Kıymetli kardeşlerim, muhterem hanımefendiler
Bugünün ve yarının annelerine konuşma imkânını bana verdiği için Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamdler olsun. Anne olmak sadece çocuk sahibi olmak demek değildir. Bazen 5 -10 tane çocuğun sahibi olur bir kadın ama anne olamaz. Bazen hiç çocuğu yoktur ama gerçekten annedir. Allah Resulü aleyhissalatu ve’s-selam da cenneti; kadının ayağının altına değil, annenin ayağının altına koyar. Cevamü’l Kelim olan Efendimiz aleyhissalatu ve’s-selam her sözünde aslında birçok şey söylediği gibi o sözünde de birçok şey söyler ve birçok güzelliği bizim nazarlarımıza vermiş olur.
Hasan el-Benna (r.a.) çok güzel bir sözü var. Der ki: “Dünyanın yarısını kadınlar oluşturur, geri kalan yarısını da kadınlar yetiştirir.” Aslında kadının ıslah olduğu bir toplum ıslah olur ve kadının ifsat olduğu bir toplumu da başka şeyler ıslah edemez. Kendi ümmetimiz çerçevesinden konuşursak bir milyar 700 milyonluk koca ailemizin, ifsat adına bazı sıkıntılar yaşıyor olması ve her geçen gün bunun daha felakete doğru gitmesi, kadınlarımızın ıslah noktasındaki zafiyetinden kaynaklanıyor. Ne yazık ki modern dünya kadına başka şeyler vaat ediyor ve biz Müslümanlar olarak bunlardan ister istemez etkileniyoruz. İster istemez modernizmin rüzgârı bizi de bir yönüyle silkeliyor, bizi de menfi anlamda etkiliyor.
Tahrim Suresinden 4 kadın tipolojisi
Bu mukaddimeden sonra sizi Kur’an-ı Kerim’in önemli bir suresi olan Tahrim Suresine götürmek istiyorum. Tertipte 66. sure olan bu surenin sadece 12 ayeti var. Allah Resulü aleyhissalatu ve’s-selamın hayatı ve O’nun kerime zevceleri ile de alakadar olan o 12 ayetin; son 3’ünde 4 tane kadın tipini bizim nazarımıza verir. Konuşan Cenab-ı Hakk’tır, her türlü mesajı kıyamete kadar bize o aziz kitabında duyurmuştur. Bu ayetlerinde de kıyamete kadar gelecek olan; kadın erkek herkese ama özellikle kadınlara, 4 tip kadından bahseder. Bunların ikisi menfidir, onları öne alır; ikisi müspettir, onları da arkaya bırakır. Menfi olanlar Hz. Nuh’un hanımıyla, Hz. Lut’un hanımıdır. Müspet olanlar da firavunun hanımı İsa’nın annesi olan Meryem’dir. Bu üç ayeti okuduğunuz zaman göreceksiniz ki kadınlar aleminden seçilmiş; ikisi ibretvari ikisi de örnekvari olarak takdim edilen bu kadınlar üzerinden dört kavram bizim nazarımıza verilir.
Hazreti Nuh’un hanımının üzerinden verilen kavram; inkâr kavramıdır. Bir inkâr kavramı kadında nasıl tecelli eder? Peygamber ocağında bile olsa kocası peygamber bile olsa, iman mücadelesi veren kocasına rağmen nasıl o evi ve o toplumu ifsat eder? Bunun örneğini Hazreti Nuh’un üzerinden ve onun hanımının üzerinden özellikle hanımının üzerinden alıyorsunuz.
İkinci menfi örnek: Lut’un hanımıdır. Hz. Lut’un da çok farklı bir imtihanı olmuştur. Onun eşinin üzerinden verilen kavram ise ihanettir. İhanet kavramı, Kur’an’da Hazreti Lut’un hanımının üzerinden farklı bir biçimde yansır, yansıtılır.
Örnek olan tiplere baktığınız zaman… Örnekvari olarak bize takdim edilen o güzel hanımlara baktığınız zaman onlardan bir tanesi firavunun hanımı Asiye’dir. Asiye anamızın üzerinden bize verilen kavram; istikamet kavramıdır. Aslında firavunun üzerinden bize verilen mesaj, o kadar zulmü işlemesine rağmen; evi bir zulüm evi olmasına rağmen; bir zulüm evinden de bir mümin ve mümine yetişebiliyormuş! Bunun örneğini veriyor bize ve şöyle bir mesajı var: Bu mesaj bugünün hanımları için de önemli bir mesajdır. Kocan firavun bile olsa sen Asiye olabilirsin! Hiçbir bahane yok burada…. Diyemezsin ki ben iyi bir Müslüman olacaktım ama kocam bırakmadı... Ben aslında çok iyi bir Müslüman olacaktım ama Allah bana öyle bir kaynana verdi ki o kaynana beni çileden çıkardı. Ben de onun için yanlışlar yaptım. Yok böyle bir şey! Ben aslında çok iyi bir Müslüman olacaktım ama Allah bana iki ayaklı şeytan gibi bir görümce verdi! Bunu söylüyor kadınlar… Ama yok, bu bahanelerin hiçbirinin Allah katında değeri yok! Zaten biz zafiyetlerimizle imtihan olunuyoruz.
Nerede hassasiyetiniz varsa imtihan alanınız oradan gelir. Mesela, diyelim ki: Kadınlardan bir kısmı temizlik hastasıdır. İsterler ki her şey yerli yerinde olsun. Allah, dağınık bir kocayı musallat eder. İmtihanı hep oradan gelir. Olur mu bu? Olur. Çünkü imtihan dünyasındayız ve imtihanlarımız, zafiyetlerimizin üzerinden şekilleniyor. Ama Asiye anamız istikamet çizgisini düzgün bir biçimde koruyarak; sonuna kadar o çizgiyi koruyan, muhafaza eden birisi olarak firavun gibi bir kocanın ocağında dahi Kur’an’a girebilecek kadar istikameti kuşanmış bir kadın olunabileceğinin örneğini bize veriyor.
Müspet olan 2. Örnek: Meryem validemizdir. Meryem validemizin üzerinden verilen mesaj da itaat kavramıdır. 12. ayetin son cümlesini okuduğunuz zaman, Meryem validemizin temel hususiyetinin itaat olduğunu söyleyecek. Niye Meryem anamızın üzerinden itaat kavramı verildi? Onun hiçbir şeyden haberi yoktu; annesi Hanne daha karnındayken onu mabede adamıştı. Kız mı erkek mi olduğunu bilmeden onu mabedin çocuğu olarak Allah’a tabir-i caizse adak olarak vermişti. O belli bir olgunluğa geldikten sonra ‘ben istemiyorum’ da diyebilirdi. Bugün mesela, sizler çocuklarınızı kendi kafanıza göre yetiştirmek istiyorsunuz ama çocuklar ergenlik yaşına geldiği zaman ne babayı takıyor ne anneyi takıyor! Ve bu manada sizin dedikleriniz olmuyor, onların dedikleri oluyor. Hele şu çağda biz çocuklarımızın arkasından koşuyoruz. Hiç kimse demesin ki ben bu manada şöyleyeyim, böyleyim… Şu anda bizim imtihanımız ebeveyn olarak anne ve babalar olarak evlatlarımızla… Zor bir zamanda yaşıyoruz ve biz, anneler ve babalar olarak çocuklarımıza naz yapamıyoruz, çocuklarımız bize naz yapıyorlar. Biz çocuklarımızın nazlarıyla uğraşıyoruz. O gün de öyle olabilirdi ve Meryem validemiz, ‘ben istemiyorum’ diyebilirdi. Demedi bunu, itaat etti. Annesinin o adağına uygun bir biçimde davrandı. Böylelikle de Kur’an’a giren bir kadın oldu.
Efendimizin (s.a.) bildirdiği: Alemler içerisinden seçilen 4 kadın
Kur’an’ın verdiği bu dört tane örnekten; -ikisi müspet ikisi menfi- Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem müspetleri aldı, menfileri Kur’an’dan okursunuz diye ümmetine bıraktı. O iki müspet kadına iki tane daha ekledi. Efendimiz (s.a.), ‘Alemler içerisinde 4 kadın seçilmiştir’ diyerek o dört kadını nazara verdi. İkisi Kur’an’da geçenler: Asiye ve Meryem validelerimiz diğer ikisi de Huveylid’in kızı Hatice ile Resulullah’ın kızı Fatıma.
Bu dört kadını da alemlere örnek model olarak Sallallahu Aleyhi ve Sellem koydu.
Kur’an’ın seçtiği 4 kadının üzerinden dört kavramı ele aldık ya Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemin eklediği iki kadın üzerinden de iki kavramı alırız.
Hatice der demez karşısına yazacağınız kavram vefadır. Fatıma der demez karşısına yazacağınız kavram ilimdir.
Ben sözü Fatıma’dan başlatmak istiyorum. Kadınlarımızın çoğunluğunun şöyle bir problemi var: Niye şunu yapmıyorsun, bunu yapmıyorsun denildiğinde hep ‘zaman yetmiyor’ , ‘zamansızlık’ gibi zamana ait şeyler söyleniyor. Erkeklerde de var bu ama şu anda muhatabımız kadınlar olduğu için kadınlar üzerinden bir şeyler söyleyeyim. Bir kadın düşünün: 22-23 yaşlarında evlensin. Bu kadının evlilik süresince Allah ona 5 tane evlat nasip etsin. O kadın, 5 tane çocukla ilgilenirken Medine’nin en fakihe, en bilgin, en âlim kadını olsun! Bahsettiğim kadın Fatıma radıyallahu anhadır. Böyledir! O bir taraftan çocuklarıyla ilgilenirken bir taraftan da ilim adına bir yerdedir. Evlenmeden önce babasının kızıdır ‘binti ebiha’dır; evlendikten sonra ‘ümmü ebiha’dır babasının anasıdır, Ali’nin hanımıdır, ehlibeytin mensupları olan çocuklarının da anasıdır. Şöyle bir mazeret göremiyorsunuz Fatıma anamızda: “Ben ilim öğreneceğim ama zaman yok. Ben şunu yapacağım ama zaman yok! Sohbete gideceğim ama zaman yok! Kur’an okuyacağım ama zaman yok!” Böyle bir şey yok… Çünkü sünnet üzere yaşayan bir Fatıma var önümüzde… Nasıl yaşıyorsun? Sünnet üzere!
Yatsıyla birlikte kapanan evin kapıları, sabah namazıyla birlikte açılıyor. Bugün Avrupa’nın yaptığını biz İslam toplumları olarak yapamıyoruz. Arap ülkesine de gitseniz halimiz böyle. Sabaha kadar dolaşan, gezen insanları görüyorsunuz sokaklarda… Ama Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz bizim uykumuza da bir ölçü getirdi ve sünnet üzere uyuma adına da bize bir şey öğretti. Bugün çocuklarınıza ne öğretirseniz öğretin ama şunu öğretmezseniz büyük bir kayıp içerisindesiniz: Çocuklarınıza öğreteceğiniz en önemli şeylerden bir tanesi uyku ahlakıdır. Uyumayı tam anlamıyla bilmeyen, öğrenmeyen çocuklar -büyükler de aynı- uykuyu tam anlamıyla alamayacakları için uyanık da gezemeyecekler. Bugün sizin sabah namazı ile başlayan bir eviniz olsa… Sabahın erken vakitlerinde evin o bereketiyle bambaşka bir şey şekillense… İnanın zamansızlık problemi çekmeyeceksiniz. İki üç saatte yapacağınız bütün işleri yapacaksınız, geriye kalan zamanlarda da diğer işlere koşturacaksınız. Ve bu manada bir denge üzerine olacak, aksatmayacaksınız evinizi. Evinizi aksatmadığınız gibi kendinizi yetiştireceksiniz. Kendinizi yetiştirdiğiniz oranda da elinizin altındaki talebeler olan çocuklarınızı yetiştireceksiniz. Hatta eşlerinizi yetiştireceksiniz. Çünkü eşleriniz de sizinle yetişiyorlar. Farkındasınız ya da değilsiniz, birkaç istisna olsa da erkekleri yönlendirenler çoğunlukla kadınlar oluyor. Kadın ya hayra yönlendirir ya şerre yönlendirir. Bu manada hayra yönlendirebilmeniz için en başta sizin yetişmeniz lazım.
Hassasiyetleriniz İslami ölçülerde olmazsa bazı şeyler yerli yerine oturmayacak. Biz, Fatıma anamızın üzerinden bunu öğreniriz. O anamız ki çocuklarından bir tanesini bebekken kaybetti. Muhassin isimli çocuk daha bebek yaşlarda vefat etti. Geriye kalan 4 tane çocuğuna bakın: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü Gülsüm… Aleme verdikleri derse bakın: Alem; Hasan’ın üzerinden Vahdeti, Hüseyin’in üzerinden Şehadeti, Zeynep’in üzerinden İzzeti, Ümmü Gülsüm anamızın üzerinden de Dirayeti öğrendi. Vallahi, onların mektepleri, medreseleri evleriydi. Onların muallimleri de sadece ve sadece analarıydı.
Analar öğretir ne öğretirlerse…
Bugün cemaatlere, vakıflara, derneklere, Kur’an kurslarına çocuklarımızı emanet ediyoruz. Tabii ki edeceğiz! Ama eğer o çocuklar, aile terbiyesi almadan bir Kur’an kursuna gidiyorsa bir cemaate dahil oluyorsa; aile terbiyesinden mahrum olduğu için oralarda gereken terbiyeyi veremiyor. Anasının dizinin dibinde ilk terbiyeyi almamış hiçbir çocuk; bir toplum içerisinde sağlıklı birey olamaz. Bunu iyice bilin! Hiçbir okul, ananın verdiğini veremez! Bugün analarımız gerekenleri veremediği için toplumda biz bu sıkıntıları yaşıyoruz. Onun için Fatıma anamızın bu örnekliği bize örnek olmalı. Hem kocaya hanım olma adına, hem evlatlarına anne olma adına, hem de risalet davasına anne olma adına ortaya koyduğu bu örneklik bize çok ama çok şey söylemeli.
Muhterem hanımlar,
Size asr-ı saadetten iki model daha aktarmak istiyorum. Özellikle bunların üzerinden bazı mesajları almanızı istiyorum. Kadın, nasıl kocasının hem felaketi hem saadeti olurmuş, bunu anlama adına bu iki örneği vermek istiyorum. İkisi de peygamber günlerinde yaşamış, ikisi de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selleme komşu, ikisi de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selleme akraba… Birisi Kur’an’a odun taşıyıcısı olarak giren bir kadın, diğeri de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından “Saliha kadın mı? İşte bu kadın!” diyerek parmakla gösterilen bir kadın. Bu kadınlardan menfi olan Ümmü Cemil; müspet olan ise Ümmü Hakem’dir. Ümmü Cemil, Ebu Leheb’in karısıdır. Tebbet Suresinde onun hali cehenneme “Odun Taşıyıcı” olarak “Hammalete’l Hatab” diye geçiyor. Eğer Ümmü Cemil olmasaydı, Ebu Leheb belki de o ‘Tebbet yedâ ebi lehebin ve tebb’ ifadesine maruz kalmayacaktı. Çünkü kaç kez yeğeninin söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirdi, oraya doğru kaymaya başladı ama kadın oraya bir set çekti. Hayır, dedi. Başka şeyler söyledi: hasedinin kurbanı oldu, çekememezliğinin kurbanı oldu. Kocasının da kendisinin de felaketini getiren bir kadın oldu.
İşi Ümmü Hakem gibi ele almak
Bu iki kadını kıyaslarken size şöyle bir cümle vermek istiyorum: Ümmü Cemil daha iyi bir hayat istedi kocasından, Ümmü Hakem daha iyi bir ölüm istedi kocasından… Ümmü Cemil daha iyi bir hayat istediği için o hayatı elde etme adına gayret içerisinde oldu, Ebu Leheb. “Niye sen diğerleri gibi değilsin?” diyordu Ebu Leheb’e. “Niye baban Abdulmuttalib diğer oğullarını daha çok seviyor da seni sevmiyor?” diyordu. Kocasını ailesine karşı kışkırtıyordu. Böyle yapa yapa, yapa yapa neticede vardığı o oldu ve o hasretinin kurbanı oldu. Buradan alın alacaklarınızı! Ben bu modelleri özellikle seçtim. Uç noktalarda olan örnekler olarak bize çok şeyler söylerler. Bugün hanımlarımızın büyük bir kısmının problemlerinden bir tanesi de kocalarının aileleridir. Bir türlü barışamazlar: O şöyle dedi, o böyle dedi! Anne olarak görmek, baba olarak görmek, aile olarak görmek gibi bir adımı atamazlar. Ve bir ömür kavga ile gürültüyle o hayatı devam ettirirler. Hem kocalarının felaketine hem de kendi felaketine işi götürürler.
Ama bu işi Ümmü Hakem gibi ele alsak… Saliha kadın demek ne demek? Bunu bir anlasak! Belki bazı şeyleri hayatımızda değiştireceğiz, başka noktalara kaydıracağız. Ümmü Hakem kimin hanımı? O da Ebu Leheb’den geri kalmayan birisinin geliniydi. Ebu Cehil’in gelini… İkrime İbni Ebu Cehil’in ise hanımıydı. Allah Ümmü Hakem’e hidayet nasip etmişti, kocası ise iman etmemişti. Allah Resulü aleyhissalatu ve’s-selam Mekke’yi fethetmeye geldiği zaman Ümmü Hakem Mekke’de kaldı, kocası İkrime İbni Ebu Cehil ise kaçtı. Eğer dedi: “Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni görürse bana ceza verir. Çünkü ben 21 yıl boyunca O’na karşı oldum, O’nun yürüdüğü yollara dikenler serdim. Nerede gördümse O’na hakaret ettim. Kaç kez O’nun karşısında düşman olarak çıktım. Böyle yapmış birine hiç af olur mu?” dedi ve kaçıp gitti. Ümmü Hakem, Resulullah’ın huzuruna geldi. Kocası gitmişti, o kendine yeni bir hayat kurabilirdi ama saliha kadın aynı zamanda kocasının ahiretiyle ilgilenen kadındır. Saliha kadın, kocasının dünyasından daha fazla ahiretini düşünen kadındır. Ben bu dünyada yanayım ama öteki dünyada kocam yanmasın, eşim yanmasın diye feryat eden kadındır. Öyle olduğu için Allah Resulü’nün huzurunda.
“Ya Resulullah, diyor: Beni hatırladın mı bilmiyorum. Ben Ümmü Hakem’im, İkrime’nin hanımıyım. Senin fethinle birlikte İkrime kaçtı gitti. İstiyorum ki onun peşine düşeyim, gideyim yalvarayım da onu, Senin huzuruna getireyim. Senin huzuruna gelip iman etmesi adına onu zorlayayım. Onu ikna etmeyi başarır ve Senin huzuruna getirirsem, Senin huzurunda iman ederse onun imanını kabul eder misin?”
Allah Resulü (s.a.) kime yok dedi ki ona desin?
“Nasıl kabul etmem, ey Ümmü Hakem!” dedi: “Onu getirebilirsen benim yanımda her zaman ikram ve iltifat görecektir.”
Sevindi Ümmü Hakem, tam gidecekken bir daha döndü, gelip Resulullah’ın yanında durdu. “Ya Resulullah, dedi: İkrime belki de benim sözüme inanmayacak. Sen bana bir işaret ver ki ona göstereyim. Diyeyim ki: Bak Resulullah sana eman verdi. Eğer gelip huzurunda durursan Allah Resulü seni affedecek.”
Allah Resulü aleyhissalatu ve’s-selam hiç düşünmeden o güne kadar başında taşıdığı siyah sarığı -ki fethin sembolü olmuş- çıkardı Ümmü Hakem’in eline bıraktı. “Bu sarık sana işaret olsun!” dedi.
Allah Resulü’nün sarığını aldı, çıktı yola. Nereye gidecek? Ta Yemen’e kadar… İkrime, Habeşistan yolcusudur. Tek başına bir kadın olarak kocasını imana taşıma hassasiyetiyle gidecek yetişecek… Yemen’de kocasıyla ikna adına bazı şeyler konuşacak. İkrime ikna olmuyor! Eline ayağına yapışmış, senin bildiğin gibi değil, Resulullah diyor. Vallahi O’nun affı mağfireti ve müsamahası o kadar geniş ki eğer gelir de iman edersen sen de göreceksin O’nun nasıl olduğunu?
Sonunda ikna ediyor eşini ve Mekke’ye geri getiriyor. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kabe’nin avlusunda oturuyor. Efendimiz (s.a.) bakıyor ki gelen İkrime’dir. Bakın peygambere nasıl bir peygamberimiz var! Kaybettiğimiz Nebevi ufuk, peygamberî ufuk nasıl bir ufuktur buradan anlayın!
Dönüp yanındakilere diyor ki: “Gelen İkrime’dir. Çok büyük ihtimalle iman etmeye geliyor. Bundan sonra İkrime’nin yanında babasına dair de kötü söz söylemeyeceksiniz!”
Babası kim? Ebu Cehil! Allah Resulü’nün, “Ümmetimin firavunu” dediği Ebu Cehil. Resulullah, “Bundan sonra babasına kötü bir söz söylemeyeceksiniz. Çünkü ölünün arkasından konuşmak; ölüye hayır ya da şer ulaştırmaz ama yaşayanlar bundan ızdırap duyarlar.”
Bu kısmı kendisi anlatıyor: “Resulullah’ın (s.a.) karşısına geldim. Göz göze geldiğimiz anda bana şunu dedi: ‘Merhaba ey hicret yolcusu!’ Bunu der demez, ben bittim diyor İkrime… Beni hicret yolcusu kabul etti, aldı yanına oturttu. Sonra ben bir şeyler söyleyecektim bırakmadı. En son benim dilimden dökülen şehadet cümleleri ile Kabe’de bulunanlar tekbir getirdi.”
İkrime’den böyle bir sahabi çıkaran bir peygamber ufkundan bahsediyoruz. Ama İkrime’yi İkrime yapan Ümmü Hakem diye bir kadın… Saliha bir kadın!
Saliha kadınlar…
Azize kardeşlerim, muhtereme hanımlar!
İçinizde anne olanlar var. Bekarlarımız var, onlar da geleceğin anneleri. Belki dul kalmış hanımlar var içimizde, onlar Meryem’in rolünü oynuyorlar. Onların da imtihanı öyle! Ne olursa olsun imtihan yurdundayız ve birbirimizle imtihan edilmekteyiz. Kimse bu imtihandan kaçamaz ve kimse imtihanını kendi seçmediği için şunu söylemeye hakkı yok: Niye bana bu geldi? Gönderen Allah’tır. Bize onu takdir eden Allah’tır. Biz kadere iman etmiş insanlarız. Kadere iman eden her türlü kederden emin olur. Bu ilke gereğince hiçbir şekilde kaderimizle alakalı şeyleri sorgulama noktasında adım atmayız. Yapmamız gereken şey şu:
Allah sana eğer firavun gibi bir koca verdiyse senin halin Asiye’liktir. Hiçbir bahane yok, Asiye olacaksın! İstikamet kametini kuşanacaksın, gereğini yerine getireceksin!
Allah sana eğer Meryem’in rolünü vermişse; seni dul bırakmışsa, seni çocuklarına karşı babasız bırakmışsa, çocuklarının terbiyesini sana bırakmışsa… Bunu sadece tek yönüyle anlamayın. Diyelim ki bir baba var ama yaşadığı ya da yaşamadığı belli değil! Çocuklarına babalık yapmıyor, eve sahip çıkmıyor. Öyle bir halde olan da Meryem’in rolündedir. Bu manada imtihanı olan varsa ona düşen kamet, Meryemî bir kamettir. Yapması gereken şey itaati kuşanıp gereğini yerine getirmesidir.
Eğer Hatice gibi sizi bir davaya atamışsa, insanların bakışları sizin üzerinizde ise insanlar sizden bir beklenti halindeyse… Mesela siz bir sohbet hocasınız, insanlar sizden ilim bekliyorlar… Siz Hatice’siniz. İster bunu kabul edin ister etmeyin. Sizin rolünüz orada Hatice rolü oynamaktır. Böyle bir roldeyseniz vefa sizin azığınız olacak. Başka şeylere takılmadan Hatice olmanın gereğini yerine getireceksiniz. Vefa nedir biliyor musunuz? Birçok anlamı belki zihninizde var ama ben başka bir anlam vereyim: Karşılık beklemeden vermektir. Karşılığı sadece Allah’tan bekleyerek bu manada bazı şeyleri feda etmektir, Hatice’lik de budur zaten. Köşk gibi bir evde başlayacak risalet davasına, çadır gibi bir evde bitirecek hayatını… Allah Resulü (s.a.) onu yolcu ederken gözyaşları içerisinde: “Hatice’m nasıl başladın, nasıl bitiriyorsun… Ben sana bu hayatta rahat ettiremedim.” diyecek. Ama o anda bile yine vefa gereği: “Ben en güzel günlerimi senin yanında yaşadım.” diyecek, Allah Resulü’nü yine teskin edecek…
Eğer siz Fatıma anamız gibi iseniz… Hasan, Hüseyin gibi çocuklarınız, Ali gibi bir kocanız varsa… Ali gibi ağır bir yükü olan bir kocanız varsa… Ali’ye eş olmak kolay bir iş değil. Orada da Fatıma’lık adına ortaya koyacağınız kameti kuşanacaksınız, gereğini yerine getireceksiniz. Hazreti Ömer, Allah Resulü aleyhissalatu ve’s-selamın yanında bir gün bir şeyler söylüyor. Efendimiz (s.a.), ona diyor ki: “Dünyanın en kıymetli hazinesinin ne olduğunu sana söyleyeyim mi?” Hz. Ömer başka bir cevap bekliyor ama Allah Resulü (s.a.) şöyle buyuruyor: “En kıymetli hazine saliha bir kadındır.”
Peki, saliha kadın kimdir? Aslında verdiğim örneklerde saliha kadını çözdük. Ama biraz daha somut bir şeyler söylemek istiyorum. Saliha kadınlığı Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellemin mektebinden, O’nun mübarek ellerinde yetişen sahabenin elinden ve onların terbiyesinden öğreniyoruz. Kadının çok namaz kılması, çok oruç tutması, çok infak etmesi, çok hayır hasenede bulunması… Bunlar ayrı ayrı anılır Kur’an’da. Açın Ahzab Suresini bu nazarla okuyun! Kadının her haline ait bazı örnekler söyleyecek Kur’an: Kadının infak etmesini de söyleyecek, oruç tutmasını da söyleyecek, hayır hasenatlarını da ayrıca taltif edecek… Ancak bunların hiçbiri değil salihalık. Saliha kadını Allah Resulü bize tarif ediyor.
Kimdir saliha kadın ya Resulullah?
“Kocası yüzüne baktığı zaman ondan hoşnutluk duyar.
Meşru dairede bir şey istediği zaman yerine getirir.
Kendisi evde yokken evine ve namusuna sahip çıkar.”
Peygamberin (s.a.) saliha kadın tarifi bu. Bunda ibadet; şu bu yok. Sohbetten sohbete koşan kadın yok. Bunlar yok! Bunlar ayrı şeyler… Allah Resulünü saliha kadın tarifi bu, bakmak isteyen: Darimiye, Müslim’e baksın. Bu hadisi orada daha farklı bir biçimde görecek.
Neymiş saliha kadın?
Baktığı zaman kocası içinde serinlik olacak… Evine giderken geri geri yürüyorsa bir koca; ortada bir problem var. Şimdi beni kınayabilirsiniz, dersiniz ki “Hocam niye bize hitap ediyor.” Size hitap ediyorum, daha önce de erkeklere hitap ettim. İsteyen açsın, o dersi de dinlesin. Hatta o dersten sonra erkekler kızdılar bana. “Hocam çok yüklendin bize” dediler. Orada onlara yüklendim, burada da size yüklenmek zorundayım. Çünkü bu hakikatleri birileri bize hatırlatmalı. Bugün biz helal dairede yaşama adına bir gayret noktasında bazı şeyleri ortaya koymazsak inanın kocalarımızın felaketi oluruz. Bir kadın şunu düşünmeli: Eğer Ümmü Hakem’in yolunu izliyorsa… Benim kocam şu kadar maaş alıyor. Benim ondan istediğim onun aldığının üstünde. Eğer ben buna zorlarsam kocam faize bulaşacak ya da usulsüz işler yapacak: hak yiyecek. Onun bunun hakkına girecek! Ben buna sebep olursam eğer yarın Allah’a Ümmü Cemil olarak gitmek var yani cehenneme “Odun Hamalı” olarak gitmek var! Böyle bir şeyle gitmektense aza kanaat ederim, helal dairede olurum, helal dairede kalma adına gayret içerisinde olurum, kocamın hem bu dünyada cenneti hem öteki dünyada cenneti olurum.
Sizler artık imar adına başlattığınız şu yolculuğunuzda bunu yapacaksınız! Özellikle evli olanlardan şunu istiyorum: Hanımlarımız, hayır işlerinden geri kalan kocalarını bu işe ellerinden geldiğince teşvik etmeliler. Bu iş iki kanatlıdır. Yoksa bir müddet sonra makas açılır ve iki ayrı insan olursunuz. Sizin hassasiyetleriniz başka olur, onun hassasiyetleri başka olur. Beslendiğiniz kaynakların mümkün mertebe aynı havuzda olmasına dikkat edeceksiniz. Cemaatçilik diye bir derdimiz yok, neresi olursa olsun hiçbir farkı yok. Ama neresi olursa olsun bir yerde besleneceğimiz, manen besleneceğimiz bir havuzumuz olmalı. Kocanız da hanımımız da çocuklarımızda o havuzdan beslenmeli. Aynı şeyleri almalılar ki manen bir seviye kazanılsın. Ama diyelim ki kocanız gelmiyor. Olabilir böyle bir imtihanla Allah sizi yüz yüze getirmiş olabilir. Bu durumda hanım asla kocasına hocalık yapmamalı! Hiçbir erkek bunu kabul etmez. Yapmanız gereken Hazreti Hasan ile Hüseyin’in kendilerinden yaşça büyük olan dedenin abdestini düzeltmek için uyguladıkları metot olmalı. Bu tebliğde bir dildir. Kadının kocaya olan tebliğinde böyle bir dil kullanılmalıdır. Yani hanım, bir hoca edasıyla değil başka bir eda ile bu manada sağlıklı bir hane oluşturmak durumundadır.
Azize kardeşlerim,
Kadınlar gerçekten bu toplumun temel taşıdır. Kadının ıslah olduğu bir toplum ıslah olur. Çünkü bu iş haneden başlar. Evler Medine oluncaya kadar caddeler sokaklar Medine olmayacaktır. Sofralar Suffa olmadıkça Talim ve Terbiye adına falanca okuldan filanca vakıftan filanca dernekten alınanlar havada kalacaktır. Bunu da yapacak olan kadınlardır. Yani sizlersiniz… Bu manada bir hedefiniz, bir idealiniz olsun. Bu manada karar verin ve evlerinizi imar edin ki toplumda imar olsun. “Her şeyi yaptık olmadı!..” Olmaz mı? Olmayabilir… Bu noktada siz sorumlu değilsiniz artık. Hazreti Nuh’u aklınıza getirin. Vazifenizi yaptıysanız ve olmadıysa sabretmeniz bile size ecir ve mükafat kazandırır.
Cenab-ı Hak hepimizin imtihanlarını kolaylaştırsın. Bizlere katından rahmet eylesin. Evlerimizin Medine, sofralarımızı Suffa kılsın. Sizi saliha hanımlar eylesin ki toplumumuzun ıslahı sizlerin eliyle olsun. Allah bu uğurda, bu manada sizlerin yar ve yardımcısı olsun inşallah.
Muhammed Emin Yıldırım
Siyer TV, 2017