80’li yıllar Türkiyeli Müslüman aydınların iliklerine kadar yaşadıkları bir paradoksla vücut bulmuştu: Bağlanma pratiği ile kopma arayışının biraradalığı. ‘Batı’ ile irtibat kurmaya olanak veren kültürel sermayede bir artış ve eş zamanlı olarak, ‘Batı’dan kopup kendi has toprağı üzerinde kök salmak olarak açığa çıkan özcü retoriğin entelektüel bir tını kazanması. Bu paradoksun üretimini sağlayan aktörler ekseriya İngilizce olmak üzere Fransızca, Almanca gibi Batı dillerinde eğitim veren üniversitelerin dersliklerinde yetişen çok dilli aydınlar. Bu aktörlerin söylemsel müktesebatını oluşturan başat kavram çifti; “Batı’nın krizi” ve “İslâm’ın teklifi” şeklinde formüle edilebilir. Çok dilli aydınlar, bir yandan Batı’nın hangi alanlarda ve noktalarda krize saplanıp yaralandığını gene Batılı muhalif ve radikal entelektüellerin metinlerini taşıyarak tartışıyorlardı; diğer yandan bu krizi fırsat bilip kendini yenileme arayışını ve “İslâmî düşünceyi” teklif ediyorlardı.
Müslüman mahallinin en yakıcı ve hâlâ güncelliğini çeşitli suretlerde koruyan sorusudur: Başımıza bunlar niye geldi, ters giden neydi? Soruya verilen cevap kesin ve net: Çünkü İslâm’dan uzaklaştık. Bu cevabın terkisinde şu çıkarım vardı: Müslüman’ca düşünmeyi kaybettik. Kendi kavramlarımızı, tanımlarımızı ve sözcüklerimizi yitirdik. Kendi gırtlağımızdan konuşmayı beceremediğimiz için kullandığımız her kelime, kafamızı karıştırma riskini beraberinde getiriyor. Bu riski yok etmek için kelimelerin anlam dünyalarına nüfuz etmek ve o anlam dünyalarına tüneyen yabancılaştırıcı unsurları imha etme arayışına girildi. 80’lerin sonlarına doğru hummalı bir faaliyet kazanan “Bilginin İslâmîleştirilmesi” projesi ve “bu toprakların ilmî geleneğini ihyâ etme” çabası bu kaybın bilincine varanlarca üretilen çözümlerdi.
Kelimeler tarafsız ve masum mudur?
Rasim Özdenören bu çıkarımı ve yenilenme arayışını tasdik ediyordu; ama kullanılan kelimelerin/kavramların yeniden tartışılması ve tedavülde olan kelimelerin “kafa karıştırıcı” niteliklerine müdahale edilmesi gerektiğini vurguluyordu. Kavramlar veya kelimeler olmadan düşünme gerçekleşmez. Ama kelimeler veya kavramlar sadece sözlerden ibaret değillerdir. Her kelimenin fiziksel yahut soyut bir şeye, bir içeriğe işaret ettiğini ifade eden Özdenören “eski Türkçe” ile “yeni Türkçe” kelime tercihleri arasına sıkışan dil tartışmasını yeni bir zemine taşıyor. Kelimelerin içeriklerine dikkat çekiyor, kelimelerin masum olmadığını ısrarla belirtiyordu. Sözgelimi “science” kelimesinin karşılığı olarak ister “ilim” ister “bilim” kullanılsın yapılan şey lafzî bir çaba içinde olmaktır. Her iki durumda da “science” kelimesine içkin olan kültür, değer ve ahlâkî unsurlar zihinlere taşınmış olur. Çünkü kelimeleri ait oldukları gerçeklik küresi içersinde düşünmeden, karşılık geldikleri nesne ile birlikte ele almadan yapılan işlem ancak lafzî tercüme olur. Lafzın ötesine geçip içeriklere vakıf olmadan anlayış, başka bir ifadeyle, mefhumu kavramadan fehm gerçekleşmez. Özdenören’e göre kavramların taşıdıkları gizli karakollara ve yaptırımlara dair bir tasarrufa sahip olmadıkça Müslüman’ca düşünememe sorunu bertaraf edilemez.
Uyarısı çok açıktır Özdenören’in: Dinamik bir zihne sahip olmak için bize çok sade ve basit hatta alelâde gibi görünen bir ifadenin, bir tavır ve davranışın altında tahmin edemeyeceğimiz kadar muğlâk, girift, derin sebeplerin yatabileceğini akıldan çıkarmamalıyız.
İki tehlike: Demagoji ve entelektüalizm
Basit bir kelimenin yahut sıradan bir olayın yüklenebileceği anlamlar irdelenmediği zaman iki ucu keskin bıçak üzerinde hareket edildiğini anlatır, Özdenören. Birincisi: Demagoji. İkincisi: Entelektüalizm. Bu iki tehlikeyi şöyle izah eder:
Demagoglar, hiçbir zaman yeni gerçekler söylemezler, sadece bilinen gerçeklerden yararlanarak hakikati saptırırlar. Fakat kullanılan mantık örgüsü kimi zaman öylesine girift olabilir ki demagoji yapıldığı uzunca bir süre anlaşılamayabilir. Kavram kargaşasının mevcut olduğu bir ortamda, demagoji yoğunlaşabileceği gibi bizzat demagojinin de kavram kargaşasına yol açacağı göz ardı edilmemelidir. Ortalıkta sadece gürültü olur, herkes aynı şeyden bahsettiğini zanneder ama kimse kimsenin ne dediğini anlamaz. Konuşmanın seyrini belirleyen kişi ya şarlatan olur yahut sahtekâr.
Entelektüalizm tamamıyla spekülasyona ve safi soyutlamaya dayandığı için düşünce ile varlığı, kelimeler ile şeyleri birincilerinin lehine boğmaya çalışır, yok eder. Gerçeklik algısını körelttiği ve eşyanın hakikatini yok saydığı için kişiyi kurgusal bir dünyaya mahkûm kılar. Böylece şeylerin kendi gerçekliğini anlayacak berrak bir akıl yürütme ortaya çıkmaz, bunun yerine spekülatif zihnin içi boş ve homojen girdaplarına çekilen bir akıl tutulması yaşanır.
Özdenören, tüm entelektüel faaliyetleriyle İslâm ülkelerinde ve özelde Türkiye’de yaşanan bu akıl tutulmasının birincil sebeplerini gösterirken geliştirdiği çözüm önerileriyle de yeni bir düşünme yöntemi teklif ediyor. Bu yöntem, kelimelerin zihin kurdu olmasının önüne geçebilecek ve eşyanın hakikâtini kavramaya olanak verecek düşünce diriliği ile elde edilir.
Sabri Akgönül
Makas dergisi, Haziran-Temmuz 2019, sayı 8.