Kendinize sorun! Allah’ın birliğine tanık mısınız?

Allah’ın bizden istediği, Vahidu’l Ehad olan O’nu tanımamızdır. Bizden istenen gözümüzü ehadiyet aynasına dikip o aynadan vahdete, vahdaniyete ulaşmamız... Ehadiyet aynasını seyredebilmek için ise insanın önce tevhid basamağını geçmesi yani kâinatta Allah’ın birliğini 5 duyu organı ile idrak edip ilan etmesi lazım. Fatıma Leyal yazdı.

Kendinize sorun! Allah’ın birliğine tanık mısınız?

Allah’ın kendini birlemesine vahdet denir. Tecelli aleminde yani 5 duyu organımızla algıladığımız alemde kulun Allah’ı birlemesine tevhid denir.

Tecellinin olmadığı, gayb alemlerinde ise Allah’ın birliği değil tekliği söz konusudur. Ona ise ehadiyet denir. Ehad, Arapçada ‘tek’ demektir. Vahid ise ‘bir’ demektir. Tevhid birlemek, ehadiyet ise Allah’ın mutlak tekliği demektir.

Tevhid, insanın Allah’ı birlemesine, idrak etmesine, ilan etmesine, tanık olmasına, kavramasına denir.

Bu kavramları öğrenmeden Kelime-i Tevhid ile Kelime-i Şehadet arasındaki farkı anlamamız mümkün değildir.

Allah Teala, bize vermiş olduğu 5 duyu ile şehadet alemi dediğimiz bu alemde birliğini idrak etmemizi istiyor. Akıl sahibi bir insan cahil dahi olsa duyu organı ile vahid-i kıyasi yaparak yani bir şeyi bir şeye kıyaslayarak -Hz. İbrahim gibi- Allah’ın birliğini bulup tevhid hakikatine ulaşabilir. Bu nedenle Allah’ın birliğini bulabilmek yani bu anlamda tevhide ulaşabilmek için hiç kimsenin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

Fakat Allah’ın bizden istediği, Vahidu’l Ehad olan O’nu tanımamızdır. Bizden istenen gözümüzü ehadiyet aynasına dikip o aynadan vahdete, vahdaniyete ulaşmamız... Ehadiyet aynasını seyredebilmek için ise insanın önce tevhid basamağını geçmesi yani kâinatta Allah’ın birliğini 5 duyu organı ile idrak edip ilan etmesi lazım.

“Biz bizimle bizde idik/ Biz bizimle bize geldik/ Biz bizimle bizde iken/ Bizi bizden mi sorarlar.” (İbni Arabi)          

Aileleriniz Müslüman; sizde Müslüman olarak doğdunuz, Müslüman memleketinde Müslüman olarak yaşıyorsunuz. İman ile ilgili bunun dışında bir çabanız yoksa bu şekilde yaşanan imana, bilinçsiz yani taklidi iman diyoruz. Bu kişi, İslâm’ın şartlarını bilir ancak mahiyetlerine, manalarına dair bir idraki yoktur. Kelime-i Şehadet ise kabuğun ötesinde ‘öz’ demektir. Öz için ise önce kabuk gerekir sonra da kabuktan soyunmak…

Tevhid, insanın, Allah’ı birlemesi, o birliği ilan etmesi ve o birliğe tanık olup onu kavraması demek… Yani sen; la ilahe illallah dediğin anda Allah’tan başka ilah yok demiş oluyorsun; o zaman Allah’tan başka ilah olmadığını 5 tane duyunla idrak edeceksin... 5 duyunla ilan edeceksin... 5 duyunla buna tanık olacaksın...

  • Gözün, Allah’tan başka ilah olmadığını idrak etmişse harama bakamazsın.
  • Kulağın, Allah’tan başka ilah olmadığını idrak etmişse haramı dinleyemezsin.
  • Ağzın, Allah’tan başka ilah olmadığını idrak etmişse yalan söyleyemezsin.
  • Eğer kudretin Allaha ait olduğunu idrak etmişsen enaniyeti terk edersin.

Muhammedun resulullah için de aynı şey geçerli. İlk önce 5 duyunuzla Hz. Muhammed’in resul olduğuna iman edeceksiniz, ilan edeceksiniz, idrak edeceksiniz, tanık olacaksınız… Gözünüz, O’nun hadiselerini okuyacak; okuduklarınızı aklınızla idrak edeceksiniz; okuduklarınıza kalbinizle iman edeceksiniz; yaptığınız amellerle de ilan edeceksiniz. Ancak o zaman 2La ilahe illallah Muhammedun resulullah’ dediğinizde Kelime-i Tevhidi idrak etmiş olacaksınız.

İşte o zaman Kelime-i Tevhid, taklidi olmaktan çıkıp tahkiki yani hakiki Kelime-i Tevhid olacak. İdrak edilmiş bir Kelime-i Tevhid bize Kelime-i Şehadetin kapısını açacak. O zaman anlayacağız ki hayatın yegâne amacı “la ilahe illallah Muhammedun resulullah” ve “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammedun resulullah” demektir.

Bu hakikatin basamağıdır. Bunun ilki ve sonu yoktur. Başlangıçtaki idrakin zamanla derinleşir ancak sana hep baştakini tarif ediyordur. Allah, Evvel ve Ahir olduğu için; önce zahiren anlarsın, sonra anladığın derinleşir ve dersin ki: “Başta da sonda da AYN’imiş! Önemli olan bendeki derinlikmiş...” İmanda başlangıç ve bitiş yoktur; ya derin ya yüzeysel iman vardır. İmanın derinleşmesi diye bir şey vardır.

Allah’a ya inanırsınız ya inanmazsınız iman artmaz veya eksilmez, ya vardır ya yoktur. Ancak imanın içeriği artar veya eksilir, idrak artar veya azalır.

Ben, Allah’ı nasıl hatırlatırım?

“Mümin o kişidir ki yüzüne bakınca Allah'ı ve ahireti hatırlatır” hadisini hatırlayın ve kendinize sorun, nasıl hatırlatacak?

Ben, Allah’ı nasıl hatırlarım?

Sen bütün azalarınla itaat edeceksin ki sana bakan, senden O’na olan şehadetini seyretsin.

  • Böyle bir mümine gıybet et dersin: “Edemem; ‘la ilahe illallah’ Allah var; ‘Muhammedun resulullah’ çünkü Hz. Muhammed gıybet etmemiştir.” der.
  • Böyle bir mümine yalan söyle dersin: “Söyleyemem; ‘la ilahe illallah’ Allah var; ‘Muhammedun resulullah’ çünkü Hz. Muhammet yalan söylememiştir.” der.
  • Böyle bir mümine haram ye dersin: “Yiyemem; ‘la ilahe illallah’ Allah var; ‘Muhammedun resulullah’ çünkü Hz. Muhammet haram yememiştir.” der.

Böyle bir mümin ki isteyerek hataya düşmez, hatasında ısrar etmez. Bilir ki Allah’ın kapısından başka kapı yok; Allah’tan başka kendisini affedecek merci yok. O zaman o kapıya gidip de af dileyecekse bir hata eder, iki hata eder ama bile bile bin hata eder mi? Bile bile bin kusur eder mi? Bizim çok rahat günah işlememizin, çok rahat hata yapmamızın en büyük nedeni, kanaatim odur ki: tevhidin hakikatini idrak edememiş olmamız…

Gel ey ilmin talibi, Allah’ın birliğine şahit olalım

Tatmak durumuz üzerinden konuyu biraz daha anlamaya çalışalım.

Allah’ı birlemek ile yemek yemenin ne alakası var deme! Bil ki her şey mideden başlıyor. Çünkü çok yemekten dolayı vücudun rutubeti artıyor, balgamı artıyor; rehavet oluşuyor ve vücudunun dengesi bozuluyor. Böyle bir insanın Allah’ı zikri azalıyor, fikri azalıyor, idraki zayıflıyor ve dünyaya bağlılığı da artıyor. Bu nedenle Efendimiz (s.a.), “Mümin aç oturur, doymadan kalkar.” buyuruyor. Eğer bir insan karnı tokken bir lokma daha yiyorsa anlasın ki o Allah’ın birliğini tam olarak idrak edememiş… Çünkü birliği idrak etmiş insan, ağzına dur demeyi bilir. Dur demeyi bilmek zorunda çünkü fazla yemek, Allah’a olan yakınlığına mesafe koyuyor.

Bir insan düşünün ki: Kelime-i Tevhidi söylüyor ancak namaz kılmıyor. Eğer sendeki herhangi bir şey, Bir olanın emrettiklerinden herhangi birini yapmana engel oluyorsa senin tevhid inancında, Allah’ın bir olduğuna ilişkin idrakinde kusur var demektir. Tevhidini düzeltmek şart!

İki kişi korku filmi izlese, sinemadan çıktıklarında dehşeti yüzlerinden anlarız değil mi? Yani bir korku filmine tanık olduklarını anlarız. Veya bir düğüne gitsek, birisi sorsa gelini gördün mü, güzel miydi, diye. Evet, çok güzeldi diyebiliriz, çünkü gördük değil mi? Veya bir yemek yiyoruz; yerken ki halimizden o yemeğin lezzetli olup olmadığı anlaşılabilir değil mi?

İşte aynen bu örneklerdeki ilanımız, tanıklığımız ve söylemlerimizde olduğu gibi Allah’ın birliğine de tanık olacağız: Halimizle göstereceğiz, söylemlerimizde dile getireceğiz.

Kendinize sorun! Allah’ın birliğine tanık mısınız?

Çünkü ancak tanık olan, ilan eden ve dile getiren hakiki anlamıyla Kelime-i Tevhidi söylüyor demektir.

Yani bu öyle bir kişi ki ona sorulacak “Kelime-i Tevhid” nedir?” diye…

Her haliyle diyecek ki “Bana bak”, “Bende seyret”, “Bende tanık ol”. Bak ki ben her duyumla “La ilahe illallah-Allah’tan başka ilah yoktur” diyorum.

Halinle nasıl La ilahe İllallah diyorsun? diye sorarlarsa…

Diyecek ki harama bakmam, yalan söylemem, gıybet etmem, Allah’ın tekliğini bilirim ve başka hiç kimsenin karşısında boyun eğmem… “İyya kenağbüdü ve iyya kenestain”e talibim, çünkü BİR olan Allah bana böyle emrediyor.

Sonra diyecekler ki “Muhammedun Resulullah, ne demektir?”

Diyecek ki: Ben BİR olan Allah’ın birliğini ancak O’nun resulü olan Hz. Muhammed’i (s.a.), bilerek bilebilirim. O’nun nasıl yaşadığı, nasıl konuştuğunu, nasıl gezdiğini, nasıl yemek yediğini yani anlarını bildiğim kadar ancak Bir olan Allah’ı bilebilirim. Çünkü Resulullah her hali, her sözü ile sadece Allah’ı tarif ediyordu.

Kendinize sorun; size bakıldığında yemenizle, içmenizle, oturuşunuzla, ahvalinizle, sesinizle-sedanızla Allah’ı mı hatırlatıyorsunuz yoksa; haliniz, tavrınız, kelamınız, dünya aleminden başka bir şey tarif etmiyor mu? Her ev, sahibini temsil eder. Bir ev bile sahibini tarif ederken senin evin olan bedenin neyi tarif ediyor, sor kendine! Eğer sen halinle Allah’ı tarif etmiyorsan demek ki evinin, kalbinin sahibi Allah değil.

Kelime-i Tevhid için “Bana bak, beni gör, bana bakınca anlayacaksın” diyebilmeli insan… Ölürken “la ilahe illallah Muhammedun Resulullah” diyebilmek için... Eğer kişi, Kelime-i Tevhidi sadece lisanen söylemişse, kalbi idrak etmeyip haliyle ilan etmemişse… Sekarat başladığı anda lisan susuyor; lisanın susması demek ancak azalar tanık olmuşsa bu kişi Kelime-i Tevhid getirebilir demek... Allah’ım her halde Sana sığıyoruz!

Özetlersek:

Tevhidi ne ile idrak edip ilan edip seyredeceğim: 5 duyumla

Nerede?: Tecelli aleminde.

Tecelli alemi neresi?: Dünya.

Ne ile seyredeceğim?: Zaman ve mekânla.

Zaman ve mekânla seyretmek ne demek? Tevhid için tecelli alemini kullanıyorum. Burası yeryüzü, burada zaman ve mekân geçerli. Gözüm zamana ve mekâna bağlı olarak görüyor, kulağım zamana ve mekâna bağlı olarak duyuyor, ağzım zaman ve mekâna bağlı olarak konuşuyor, midem zamana ve mekâna göre çalışıyor. Zaman ve mekânın olduğu dünyaya, bu tecelli alemine baktım ve Allah’ın birliğini gördüm! Kavradım! Orada ilan ettim ise... Kelime-i Tevhid demek benim tanıklığımı ilan etmem demek. Evet, ben tanığım ki Allah birdir, Hz. Muhammed O’nun resulüdür.

Şimdi ise Vahid olan Zat’ın Vahdetini anlayacağım. Ama bana yine bakacak bir alem lazım. Tecelli alemi bitti, arz bitti. Peki ben nereye bakacağım? Gayb alemine bakacağım. Tecellinin olmadığı gayb alemine…

Devam edecek…

YORUM EKLE