Hürlerin kalpleri, sırların kabirleridir

Abdülkâdir Geylâni Hazretleri’nin dokuz eserini çevirerek kültürümüze kazandıran Medine Yayınları büyük bir hizmete imza atmış. Metin Erol, bu eserlerden biri olan Âdâbu’l –Müridin üzerine yazdı..

Hürlerin kalpleri, sırların kabirleridir

Abdülkâdir Geylâni Hazretleri’nin dokuz eserini çevirerek kültürümüze kazandıran Medine Yayınları büyük bir hizmete imza atmış. Bu eserler içinde bize nasip olan Âdâbu’l –Müridin eseridir. Türkçe’ye Tarikatın Esasları başlığıyla çevrilmiş. Kitabın içinde müridlerin adabı, tarikatın adabı, sohbet ve tarikatın esasları bölümleri yer alıyor. Bu isimlendirmeler göz önüne alındığında tümünü muhtevasında barındırmak suretiyle kitabın adının “Tarikatın Esasları” olarak belirlenmesi isabetli olmuş.

İradenin hakiki manası nedir?

Yeryüzünde yürüyeceği yolu tasavvuf üzeri seçen kişiler muhakkak ki buna iradeleriyle karar kılmışlardır. Onların gösterdikleri irade, eğer yazgılarında da var ise, bir Mürşid’in kabulü ile nihai olur. Abdülkadir Geylani Hazretleri bu noktada nazarı itibar ile müridlerin adabı üzeri olan hakikatleri aktarmada bilhassa irade, mürid ve murad kavramlarına değinmiş. Onun için irade; “kulun âdeti olan şeyleri bırakmasıdır. İradenin gerçekleşmesi ise kalbin noksanlıklardan münezzeh olan Allah’ın istediğine geçmesi, O’nun zatından başka her şeyi bırakmasıdır... İrade’yi kasd (niyet) takip eder. Niyeti de fiil takip eder.”

Bu üçgen göz önüne alındığı zaman, aslı itibariyle Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin izah buyurduğu mevzular tüm Müslümanlar’ı bağlar niteliktedir. Burada kurulan üçgen (irade-niyet- fill) tüm Müslümanlar için geçerlidir. Nihai olarak Geylani Hazretleri irade için şu tespiti yapar: “İradenin hakiki manası; Allah’ın rızasını istemektir.” İrade neticesiyle mürid olan kişi ise Geylani Hazretleri nazarında “yola yeni başlayan kişidir". Buradan Murad’a yol alır. Murad, bu yolda sana ulaşandır. Mürid; bir yorgunluk içine girmiş ve zorluklara göğüs germiş olan kişidir. Murad ise emirleri hiçbir zorluk çekmeden alır ve yerine getirir.”

Sufi ile mutasavvıf arasındaki fark

Gündelik kullanımımızda birçok kavramı yerli yerince kullanamama hastalığına duçar olmuş bir toplum olarak, tarikat ehli olan zevat-ı kiram için kullandığımız nice yanlış sıfatın başında sufi ve mutasavvıf kelimeleri gelir. Sadeleştirme adı altında fukaralaştırılan dilimiz, o pimpirikli sadeliğiyle birçok manayı karşılayamaz hale gelmiştir. Böylece kullanmaya mecbur kalarak geri dönüş yaptığımız kelimelerden sadece bir kaçıdır sufi ve mutasavvıf. Genel olarak birbiriyle aynı anlama gelecek şekilde kullanılan bu iki kavram için o ince farkı ortaya koyuyor Abdülkadir-i Geylani Hazretleri: “Tasavvuf hakka karşı doğru olmak, halka karşı da güzel ahlak sahibi olmaktır. Mutasavvıf ve sufi arasındaki fark da şöyledir: Mutasavvıf yeni başlamıştır, sufi işin sonuna varmıştır.”

Peygamberlik ve velilik arasındaki fark

Sufi ile mutasavvıf arasındaki farka, aynı daire içinde adlandırma hasebiyle ve hakikat itibariyle aralarında bulunan inceliğin idrakine varmak maksadıyla değindik. Bir de geniş manada İslam dairesi içinde bulunan ancak paralel bir zeminde olmayan ve doğası gereği diklemesine olacak bir farka da değinmekte fayda var. Hacı Bektaşı Veli’nin tabiriyle “Velilerin varacakları en üst nokta Paygamberlerin ayaklarının altıdır.” sözü minvalinden hareket edersek, Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin de işaret ettiği “Veli” ile “Peygamber” arası farka bakmakta yarar var. Bu ayrım her ne kadar önemsiz görünse de içinde bulunduğumuz ahir zaman için bilhassa önemlidir. Ahir zamanın en çok konuşulan konularından biri olan Hz. İsa’nın yeniden yeryüzüne ineceği merakıyla paralel düşündüğümüzde bu farka bir daha dikkat çekmek gerektiği düşüncesindeyim.

Malumunuzdur velayetin bittiği noktada peygamberlik başlar. Geylani Hazretleri şöyle diyor: “Peygamberlik Allah’tan (cc) gelen bir kelamdır ve vahiydir. Onunla birlikte vahyi getiren ruh 'Cebrail' vardır. O vahye Cebrail ile başlar ve onu Cebrail ile sona erdirir. Peygamber Allah’tan (cc) gelen bu vahyi hem kabul eder, hem de kabul ettirir...Celayette ise onun sözünü Allah idare eder. Ona ilham ederek söyleyeceğini söyletir. Söz, kulundur. Bu söz hak olarak Allah’tan gelir. O söz ile beraber o kişide bir sükûnet vardır. O sözü, cezbeli kulun kalbindeki sekine hali çeker. Ve o kul o kelamı sekine ile kabul eder. Kelam, peygamberler içindir; hadîs ise velilere ait olandır.”

Tarikatın adabı

Bir daireye dahil olmak ancak o dairenin gerektirdiklerini yerine getirmek ile mümkün olur. Çünkü insanın kâvli haline sirayet etmedikçe o kişinin doğruluk üzeri olduğunu söylemek yalanın tam kendisi olacaktır. Bu sebeple Abdülkadiri Geylani Hazretleri tarikat dairesinde olan kişiler için kati olarak yapılması ve yapılmaması gereken işleri /fiilleri şöyşe sıralıyor: “Tasavvuf yolundaki bir kişinin, kusurlu işlerin yapıldığı yerlere gitmemesi, onlarla beraber oturup kalkmaması, hele dedikodu etmemesi gerekir. Cimrilik etmemelidir. Şöhretsiz yaşamaya çalışmalıdır. Geçmişte işlediği günahlardan mağfiret, gelecekte karşılaşacağı günahlardan korunma dışında Allah’tan başka bir istekte bulunmamalı. Mürid, kendindeki bir hali göstermeye çalışmamalıdır. Allah’ın (cc) kendisine verdiği sırrı da gizlemelidir.”

Bu minvalde bakarsak tüm bu hal ve fiillerin zuhuru elbette ki şeyh ile mürid arası ilişki dairesinde evvelce vuku bulacaktır. Bu yüzden Geylani Hazretleri şeyh ile mürid arasındaki bir kaç sırra da işaret buyurur. Şeyh için “Mürid Allah’ın (cc) gelen bir hediyesidir. Mürid’in halleri şeyh için kendisine bırakılan bir emanettir. Denilmiştir ki: Hürlerin kalpleri, sırların kabirleridir.” Bu münasebet dairesinde şeyh ise müridler için bir ferahlama ve rahatlama yeridir. Sırlarının hazinesi, kendileri için bir sığınaktır.

Tarikatın esasları nelerdir?

Abdülkadiri Geylani Hazretleri tarikatın esaslarını yedi temel direk üzerinde toplar: Mücahede, Tevekkül, Huy Güzelliği, Şükür, Sabır, Rıza ve Sıdk. Ankebut Suresi’nin 69. Ayet’ine dayanarak mücahedenin ne demeye geldiğini aktarır Hazret. Ayet gereği hidayet yollarını bulmak mücahede yolundan geçer. Ancak avam ile havasın mücahedesi arasındaki ince farka vurgu yapar Geylani Hazretleri: “Avamın mücahedesi bol bol amel işlemektir. Havasın mücahedesi halleri temizlemektir.”

Mücahedede esas nokta nefse olan muhalefettir. Nefse muhalefet ne kadar kuvvetli olursa mücahede o derece artar. Nefsin ise mücadelesi ona istediklerini vermemekle kolaylaşır. Ancak mücahede için sadece nefse muhalefet olmak yetmez, onun tamama erebilmesi için murakabe şarttır. Abdülkadir Geylani Hazretleri murakabeyi şöyle tarif buyurur: “Murakabe, kulun her haline Rabbinin vakıf olduğunu bilmesidir.” Böylece murakabe, her hayrın başı olmuş olur. Murakabe ise dört basamakta tamam olur: “Allah’ı bilmek. Allah’a karşı gelen nefsi iyi bilmek. Kötülüğü emreden nefsi iyi bilmek. Allah’a nasıl amel edileceğini bilmek.”

Ehl-i mücahede ve ehl-i muhasebe

Son olarak Abdülkadiri Geylani Hazretleri’nin mücahede, muhasebe ve azimet sahibi zatların kimler olduğunu anlayabilmemiz için yapmış olduğu kesin tarifi sunalım. Sunalım ki günümüz İslam dünyasında türlü türlü iddialarla ortaya çıkmış kişilerin neye denk düştüğünü, kendi şahsi yorum ve iddialarımız dairesinde değil de Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin tarifiyle bilebilelim.

“Ehl-i Mücahede ve Ehl-i Muhasebe olanlar muhakkak nefislerinde şu on hasleti tecrübe etmişlerdir.

- Bu zevat-ı kiram doğru da olsa yalan da olsa Allah adına yemin etmemelidir. Yine bilerek ve bilmeden de olsa yemin etmemelidir.

- Yalanın ciddisinden de şakasından da kaçınmalıdır.

- Birine söz verdikten sonra o sözden dönmekten gücü yettiği kadarıyla kaçınmalıdır.

- Yaratılmışlara lanet etmekten sakınmalıdır veya hiç bir varlığa zerre miktarı kadar da olsa eziyet etmemelidir.

- Allah’ın kullarından hiçbirine beddua etmemelidir. İsterse o kişi kendisine zulmetmiş olsun. O kişiyle konuşmayı terk etmemeli, yapacağı işle de o kimseye karşılık vermemelidir. O kişiden gelen eziyete Allah rızası için katlanmalıdır. Ona sözle ve fille karşılık vermemelidir. Böyle bir edebe sahip olunca da dünya ve ahirette şerefli bir makama ulaşır. Uzaktan, yakından, tüm halkın kalplerinde o kişiye karşı sevgi ve muhabbet meydana gelir, duası kabul olur, hayırda yüksek derecelere ulaşır.

- Kıble ehlinden hiçbiri için şirk, küfür ve nifak hükmüne varmamalıdır.

- Hem içten hem de dıştan, günaha bakmayı ve günahı kastetmeyi terk etmelidir.

- Yaratılmışlardan herhangi birine, ister küçük, isterse büyük herhangi bir sıkıntı vermekten sakınmalıdır. Aksine mümkün olduğu kadarıyla bütün yaratılmışların yükünü üzerine almalıdır.

- İnsanların elinde bulunana tamah edip onlardan bir beklenti içine de girmemelidir.

- Mütevazı olmalıdır. Çünkü tevazu; kulun derecesini yükseltir.”

Metin Erol, on hasleti tecrübe etmişlerden olabilme duası ile yazdı

YORUM EKLE