Maneviyattan iyice uzaklaşıp kendini maddeye yaslayan ve umduğu maddeyi de elde edemediği için anlamsız bir hüzne kendini kaptıran çağımız insanına, kapıldığı bu çaresizlikten kurtulmanın yollarını da bulmak düşüyor elbette. Batı bunu, hemen herkese bir psikolog yetiştirerek çözmüş durumda. Ama Doğu’nun evladı olan bizlerin bu sorunla baş etmesinin başka ve kendine özgü yolları olmalıydı. İşte bu yollardan biri de kadim bilgiyi yeniden ihya etmek…
İslâm’ın ilk filozoflarından ve ahlakçılarından addedilen Kindî’nin, çağları aşan bir eseri var. Prof. Dr. Enver Uysal da Kindî örneğinden yola çıkarak bizim medeniyetimizin hüzne ve hüzünden kurtulmanın çarelerine dair neler söylediğini anlattı konuklara.
Hüzün stres değildir
Sözlerine kavramların çerçevesini çizerek başlayan Prof. Dr. Enver Uysal, öncelikle hüzün ve stresin aynı şey olmadıklarına dikkat çekti. Konuyu "Üzüntüyü Defetmenin Yolları" adlı risale, Kindî’nin üzüntüyle baş etmek amacıyla yazdığı risaledir. Stres, üzüntüden daha farklı, daha kapsamlıdır. Stres, kişinin algıladığı ve başa çıkamadığı bir tehdit ya da hayatını olumsuz etkileyen ve bir türlü çözemediği bir şey sonucunda yaşadığı gerilimli bir süreçtir. Tehdit altında olduğunuzu hissettiğinizde, vücudunuz strese yol açan bir hormon salgılar. Vücut keskinleşir ve sorunlara karşı dirençli olur insan. Stres bir hastalık olmamasına rağmen bir hastalık kadar zararlı olabilir. Stres, kronik hale gelmedikçe yararlıdır. Enerji verir, sorunlara odaklanmanıza yardımcı olur. Ama kronik hale gelirse size zarar verir. Bu yüzden stres, yönetilmesi gereken bir süreçtir.” sözleriyle çerçevelendiren Prof. Dr. Enver Uysal, insanın hüzünlü yanına dair sohbetine devam etti.
Sözlerini “Öte yandan, hayat, tekdüze değildir. İnsan, sahip oldukları kadar sahip olmadıklarıyla da sınavdadır. İnsan bazen sahip olmadığı bir şey yüzünden sınavı kaybedebilir. Arkadaşında olup da kendinde olmayan bir şey yüzünden arkadaşını kıskanan insan, sınavı kaybedebilir. Ayette, güçlük olmadan kolaylığın, sıkıntı olmadan mutluluğun değerinin anlaşılmayacağına dikkat çekilir. Razi, elem ve keder anlaşılmadan hayatın lezzetinin bilinmeyeceğini söyler mesela. Bilindiği gibi, Allah’ın celal ve cemal sıfatlarının tecellileri vardır. Tasavvufta kabz ve bast halleri vardır. Kabz sıkıntı; bast ferahlama demektir. Hava, kararmadan ferahlamıyor. Bir rivayete göre Peygamberimiz yokuş çıkarken tekbir getirir, yokuş inerken de bunu tehlile çevirirmiş. Bu da bize hayatın inişli çıkışlı; üzüntülü sevinçli bir yolculuk olduğunu işaret eder. Yokuş çıkarken getirilen tekbir, Allah’tan yardım istemeye; inişteki tehlil ise gelen yardıma şükretmeyi ifade eder.” Açıklamalarıyla sürdüren Prof. Dr. Enver Uysal, insanın hayata bakış açısının da bu konuda belirleyici rol oynadığını söyledi.
Ahlak ruhanî tıptır
Konuyu çeşitli örneklerle açıklamaya çalışan Prof. Dr. Enver Uysal, bu konuda kadim bilgelerimizin dediklerine de “Akif’in “Küfe” hikâyesinde çocuk, babasının ölümüne yol açtığını düşündüğü küfeyi tekmelerken anne küfeyi tekmeleyen çocuğu “O bizim ekmek teknemiz.” diyerek uyarır. Bu, hayata bakışın farklılığını ifade eder. Stresle baş etmek için hayata bakış biçimi de önemlidir. Ahlak ilminin bir amacı da insanı mutsuzluktan uzaklaştırıp mutlu kılmaktır. Farabi’nin yazdığı bir ahlak kitabının adı ‘Mutluluğu Kazanma’ şeklinde çevrilebilir. Keza Ragıp İsfehani’nin ahlakla ilgili yazdığı kitaplarda ahlak “İyi insan olma sanatı.” olarak tarif edilir. Kindî, ahlakın ruhani tıp olduğu görüşüne katılmaktadır. Kısacası, iyi ve mutlu olmak, ahlakın amacıdır. Dolayısıyla insanın da kendisini mutlu edecek şeyler yapması; mutsuz kılacak şeylerden kaçınması gerekir. Bunun için de insan, hüzün ve kederden uzak durmalıdır.” sözleriyle değinme fırsatı buldu.
“Kindî, risalesinde insanın sıkıntı yaşamasına neden olan şeyler üzerinde durur. Ona göre bunlar, nefsin güçleridir. Bunların başlıcaları da öfke ve şehvet gücüdür. Buna bir de düşünme gücü eklenir. Bu üç gücün doğru biçimde kullanılmasından ahlaki erdemler ortaya çıkar. Bu erdemler de hikmet, cesaret, adalet ve iffettir. Bu erdemlerin ifrata ve tefrite çıktığı görülür ama bu hal sağlıklı bir hal değildir. Bu hallerin tümü insanda dengeli olarak bulunmak zorundadır. Bunların hepsini düzenleyip kontrol edecek olan da akıldır. Akıl, bunların tümünü bağlayıp doğru yönlendirmelidir. İnsanların inanç ve ideolojileri farklı olunca ahlak anlayışları da farklı olur. Bir kapitalistin ahlak anlayışıyla bir dindarın ahlak anlayışı farklı olur. Kapitalist, insanın mutluluğunu ihtiyaçlarının karşılanmasında görür. Oysa bir dindar, insanın ihtiyaçlarının değil isteklerinin sonsuz olduğunu düşünüp bir kapitalist ahlakçıdan farklı düşünecektir.” sözleriyle insanların olaylar karşısındaki duruşlarının da hayatlarını nasıl etkilediğine dikkat çekti Enver Uysal.
Nasıl uzaklaştırılır üzüntü?
Kindî’nin üzüntüye karşı neler yapmamız gerektiğine dair önerilerini anlatmaya başlayan Enver Uysal, buna dair “Kindî, Üzüntüyü Defetmenin Yolları’nda önce üzüntünün tanımını yapar. Ona göre üzüntü, sevilen şeylerin kaybı ile elde edilemeyen isteklerin insanda uyandırdığı psikolojik acıdır. Bu tanım, üzüntünün sebeplerini de bize gösterir: sevdiklerimizi kaybetmek, istediklerimizi elde edememek… Kindî, buna çare olarak yollar önerir. Ona göre, kaybetmemiz mümkün olmayan şeyleri önemsersek üzülmeyiz. Bir de, sahip olamayacağımız şeyleri amaçlamazsak yine üzülmeyiz. Kindî, kaybetmemizin mümkün olmadığı şeyleri açıklarken bunların manevi şeyler olduğuna vurgu yapar. Bu risalede Kindî, bir oluş ve bozuluş içinde yaşadığımıza dikkat çeker. Her oluş bir bozuluşun, her bozuluş bir oluşun habercisidir. Bu hal üzere yaşayan insanın bunlardan etkilenip üzülmemesini beklemenin yanlış olacağını söyler Kindî. Ama bunlarla da baş edebilmeliyiz. Sevdiklerimizden uzak kalmak istemiyorsak, onları yitirmek istemiyorsak aklı önemsemeliyiz. Aristo da duyusal hazların bize verdiği zevke dikkat çekerek aklî hazların insana vereceği zevke dikkat çeker. Burada Kindî ve Aristo buluşmuştur. Bir hakikatin farkına varmanın, insanlık yararına bir şey yapmanın vereceği haz, maddi şeylerin vereceği hazlarla kıyaslanamayacak kadar büyüktür onlara göre.” sözlerini söyledi öncelikle.
Prof. Dr. Enver Uysal, insanın olan bitenden etkilene bir varlık olması hasebiyle üzüntüden beri kalamayacağını söyledikten sonra insanın bu halden nasıl çıkabileceğini yine Kindî üzerinden “Kindî, maddi ve sürekliliği olmayan şeyleri istememek gerektiğini, bu tip şeylerin elden gitmesi halinde de üzülmemek gerektiğini söyler ayrıca. Kindî, ‘İstediğimiz şey olmadıysa biz de olabilecek şeyleri isteyelim.’ der risalesinde. Böyle yaparsak hem üzülmeyiz hem de üzüntümüz varsa bile bunun devamını engellemiş oluruz. Geçici şeyleri kaybettiği için üzülenle olmayacak şeyleri elde edemediği için üzülen insanın üzüntüsünün hiç bitmeyeceğini söyler Kindî. Öyleyse insan kendini bilip kendini tanımalıdır. Tasavvuf da felsefe de bunu ister insandan zaten. İnsan, kendini tanımalı, haddini bilmeli ve yeteneklerinin farkına varabilmelidir. Bunu yapan insan, üzüntüyle kolayca baş edebilir. Kindî, bizi biz yapan ruhumuzdur, diyerek manevi değerlere ve ruh terbiyesine önem verir. Bunun yanında Kindî, insanın bedeninde ortaya çıkan acıların insanı etkilediğini ve insanın buna kayıtsız kalamayacağını da söyler. Ama sonuçta beden, ruhun giysisidir ve önemli olan da ruhtur. Bu yüzden bizim kültürümüzde ölüm, ruhun bedendeki misafirliğinin sona ermesi olarak anlaşılır.” sözleriyle anlattı.
Başına gelmeden üzülme ey insan!
Kindî’nin insana ve hüzne dair düşünceleriyle ilgili son olarak “İnsan, kendi hatasından ötürü üzüldüyse insana düşünen şey, üzülebileceği şeyleri yapmamaktır, der Kindî. Üzüleceğimizi bilip üzüleceğimiz şeyleri yapmamızı Kindî, akli sorun olarak görür. Bizi üzen başkasıysa onu uyarmak ve bu uyarıdan sonra üzülmemek gerekir diyen de Kindî’dir. Bazen üzüntü kaçınılmazdır. Bu durumda Kindî, buna başımıza geldiğinde üzülüp bu üzüntüyü de fazla uzatmamayı önerir. Bir şeyin başa gelmeden onun üzüntüsüne düşmeyi doğru bulmaz Kindî. Başımıza üzüntü verici bir şey geldiğinde, bunun birçok insanın başına gelen bir şey olduğunu ve hayatın devam ettiğini düşünmemizi ister Kindî. Dünya üzerindeki her şeyin insanda bir emanet olduğunu ve emanetlerin de bir gün geri alınacağına dikkat çeken Kindî, bu emanetin geri alınmasından ötürü üzülmemek gerektiğini de not düşer. Maddi şeyleri yitirdiğimizde üzülebilecek biriysek fazla şeye sahip olmamanın da üzüntüyü azaltacak bir şey olduğuna dikkat çeker Kindî. Bir gün öleceğini düşünmenin de insanı üzdüğünü söyleyen Kindî, zor ve üzücü olanın ölümün kendisi değil, ölüm korkusu olduğunu akıldan çıkarmamak gerektiğini söyler. İnsanın verdiğine değil aldığına, kaybettiklerine değil hala sahip olduklarına bakmanın da üzüntüyü engellediğini söyler Kindî.” sözlerini söyleyen Prof. Dr. Enver Uysal, bu sözlerle sohbetine son verdi.
Ahmet Serin