“Hızır yoldaşın olsun.” diye bir söz vardır. Genelde birine kolaylık dilemek, işlerin rast gitmesini istemek için kullanılır. Bu söz ile başlayacağız biz de yazımıza. Yoldaş edinmek yolda olmayı gerektirir herkese malum olduğu üzere. Peki, nedir bu yol?
Hayat bir yoldur mesela. Herkesin varacağı yer aynı olsa da bu yollardan her biri yokuşuyla, engebesiyle, düzlüğü veya tümseği ile insanın kendisine hastır. Yollar birbirine benzese de hepsi aslında biriciktir. İşte bu hayat yolumuzda hepimizin Musa’nın Hızır ile yoldaşlığından alacak derslerimiz vardır. Hızır’ın rehberliğinin hayatımızdaki problemlere nasıl farklı bakış açıları getirebileceğini hep beraber düşünelim şimdi…
Kehf Suresi’nde Hızır Kıssası
Öncelikle şuradan başlayalım: Kehf Suresi, Kur’an-ı Kerim’in 15. cüzünde yer alan yaklaşık 10 sayfalık bir suredir. Kanaatimce bu sure Kur’an’ın en gizemli ve üzerinde en çok konuşulan surelerinden biridir. “Kehf” mağara demektir. Bu isim, surenin içinde geçen imanlı gençlerin canlarını ve dinlerini muhafaza için ülkelerinden kaçıp bir mağaraya sığınmış olmaları ile alakalıdır.
Kehf Suresi’nde Musa ile Hızır olduğu rivayet edilen mübarek iki zatın kıssası anlatılır. Bu kıssanın her kısmı bize ayrı ayrı mesajlar vermektedir. Ayrıca bu kıssayı detaylandıran hadisler de mevcuttur. Biz bu yazımızda sizlerle beraber Musa’nın Hızır rehberliğinde yolculuğunu tefekkür edip hayatlarımızı nasıl daha iyiye doğru şekillendirebiliriz sorusunu cevaplandırmaya çalışacağız.
Çabasız olmaz!
Efendimizden nakledilen bazı rivayetlere göre Allah Teâlâ Musa’ya yeryüzünde kendisinden daha bilgili bir kimse olduğunu bildirir. Bunun üzerine Musa, bu kimseyi tanımak, ondan öğrenmek için yardımcısı ile beraber yola çıkar. Ve yolculuk başlar.
Öncelikle şu kısma dikkatlerimizi verelim: Allah Teâlâ Musa’ya Hızır’ı tam olarak nerede bulacağını söylemiyor. Musa’nın önünde ne kadar süreceği belirsiz bir yol var. Kehf Suresi 60. Ayet-i Kerimede, yolun belirsiz ama Musa’nın azminin son derece yüksek olduğuna dair işaret vardır. “Hani Musa genç yardımcısına demişti: İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim.”
Aslında hepimizin bildiği üzere Musa, keyfiyetini bilmediğimiz bir şekilde Allah ile konuştuğundan dolayı “Kelîmullah” vasfına sahip olan bir peygamberdir. Yani bir diğer deyişle “Allah’ım beni o kuluna ulaştır!” veya “Allah’ım o kimsenin bilgisini bana da öğret!” şeklinde Allah’a niyaz edebilirdi. Nitekim Allah için Musa’yı Hızır ile bir anda buluşturmak ya da o kulunun yerini net bir şekilde bildirmek oldukça kolay iken Musa için uzun bir yolculuğa çıkmak hiç de kolay değildi. Buna rağmen Musa böyle bir talepte bulunmayıp istediği şeye doğru büyük bir iştiyak ve gayret ile yola çıktı.
uMusa ve yardımcısı, Hızır ile buluşacakları yeri geçip ilerlemeye devam ediyor. Tâ ki karınları acıkıncaya kadar… Musa yemek için yardımcısından balığı istiyor ama o, balığı mağarada unuttuğunu söylüyor. Bu durumu bir işaret olarak kabul eden Musa gerisin geriye dönüyor ve sonunda Hızır ile karşılaşıyor.
Kıssanın bu kadarı dahi bize birçok dersler vermekte. Öncelikle biz bir şey talep ettiğimizde o şeyi elde etmek hususunda ne kadar azimliyiz? Bu yolda zorluklarla karşılaştığımızda ne kadar sebat ediyoruz? Zihnimize ilk olarak çözüm aramak yerine pes etmek, şikâyet etmek mi geliyor yoksa? Bu soruları hepimiz kendimize sormalıyız.
İmtihanlar başlıyor
Evet, Musa yoldaş olma talebini Hızır’a iletti ve kendisine ilminden öğretmesini rica etti. Hızır Musa’nın sabredemeyeceğini bildiği hâlde soru sormaması şartı ile kendisine eşlik etmesini kabul etti.
Bu kadar çaba, gayret sonucunda her şey güllük gülistanlık olsun istiyor insan. Musa Hızır’dan ilim öğrensin ve bu yolculuğuna değsin değil mi? Bilakis Musa’nın imtihanı böylelikle başlamış oldu. Nitekim Hızır’ın bindikleri gemiyi deldiğini görünce “…içindekileri batırmak için mi onu deldin? And olsun sen şaşırtıcı bir iş yaptın.” diyerek ilk sorusunu sormuş oldu.
Hızır bunun üzerine “Dedi ki: ‘Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi? Musa cevaben, (Beni unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma, dedi.)” Bunun üzerine yollarına devam ettiler.
İkinci imtihan ilkinden daha da zordu. Hızır karşılaştığı bir çocuğu öldürdü. Musa’nın böyle bir olay karşısında sessiz kalması çok zordu. Ve “Dedi ki: Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? And olsun sen kötü bir iş yaptın.”
Hızır onu tekrar uyardı ve Musa’nın son bir şans daha istemesi üzerine yolculuklarına devam ettiler. Nihayet bir kasabaya gelip halkından yemek talep ettiler, “…fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin.”
Bu, Musa’nın son sorgulaması oldu ve Hızır “Dedi ki: İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı)mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim.”
Olayların ardındaki hikmetler
Bu şekilde yolculuğun sonuna gelmiş oldular. Hızır Musa’ya bu üç olayın da hikmetlerini birer birer açıkladı. Gemiyi delmesi, ileride sağlam gemileri ele geçiren zalim bir kimseden korunması; çocuğu öldürmesi, anne babasına daha hayırlı bir çocuk nasip edip onların ileride sapkınlıktan muhafaza edilmesi; duvarın düzeltilmesi ise babaları salih bir kimse olan iki öksüz çocuğun ileride duvarın altındaki hazineye ulaşabilmeleri içindi.
İşte bu olayların hepsi sebepler dairesinde bir hikmete binaen cereyan etmişti. Dikkat edelim Hızır her bir olaydan sonra hikmetini anlatmadı ve Musa’dan hikmetini anlamadan onunla yolculuğa devam etmesini istedi. Hâlbuki eğer Musa’nın ilk itirazında sebebini açıklamış olsaydı belki Musa bir sonraki olayda daha sakin kalabilecekti. Veya en azından üçüncü imtihanında sessiz kalabilecekti. Fakat Hızır hiçbirinde hikmetini açıklamadı. Çünkü Musa’nın sabretmesi gerekiyordu. Ne zaman ki yolculuk sona erdi işte o zaman olayların hikmet boyutu ortaya çıktı.
Hayat yolunda yoldaş vasıflar edinmek
Bu kıssa yine muhakkak bir hikmete binaen burada kesilmişti. Ama biz farklı cihetlerden de bakalım: Hayat yolunda birçok sorunlarla karşılaşıyoruz. Aynı bu kıssada geçen yolculuktaki gibi bazen hikmetlerini o esnada anlayamıyor olabiliyoruz. Burada üç durum söz konusu:
1. Gemi sahipleri ilk başta büyük ihtimal geminin delik olmasına çok üzüldüler. Fakat daha sonra bu durumun hikmetine vakıf oldular ve belki de çok şükrettiler.
2. Çocukları vefat eden anne baba ilk olayın aksine bu olayın ardındaki hikmetten haberdar olamadılar.
3. Yine bu iki öksüz kardeşin de büyük ihtimal gerçekleşen bu hadiseden haberleri olmayacaktır.
Görüldüğü gibi başımıza gelen hadiselere tevekkül hâlinde olmanın önemi, bu üç hadisede de açıkça bellidir. Bazen bir ay bazen bir yıl bazen de onlarca yıl sonra “İyi ki” diyebiliriz, bugün dert olarak gördüklerimize. Belki de hikmet boyutunu ancak ahirette öğrenebileceğiz... Ya da sabredip etmememize göre öğreneceğiz hikmeti belki. Aynı Musa’nın sabretseydi öğreneceği gibi hikmetleri. Ama insanoğlu yapısı itibarı ile aceleci olduğundan çoğumuz “Tedbir aldıktan sonra tam tevekkül hâlinde olma” nimetinden mahrumuz.
Şimdi özetleyelim o zaman; Musa ve Hızır’ın yoldaşlığından kendi yolumuza yoldaş olacak vasıflar şunlar:
- Azim-gayret sahibi olmak,
- Sabırlı olmak-pes etmemek-şikâyet etmemek,
- Kadere “Vardır bir hikmet” diyerek tam tevekkül hâlinde razı olmak.
Rabbim hepimize razı olduğu vasıflarla kuşanmamızı nasip eylesin.
Fatma Betül Hasanein