Narı sevelim, nâra girmeyelim

Nar tanelerinin her biri, biriciktir, özgündür. Hiçbiri diğerine benzemez. Tıpkı insanlar gibi. Görünüş, sıfat birbirine benzer ama aradaki küçük farklar aslında büyüktür. Kâmil Yeşil yazdı.

Narı sevelim, nâra girmeyelim

Hatırlar mısınız bilmem, seksenli yıllara doğru elden ele dolaşan bir sayfalık bir metin vardı. Halk arasında “Bal Tefsiri” olarak bilinen bu metin, elden ele dilden dile dolaşırdı. Hocaefendiler kürsülerde bu metnin uydurma bir metin olduğunu, aslının astarının olmadığını söylerlerdi.

Hatırladığım kadarıyla, metnin sahihliği konusunda gösterilen hassasiyetten olsa gerek, kimse “Bal Tefsiri”nin içeriğine dair bir söz söylemezdi. Oysa gayet hoş, anlamlı, mistik bir içeriği vardır bu metnin. Bilmeyenler için kısa bir özet geçelim.

Denildiğine göre Hz. Ali (ra) Efendimizin bir cenk dönüşünde Hz. Ebubekir Sıddık (ra), Hz Ömer El-Faruk (ra), Hz. Osman Zinnureyn (ra) ziyarete gelerek ona: “Gazan mübarek olsun ey Allahın arslanı" dediler. Hz. Fatımatü’z Zehra (r.anha) validemiz de onlara ikramen, kalaylı bir tas içinde bal getirdi. Balın üzerinde ince bir kıl vardı. Hz. Ebubekir kılı almak üzere davrandı ki Hz. Ömer, kılı aldırmadı ve dedi ki: “Bizler Hazreti Peygamber aleyhisselamın halifeleriyiz. Belki Fatımetü’z Zehra bu kılı bizleri tecrübe için koymuştur. Hepimiz bu bala, tasa ve kıla dair bir şeyler söyleyelim. Balı bundan sonra yiyelim.” Hz. Ömer Efendimizin bu teklifi kabul görür ve ilk söz Hz. Ebubekir Efendimize verilir.

Hz. Ebubekir: “Namaz kılanın kalbi nurludur bu tastan. Dünya endişesini gönlüne getirmeden namaz kılmak tatlıdır bu baldan. Namazı tadil-i erkân üzere kılmak incedir bu kıldan.” diyerek ortadaki kabı tefsir eder.

İkinci söz sırası, Hz. Ömer El Faruk’undur. O da şöyle yorumlar: “Misafiri seven hane sahibinin kalbi nurludur bu tastan. Misafirlere ikram etmek ve gönlünü almak tatlıdır bu baldan. Misafirin kalbi incedir bu kıldan.”

Söz sırası Hz. Osman Efendimize gelir ve Zinnureyn de şöyle der:  “Âlimlerin kalbi nurludur bu tastan. Âlimlerle sohbet etmek ve onları dinlemek tatlıdır bu baldan. Kur’an-ı Kerim’e mânâ vermek incedir bu kıldan.”

Dördüncü olarak söz sırası Hz Ali Efendimize verilir. İlmin kapısı Hz. Ali şöyle yorumlar: “Gazaya giden gazilerin kalbi nurludur bu tastan. Cihat edip al kanlara boyanıp kafirlerle cenk etmek tatlıdır bu baldan. Üzerine kul hakkı geçirmeden, haram yemeden hanesine dönmek incedir bu kıldan.”

Ev sahibi ve balı ikram eden Hz. Fatıma annemiz de şöyle der: “Erkeğini hoşnut eden kadınların kalbi nurludur bu tastan. Erine cefa etmeyip güzelce geçinip, kendinden razı etmek tatlıdır bu baldan. Kocasının hakkını yerine getirmek incedir bu kıldan.”

Sonra Hz. Peygamber Efendimiz (sas) de bu sohbete iştirak eder ve şöyle tevil buyururlar: “Benim ümmetimin kalbi nurludur bu tastan. Kevser şarabı tatlıdır bu baldan. Şeriatımız (İslamiyet) incedir bu kıldan.”Narı sevelim, nâra girmeyelim

Her şeyi görüp gözeten ve her şeyden haberdar olan Cenab–ı Hak da Cebrail (as)’ı göndererek Hz. Peygamber’in (sas) kalbine şu mânâları ilka eder: “Senin risâlet  nûrun daha nûrludur bu tastan. Yarın kıyamet günü mahşer yerinde ümmetine şefaat etmen tatlıdır bu baldan. Sırat köprüsü incedir bu kıldan.”

Hadis olmadığı doğrudur

El-hak doğrudur, hadis âlimlerinin dediği gibi bu nakillerin kaynağı yoktur. Kimin, nerede, kimden, hangi kitaplarda, hangi senetlerle rivayet edildiğine dair hiçbir şey belirtilmemektedir. Şüphesiz metnin içinde Hz. Peygamber Aleyhisselama ve kuds-i hadis üzerinden Cenab-ı Hakk’a söz nispet edilmektedir. Ancak metnin içinde akaidimize, âyet ve hadislere aykırı bir şeyin var olduğu söylenemez ve gerçekten metni tenkit edenler bu konuda bir eleştiri getirmemiştir.

Otorite hadis bilginlerine göre hadis olmadığı kesin olan bu metnin göz ardı edilen içeriği bize bir şeyler söylüyor. Bize göre insanların dini kaynaklardan, hocalardan, âlimlerden mahrum kaldığı bir zamanda, halkı İslam dairesinde tutmak için düzenlenmiş bir iyi niyet çalışmasıdır, kendi çapında bir tebliğ ve irşattır. 

Kıssadan çıkartılacak hisse

Metin bize diyor ki, bir misafirliğe gittiğinizde, önünüze ikram olarak bir yemek getirildiğinde onun içine dikkatsizlikten bir kıl veya bir çöp düşmüş olabilir. Böyle durumlarda hemen kalbinizi bozmayın ve olaya iyi niyetle bakın.

İkincisi, ehl-i sünnet anlayışınca hulefa-i raşidin dörttür ve hilafet sırası Hz. Ebubekir Sıddık, Hz. Ömer’ül Faruk, Hz. Osman Zinnureyn ve Hz. Ali kerremellahüveche şeklindedir.

Cemiyette, ilimde-irfanda kadın-erkek ayrımı yoktur ve Hz. Fatıma (r.anha) annemizin tefsiri bize bunu söylemektedir.

Bal tefsiri şu ilkelerde dikkat çekmektedir:

1. Namazı dosdoğru ikame etmek,

2. Misafirlere ikram etmek,

3. Âlimler ve ilme önem vermek,

4. Allah yolunda cihad etmek,

5. Evlilikte karı-koca haklarına riayet etmek,

6. Şeriatin (İslamiyet) yaşanmasında hassas olmak,

7. Hz. Peygamber’in (sas) risaletine uymak.

Nar tanelerinin düşürülmesine hoş bakılmaz 

Bu ilkelere bakmayıp da kitaplarda böyle bir metnin tevsik edilmediğine bakacak olanlara bizim bir sözümüz olmayacak. Dikkat çekmek istediğimiz husus odur ki, kıllet-i rical zamanında bu milleti İslam dairesinde tutmaya çalışan ve tutan böyle “gizemli eller” hep var oldu.

Bundan sonra asıl konumuz olan ve artık pazar yerlerinde bol bol gördüğümüz nara ve nar tefsirine geçebiliriz.

Çocukluğumuzda nar yerken tanelerini yere düşürmeden yiyen kişinin cennete gideceğine dair bir söz söylenirdi ki, her şeyde belge arayanlar bu sözün da anlamsız ve de saçma olduğunu söyleyeceklerdir. Oysa söz, bize israf etmemeyi, nar gibi çok taneli bir nimeti tüketirken gaflette olmamayı tembih etmektedir. Nimete gereken saygının gösterilmesi, israftan kaçınılması ile cennete girmek arasında kurulan doğrudan bağ bizi şaşırtmamalıdır.

Şimdi anlıyorum sözün anlamını. Çünkü herkeste nar yoktu ve fakat bizim tarlamızın dört bir tarafında nar ağacı vardı. Bu bolluk içinde her dalın meyvesini beğenmez, dalın en ucunda, tam olgunlaşmış, kızarmış, “beni ye” diyene dikerdik gözümüzü. Sonunda onu dalından koparır ve hemen ağacın dibine oturur, oracıkta yerdik narımızı. 

Böyle bir ortamda israftan kaçınmayı, nimete şükretmeyi teşvik, cennetten başkası ile olamazdı.

Nar ağacının gölgesi olmaz

Nar ağacının gölgesi olmaz. Daha doğrusu gölge koyu olmadığı için, kimse böyle bir gölgede mecbur kalmadıkça oturmaz. Biz oturmazdık.

Gelelim narın içine.

Nar tanelerinin her biri, biriciktir, özgündür. Hiçbiri diğerine benzemez. Tıpkı insanlar gibi. Görünüş, sıfat birbirine benzer ama aradaki küçük farklar aslında büyüktür. Şahsiyeti, özgünlüğü, zenginliği o küçük farklar gösterir. Bundan dolayı herkes biriciktir, nar tanesi gibi.

Nar taneleri birbiriyle dayanışma halindedir. Araya giren hava taneleri çürütür onları. Narın sağlam kalması, tanelerin olgunlaşması, tatlanması bu birlikteliğe, dayanışmaya bağlıdır. Aile ve toplum gibi… Öyleyse ne yapmalıyız? Bizi çürütecek havanın aramıza girmesine (ırk, cinsiyet, statü farkı) izin vermemeliyiz.

O, kesrette vahdettir

Nar, ‘vahdet’te ‘kesret’in; kesret’te vahdet’in sembolüdür.

Görünüşte tektir, bir tanedir ancak aslında o, çoktur.

Bundan dolayı bir narı öldüren, çürüten, ezen, yok eden kişi, bütün içindekileri, içindeki her bir taneden çıkacak başka bir nar ağacını ve o ağacın meyvelerini öldürmüş olur. Bu mesel bize diyor ki, “bir kişiyi öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir”.

Nar, meşhur bilmecede olduğu gibi ‘çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane’dir.

Nar bir dünyadır: Taneleri insanlar.

Nar bir ülkedir: Taneleri millet.

Nar bir vatandır: Taneleri vatandaşlar.

Narın sağlam kalması, dış kabuğun (vatan) sağlam ve tek kalmasına bağlıdır.

Son söz: Narı sevelim, nâra girmeyelim.

Kâmil Yeşil

YORUM EKLE
YORUMLAR
Mustafa Küçük
Mustafa Küçük - 2 ay Önce

Ahsen maşAllah.. yüreğinize sağlık Allah razı OLSUN..