Öte âlemlere açılan kapı ya da makamda

"Başları ucunda hece taşları / Ne söylerler ne bir haber verirler” der Yunus. Söylemeseler de haber vermeseler de çok şey anlatırlar. Keramet kapıdan geçmesini bilmekte. Hoş, bilsek de bilmesek de bir gün o kapıdan geçeceğiz." Muhammed Emin Avcı yazdı.

Öte âlemlere açılan kapı ya da makamda

“Ve her sevilen nobran biraz her mevsim, severken birer zorba."  İsmet Özel, “Mevsimlerin İnsanlara Yaptığı Fenalıklar”ı söylerken mevsimleri zorba olarak yaftalıyor. Hakkı var. Yalnız, insanların mevsimlere yaptığı fenalıklar da hiç yenilir yutulur cinsten değil. Hem mikro hem makro ölçekte türlü fenalıklar işleyerek; bölgesel ve küresel iklimlerin canına okuduk. Şimdilerde Aksaray ile Kırşehir’in tam sınırında bulunan Ziyarettepe’den Hasan Dağına kadar vaktiyle geniş meşe ormanları varmış. Bugün esamesini birkaç küçük ağaç öbeğinden ancak okuyabiliyoruz. İşte bu orman ki Bizim Yunus, Tapduk’un kapısında kul iken kırk sene yalnızca doğru olan odunlarını devşirirmiş. Ardınca gelen nesiller nobranlıklarıyla ormanları talan etmişler. Bize suyunun suyunu görmek kalmış.

“Orman” kelimesi bize çoğunlukla ağaçları çağrıştırır. Oysa orman mikrobiyotası, börtü böceği, envaiçeşit kuşu, türlü hayvanatıyla yaşayan bir organizmadır. Yakıp yıktığımız ormanlar kim bilir kaç türün tükenmesine de sebep olmuştur. Aksaray’ın doğusunda Melendiz Çayı boyunca uzanan topraklar milattan beş bin yıl öncesine kadar uzanan kalıntılar barındırıyor. Bunların en eskisi Mamasın Barajı içinde kalan Güvercin Kayası Höyüğü. Baraj ismini komşusu olan Gökçe Köyü’nün eski isminden alıyor. Mamasın kelimesinin bir anlamı yok aslında. Mamas’ın şeklinde iyelik eki almış bir özel isim. Köyde Hristiyanlarca Aziz Mamas’ a ait olduğuna inanılan, Müslümanların Pir Şammas Baba (Saint Mamas) ismini taktıkları bir yatır bulunuyor. Bu yatır ve onun sahibi hakkında türlü hikayeler anlatılıyor. Bunlardan en meşhuru daha çocuk yaşında Tek Tanrı’ya inandığı için katledilen bir Hristiyan şehidini anlatıyor. Bu azize adanmış Anadolu, Kıbrıs, Yunanistan ve hatta Fransa’da onlarca kilise bulunuyor. Bu kiliselerin en meşhuru Kıbrıs Güzelyurt’ta bulunanı. Kilisenin giriş kapısının yanında bulunan bir kabartma ikonada Aziz Mamas bir aslana binerken tasvir edilmiş. Farklı söylencelerde ise Aziz’in dağlarda yaşadığı aslan, geyik ve yaban keçisi gibi hayvanları ehlileştirip onların sütünden yaptığı peyniri fakirlere dağıttığı anlatılmış. Mamasın köyünde bulunan türbesinde de lahit içinde bulunan rölikerler arasında Aziz’e ait olduğuna inanılan femur kemikleriyle birlikte geyik boynuzu parçası da bulunması bu anlatıyı kuvvetlendiriyor. O günlerde dağlarda sıkça görülen yabanıl hayvanlar halk söylencelerine de girmiş. Geyikli Baba’yı da hayırla analım burada. Bugün o yörede bir geyiğe rastlama şansımızı tahmin edersiniz, değil mi?

Aziz Mamas’ın dört ayrı ülkede onlarca makam- mezarının olması gibi insanların gerçekten gönül bağı kurduğu büyük ruhlu kişilerin çok sayıda makam ~ türbeleri bulunuyor. İnsanlar yeri geliyor yurdundan vazgeçmek zorunda kalıyor ama inandığı ermişten geçemiyor, o uluyu yanında taşıyor. Somuncu Baba’nın yaşadığı tüm kentlerde kabrinin-makamının olması gibi. Hem Bursa, hem Aksaray, hem Darende çeşitli dayanaklarla esas kabrin kendi şehirlerinde olduğu iddiasında. 

Şüphe yok ki milletimiz bu konuda en büyük cömertliği dilinin en büyük ozanına vermiştir. Yunus Emre’ye ait olduğu dillendirilen ondan fazla makam vardır ve bu makamlar Azerbaycan’dan Manisa’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılmaktadır. Bu makamlardan birkaçını ziyaret etme bahtına eriştim. Bila-istisna her defasında bir ulu dervişin ruhaniyetinin kıyılarında duruyormuş hissi içimi kapladı. Aksaray Ortaköy’de iki yıldan ziyade memuriyet görevinde bulunduğum için en sık ziyaret ettiğim kabri Ortaköy Sarıkaraman yakınlarındaki Ziyaret Tepesi’ndeki kabri oldu. Tepenin zirvesinde, geniş ovaya bakan bir noktada taşlar içindeki kabrin Yunus’a ne kadar çok yakıştığını, ben kelimelere sığdıramam. O tepede Yunus eşsiz, biricik, zirve bir yalnızlıkla yatıyor. Çobanoğlu’nun nitelemesi ile “Türkçe’nin kağan-arslanı”, erişilmez mertebesini, yattığı yerde bile muhafaza ediyor.

Müstakil bir şekilde hazretin huzuruna gittiysem mezarın yamaç yanına iner, sırtımı anıt mezarın duvarına dayar bir yandan okurken diğer yandan ozanla birlikte geniş ovayı seyre dururdum. “Ten fanidir, can ölmez, çün gitti geri gelmez / Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil” Sanki sırtımı Yunus’a dayardım. İçimde öyle bir genişlik. İnsanlar neden makam mezar inşa eder? Bir ölüyü ne için taşırlar? Bu sorular anlaşılmazdı benim için. Yunus’un huzurunda kavradım. O “can” yaşıyor. Asla “ölesi değil”. Ben sırtımı hangi dala yaslayıp ozanı hatırlarsam onun makamı benim için orası. Nihayetinde kabirler bizim için öte alemlere açılan kapılar değil mi?

Başları ucunda hece taşları / Ne söylerler ne bir haber verirler” der Yunus.  Söylemeseler de haber vermeseler de çok şey anlatırlar. Keramet kapıdan geçmesini bilmekte. Hoş, bilsek de bilmesek de bir gün o kapıdan geçeceğiz. 

Tekrar işitelim: “Küllü men aleyha fān.”[1]

Muhammed Emin Avcı

Dipnot:

[1] Rahman Suresi 26. ayet:“Yeryüzünde bulunanların hepsi fânidir.”

YORUM EKLE

banner36