Ğafur, Rahim gibi O’nun biz aciz ve günahkâr kullarına karşı sonsuz merhametinin göstergesi olan isimleri, aynı zamanda O’nun bizlere bu isimleri vasıtasıyla bir iletişim kanalını açtığını gösterir. Bu vesileyle günah işlemek insanın yaratılışındaki noksanları açığa çıkarmakta ve Rabbimiz de kulunun O’na yalvarışından, O’nun kapısına varışından memnuniyet duymaktadır. Çünkü bu durum yaratıcı ve kul münasebetini açığa çıkarmaktadır. Biliyoruz ki yegâne kemal sahibi olan Rabbimizdir ve bizler hatayla müsemma varlıklarız. Bu sebepten O’nun güzel isimleri vasıtasıyla O’na el açarız  ve böylece rahmeti, affı, mağfireti üzerimizde tezahür eder.

Duanın Kazananı Kim?

Allah’ı anmak, istiğfar etmek, O’nu övmek vs. bunların hepsi aslında en yüce olan yaratıcının varlığını zihinlerde diri tutmak; O’nu anarak O’nu sevdiğini, O’nu hatırladığını ve O’na muhtaç olduğunu bilmektir. Çünkü Rabbimiz aslında bizim ihtiyaç duyduğumuz bütün bu âcizliklerden müstağnidir. Övülmeye layık olmasına karşın övülmeye ihtiyacı yoktur. Diğer yandan daima O’nun bizleri izlediğini bilerek ona göre yaşamak da fiili bir dua dolayısıyla bir iletişim yöntemidir. İbadet ederek O’nu anarız, dua ederek O’nunla konuşuruz.

Şunu akıllarda tutmakta fayda var; bazen herkese bağırırsın ama kimse duymaz seni. Ancak onun işittiğini bilirsin. O’ndan başka kimseye içindekileri söylemek istemediğin zamanlar olur. Fısıltılarınla sana icabet eden O’dur.  Kul ile Rabbi arasında öyle bir iletişim bağı vardır ki O’ndan kaçış yine ancak O’nadır.

Bizi yaratanın ne şekilde olursa olsun bizi işiteceğini bilerek şu düsturu kendimize sık sık hatırlatmamız gerek: “De ki: “(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.”’(5)

Tuba Nur Aslan

Hüma Dergisi, Ağustos-Eylül 2020, Sayı:5

Dipnot:

1  Ta-Ha Suresi, 7

2  Hicr Suresi, 29

3  Furkan Suresi, 77

4  Müslim, tevbe, 9

5  İsra Suresi, 110

YORUM EKLE