“Âlimin ölümü, İslam’da öyle bir gedik açar ki, geceyle gündüz birbirlerini kovaladıkça bu gedik kapanmaz… Şüphesiz Allah, ilmi insanların elinden çekerek almaz. Ama âlimleri alarak ilmi alır. Âlimlerden kimse kalmayınca, insanlar cahilleri önder edinirler, onlara sorarlar. Onlar da fetva verirler. Hem kendileri sapar, hem de onları sapıtırlar.” (Rudani, Cem’ul Fevaid, 1. Cilt, sf 323 – 325) Hz. Resulullah (SAV), İslam’da ilmin ve âlimin değerini, ulemanın İslam toplumundaki merkezi ve vazgeçilmez konumunu birçok hadis-i şerif ile işaret etmiştir. Bizim memleketimizde, ilim merkezleri olan medrese ve tekkelerin kapatılmasıyla birlikte bu bin küsur yıllık müesselerin yeri bir türlü doldurulamamış, medeniyetimizin taşıyıcı sütunlarından ve toplumumuzun atar damarlarından olan âlimler de zaman içinde aramızdan birer birer çekilmişlerdir. Hadis-i şeriflerde bildirildiği gibi âlimlerin çekilmesiyle ilim de kanat açmış, anka kuşu misali Kaf Dağı’nın yüceliklerinde gözden kaybolmuştur.
Alimlerimizi mutlaka tanıyalım!
Rivayet olur ki bir çoban köyün kahvesine inmiş, hayatında hiç bal görmemiş köylülere balı ve balın lezzetini iştahla anlatmaya başlamış. Köylülerden biri sonunda şüphelenerek çobana sormuş “Kardeşim sen hiç bal yedin mi?” Bizimki şöyle bir küçümseyerek bakmış ve cevap vermiş; “Abim ağalar yerken görmüş”. İşte bugün bizim ilme aşinalığımız en fazla bu dereceye ulaşmaktadır. Yine de Hakk’a ve hakikate hizmetle ömrünü Allah’ın rızasına adamış âlimlerimizi hayırla yâd etmek, onları unutmamak, bizim için hayra vesile olacaktır. Yakın tarihimizin meçhul simalarından olan Topçuzade Mehmed Arif Bey de, hayırla yâd etmemiz gereken âlimlerimizdendir.
Mehmed Arif Bey, Hicri 1287 (Miladi 1870) yılında Konya’da doğmuştur. Babası Topçuzade İsmail Hakkı Efendi’dir. İlk tahsilini ve hafızlık eğitimini Uzun Hafız Mehmed Efendi’den tamamladıktan sonra Rüştiye Mektebi’ni bitiren Mehmed Arif Bey, Başarılızade İbrahim Hakkı Efendi’nin hat derslerine devamla sülüs, talik ve nesih yazılarda icazet almıştır. 1306 yılında tamir edilen Alaaddin Camii duvarlarındaki yazılar o zaman genç bir hattat olan Mehmed Arif Bey’e aittir. Daha sonra İstanbul’a gelen Mehmed Arif Bey, Fatih Medresesi’nde Müderris Arif Efendi’den ve Dağıstanlı Halis Efendi’den derslerini ikmal ederek icazet aldı. Farsça, Arapça, İngilizce, Fransızca ve Rumca öğrenen Mehmed Arif Bey, okuduğunu bir defada ezberleyecek kadar güçlü bir hafızaya sahipti. Hafız Divanı, Mesnevi ve Gülistan gibi eserleri ezbere bildiği kendi talebelerinin bizzat naklidir.
Bir haftada Rumca
Girdiği tüm imtihanları kazanarak dersiâm olan Mehmed Arif Bey, Saray’da müderrislik vazifesinde de bulunur. İstanbul’da çeşitli okullarda Arapça ve Farsça hocalığı yapar. Bu dönemde Darüşşafaka’da da vazife alır. Pek çok dergi ve gazetede şiir ve makaleleri neşredilir. Cemiyet-i İslamiye başkanlığı vazifesine getirilir. Bu vazifesi sırasında katıldığı bir toplantıda Rum Patriği’nin yaptığı konuşmaya bir hafta içinde Rumca öğrenerek Rumca cevap vermesi meşhurdur. Daha sonra Ankara hükümeti tarafından Ankara’ya davet edilen Mehmed Arif Bey, Evkaf Nezareti Yayın Müdürlüğü, Şer’iye Vekaleti Yayın ve İlmi Araştırmalar Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere Kurulu Azalığı, Diyanet İşleri Başkanlığı Tefsir Komisyonu Azalığı gibi vazifelerde bulunur. Ancak inkılaplar ile birlikte kurulan yeni düzene intibak edemez. Mehmed Akif Ersoy’a Safahat’taki “Umar mıydın” şiirini yazdıran halet-i ruhiyenin bir benzeri içinde inzivaya çekilmeyi tercih eder. Tüm resmi vazifelerden ayrılarak İstanbul’a döner. Darüşşafaka Lisesi’nin içinde, kütüphane müdürlüğü vazifesi ile iktifa eder. Yetim ve öksüz talebelerin safiyeti arasında teselli bulur.
Müderrisliği döneminde Fatih Türbedarı Ahmed Amiş Efendi’ye intisabı olan Mehmed Arif Bey, daha sonra Ahmed Amiş Efendi’nin halifesi Mehmed Tevfik Efendi’den seyr-ü sülukunu tamamlamıştır. Başlangıçta tasavvuf hakkında menfi görüşleri olan Mehmed Arif Bey’in bu yaklaşımı, Amiş Efendi ile tanışınca değişmiştir. O dönemde Amiş Efendi’nin sohbet halkasında Yakup Han Kaşgari, Abdülaziz Mecdi Tolun, Bursalı Mehmed Tahir Bey, Babanzade Ahmed Naim Efendi, Ahmed Avni Konuk, Hüseyin Avni Konukman, Evrenoszade Sami Bey, İsmail Fenni Ertuğrul ve bir rivayete göre Elmalılı Hamdi Yazır gibi devrin büyük âlim ve mütefekkirleri bulunmaktaydı. Mehmed Arif Bey’in sahip olduğu yüksek idrak ve ilmi anlayış, Amiş Efendi’nin sohbetleri ile yeni bir açılım kazanmış, Mehmed Arif Bey tasavvuf vadisinin en zorlu zirveleri olan İbn Arabi ve Abdülkerim Cıli’nin eserlerinin tetkik, tahkik ve tercümesiyle meşgul olmaya başlamıştır.
Vefatından bir süre önce Konya’ya dönen Mehmed Arif Bey, Şerafettin Cami ile Kapı Camii’nde vaaz ve sohbetlerde bulunur. 15 Muharrem 1361 (1 Şubat 1942) de vefat eden Mehmed Arif Bey, Musalla Mezarlığı’na defn olunmuştur.
Yetim talebelere alakası
Mehmed Arif Bey, kütüphane müdürü iken, o dönemde Darüşafaka Lisesi’nde talebe olan Ahmed Sadık Yivlik ile hususi olarak ilgilenir. İstanbul Çemberlitaş’taki Kara Baba Dergahı’nı, vefat ettiği 14 Şubat 2002 tarihine kadar sohbetleriyle aydınlatan Ahmed Sadık Yivlik, Mehmed Arif Bey’in hatırasını ve kendi üzerindeki emeğini şöyle naklederlerdi; Ahmed Sadık Yivlik küçük yaşta yetim ve öksüz kalınca, İstanbul’da halası Fatma Hanım’ın yanına yerleştirilir. Fatma Hanım son derece disiplinlidir. Komşuları olan Kara Baba Dergahı Şeyhi Ali Haydar Efendi’nin kefaletiyle Ahmet Sadık Yivlik, Darüşşafaka Lisesi’ne kaydolur. Buradaki talebeliğinin ilk yıllarında, halasının disiplinli tutumundan kurtulmanın etkisiyle oldukça haşarı bir öğrenciye dönüşerek hocalarını canından bezdirir. O kadar ki, yetim ve öksüzün halinden anlayan ve aynı zamanda Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin de müridanından olan Muallim Rıfkı Bey bile hiddetlenip “Senden adam olmaz, eşyalarını topla defol git” diyerek çıkışır.
Bu hadise duyulup da konu okul yönetimine intikal edince, Mehmed Arif Bey araya girerek Ahmed Sadık Yivlik’in sorumluluğunu üstüne alır. Onu önce Eyüp Sultan Camii’nde Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin sabah namazını müteakip verdiği hadis derslerine götürür. Daha sonra ise Fatih Tahir Ağa Dergahı’nda, Şeyh Ali Behçet Efendi’ye manevi olarak teslim eder. Bir hafta içinde okuldan atılmak üzere olan o haşarı talebe bambaşka bir insana dönüşür. Mehmed Arif Bey, Darüşşafaka Lisesi’nin kütüphanesinde Ahmed Sadık Yivlik’e hususi dersler de verir. Bu derslerde tutulmuş notlardan oluşan birçok defter merhum Ahmed Sadık Yivlik’in ailesi tarafından muhafaza edilmektedir.
İbn-i Arabi'nin muhibbi
Konyalı Müfessir Muhammed Vehbi Efendi’nin kayınbiraderi olan Mehmed Arif Bey, İbn Arabi’nin muhib ve takipçilerindendir. İbn Arabi’ye ait iki risaleyi ve Abdülkerim Cıli’nin İnsan-ı Kamil’inin Ruh bölümünü tercüme ettiği gibi, Abdullah Salahaddin Uşşaki’nin, İbn Arabi’nin bir beytine yazdığı şerh olan “Miftah’ul Vücud ila Nihayet’ul Maksud” adlı eseri de tercüme etmiştir. Bu risalelerin birer nüshası Mehmed Arif Bey’in talebelerinden merhum Ahmed Sadık Yivlik’in ailesine intikal etmiş bulunan hususi kütüphanesindedir.
Topçuzade Mehmed Arif Bey ve onun kuşağındaki birçok âlim, inkılapların hengamesi içinde bir kenara atıldılar. Bir kısmı inzivayı, bir kısmı sadece yazmayı, bir kısmı hicreti ve gurbeti seçerken, Arnavut Hüsrev Hoca gibi, deve sırtında Bağdat’a kadar gidip, orada ilme talip olanı bulamayınca geriye dönenler de oldu. Nihayetinde bütün olumsuz şartlara rağmen az da olsa talebe yetiştirmeyi başardılar. Her şeye rağmen, bugün bal hakkına hala konuşabiliyorsak, bu imtiyazı onlara borçluyuz.
Abdülhamid Ahdar hatırlattı
Allah razı olsun çok mustefid olduk.