Melâmet selâmeti terketmektir

Tasavvufta bir derece olan melâmetle alakalı bir çok tartışmalar yapılmış tarihten bu güne gelene kadar. Bugün, melâmet eskiden hiç bahsedilmeyen bir anlama bürünmeye doğru yol alıyor. Ahmed Sadreddin yazdı.

Melâmet selâmeti terketmektir

Tasavvufta bir derece olan melâmetle alakalı bir çok tartışmalar yapılmış tarihten bu güne gelene kadar. Bugün, melâmet eskiden hiç bahsedilmeyen bir anlama bürünmeye doğru yol alıyor. Evliyaullahın üç çeşit melâmet tavrından bahsediliyor; biri istikamet üzere olmak, diğeri kasd, üçüncüsü ise terk olmak üzere.

İstikamet üzere olma manasındaki melâmet şöyle ifade edilebilir: Bir kimse ameli iyi bir şekilde ifade eder, dinî hükümlere riayetkâr olur. Muamelelerinde dürüstlükten ayrılmaz. Fakat böyle olduğu için halk onu kınar. Halkın onun hakkındaki tutumu budur ama, o bunlardan hiçbirine aldırmaz, yoluna devam eder.

Bir kimse halk arasında büyük bir makam ve itibar kazanmış olur. Halk arasında parmakla gösterilen bir şahsiyet haline gelir. Bu durumda kalbi makama ve itibara meyleder ve tabiatı halk ile alâka kurmaya heves eder. Fakat o kalbini halkın itibar etmesi arzusundan tahliye eder, Hakk ile meşgul olur. Bunun için melâmet yoluna girmeye kendini zorlar, şeriatçe zararlı ve sakıncalı bulunmayan bazı davranışlara teşebbüs ederek halkın kendisinden nefret etmesine sebep olacak kadar işler yapar. Halka karşı böyle bir tavır takınır. Böylece artık halk onunla ilgilenmez. Melâmetin bu tavrına kasd şeklindeki melâmet derler.

Büyüklerin bahsettiği terk şeklindeki melâmet değildir. Nefsin kişiyi aldatmasıdır. Küfür ve dalâlet şeriatı terk etmeyi ve ona uymamayı söyleyecek kadar tabii bir şekilde bir şahsı hakimiyeti altına alır ve bu şahıs yaptığı şeyin melâmet olduğunu söyler. Melâmetle onun tuttuğu yol bu olur. Yani şer'î hükümleri terk eder ama bunun melâmet olduğunu söyler, dinî hükümlere uymamak için melâmeti yol ve vasıta olarak kullanır.

Melâmet selâmeti terketmektir

İstikamet üzere olmak için melâmet yolunu tutan, münafıklıktan uzak durup riyadan sakınan şahıslar, halkın kınamalarından korkmazlar, her hal ve şart içinde hak bildikleri yolda yürürler, halkın kendilerine ne diyeceğini hesap etmezler. Böylelerine iyi lakap da kötü ünvan da birdir.

Hz. Osman Efendimizin şu hareketini de ashab-ı güzin zamanındaki melâmete örnek olarak gösterirler. Hazret, halife bulunduğu sıralarda, hizmetine bakacak dört yüz kişi olmasına rağmen bir gün hurma bahçesinden dönerken sırtına odun yüklenmiş. “Ey müminlerin emiri bu ne hal böyle” diye sormuşlar. O da “Kendimi denemek istiyorum. Gerçi benim bu işi görecek hizmetçilerim vardır. Ama istiyorum ki nefsimi tecrübe edeyim, böylece halk nezdindeki itibarım ve mevkiim, nefsimin herhangi iyi bir işi yapmasına engel olmasın.” şeklinde cevap verir.

Tasavvuf yolunda melâmet mezhebi ve neşesini Ebu Hamdun Kassar yaymıştır. Melâmetin mahiyet ve hakikatı hakkında pek çok hikmeti vardır. O melâmeti kısacık bir cümleyle özetler: “Melâmet selâmeti terketmektir”. Bir kimsenin selâmetini terketmesi demek, her taraftan gelen bela ve musibetlere hazırlıklı olmak ve rıza göstermek, celâli tecellilerine maruz kalsa da gıkı çıkmamak, can emanetini iyi bir şekilde teslim etmek için her nevi rahattan ve alışkanlıklardan geçmek demektir.

İnsan halk nezdinde ve insanlar katında ne kadar kabul görürse...

Derler ki, insan tabiatı halk nezdinde ve insanlar katında ne kadar kabul görürse Allah Teâlâ'nın huzurundan da o kadar fazla uzaklaşmış olur. İnsan, kendisinden iyi bir şekilde bahsedene gönlünü vermekle Allah'tan uzaklaşır. Melâmet yolunu ihtiyar edenler bu tehlikeden ötürü böyle bir tavrı seçerler. Halkın kendilerini hor ve hakir görme yolu ile nefslerini edeplendirmek için melâmeti ihtiyar edinirler. Böylece nefslerinden intikam alırlar. Çünkü bu zümrenin geçirdikleri en hoş zaman nefislerini bela ve zillet içinde buldukları vakittir.

Evliyaullahtan bazısı da, melâmet talep etmenin riya olduğunu söylerler. Mürai halkın kabul ettiği yolu tutar. Melâmî de kendini zorlayarak halk tarafından reddedilen yolu tutar. Her iki taife de, halkta kalmış, asıl nazar-ı itibara alınması gerekenin Hak olduğunu unutmuşlardır. Halbuki Hakk ile ilgili sözden başkası dervişin kalbinden geçmemelidir. Bu sebeple melâmetin sözünü dahi etmezler.

Bu yazıda bahsedilen melâmet neşve olarak melâmettir. Tarikat olarak müesseleşen melâmetle karıştırılmamalı. Kimin ne amaçla hareket ettiğinin hesabını Hakk Teâlâ tutar. O bizim harcımız değildir. Kastım velilerin eserlerine müracaat ederek yapmış olduğum neşve olarak melâmet okumasını, fayda umarak yazıvermek. Yakın geçmişte hayat sürmüş velilerden El Hac Muzaffer Ozak Hazretleri'nin latifesiyle bitireyim: “Oldum melâmi, buldum belâmi.”

Ahmed Sadreddin yazdı

YORUM EKLE
YORUMLAR
ali
ali - 1 yıl Önce

Muaviyenin sağ kolu Osman mı.?....